Ahmet Küçükkayalı: Dünyayı İyileştirecek Bir Sanat: , Söyleşi, Necla DURSUN

Ahmet Küçükkayalı: Dünyayı İyileştirecek Bir Sanat: Sinema yazısını ve Necla DURSUN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyab

Ahmet Küçükkayalı: Dünyayı İyileştirecek Bir Sanat: Sinema

06.09.2021 00:27 - Necla DURSUN
Ahmet Küçükkayalı: Dünyayı İyileştirecek Bir Sanat: Sinema

Ahmet Küçükkayalı kimdir? Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?

Mümkün olduğunca hayatın içerisinde var olmaya, yaşadığı süreç içerisinde hayata varlığını ispat etmeye çalışan biriyim. Biz insanlar dünyaya gelmek için yüzlerce yıl bekliyoruz. Yüzlerce yıl bekleyişin sonrasında kısa bir ömre sahibiz. Ömrümü olabildiğince verimli bir şekilde değerlendirmeye çalışan bir insanım. Bunun dışında hayvanları ve çocukları çok seviyorum. Dünyanın daha masum olması gerektiğine, tabiatla daha çok iç içe olunması gerektiğine inanan, hümanist olduğunu düşünen biriyim. Şartlar ve durumlar dahilinde öyle de kalmaya çalışıyorum. Savaş karşıtı birisiyim, savaşları anlamsız buluyorum. Dünyada savaşların en büyük hata olduğunu düşünüyorum; sürekli hatadan ders almaksızın tekrarlanan. Sanatı, insanlara ulaşmak için bir kaynak ve araç olarak görüyorum. Bu noktada da sanatsal faaliyetler içinde olmaya ve bu konuda destekler sunmaya (elimden geldiğince) çalışıyorum.

Sinema nedir? İnsanın yaşadıklarının, yaşayamadıklarının veya hayalinin tasviri midir?

Kesinlikle öyle. İnsanlar farklı hayatlar yaşamak yeni deneyimlere sahip olmak istiyorlar. Ancak kültürel yapılar, gelenek ve görenekler içinde yaşantılarımız belli kalıplar ve sınır içerisinde kalıyor. İnsanların hayalleri ve ufukları çok geniş olabiliyor. Farklı noktalarda ilgi alanları olabiliyor ve bu tarz taleplere karşılık verecek en değerli görsel de sinema.

Otomobillere merak duyan birisi “Hızlı ve Öfkeli” seyredebiliyor. Steven Spielberg’in, Christopher Nolan’ın filmlerini izleyen insanlar, evrene ve uzaya olan meraklarını giderebiliyorlar. Maceraya ve polisiyeye ilgi duyanlar Martin Scorsese’i takip edebilirler. Kara mizahla hem gülmek hem düşünmek isteyenler Jean-Pierre Jeunet’i, Coen Kardeşler'i ya da Woody Allen’ı tercih edebilirler. İnsanların nerede ne buldukları ile ilgili bir şey bu. Kesinlikle boşluklarını, yaşayamadıklarını, hayalini kurup gerçekleştiremediklerini o 1.5 - 2 saate sığdırdıkları, haz aldıkları, yaşamış gibi hissetikleri bir ortamın içinde olmalarına imkan sağlıyor sinema. Bu noktada sinema çok değerli.

Örneğin ben, insan ilişkilerini mercek altına alıp biraz mizahi unsurlar dahilinde eleştirmek istediğimde “Bensiz” filmini yazıp yönetiyorum. “Saklı” isminde bir senaryo yazıp kendimi savaş günlerine ışınlayıp oradaki yaşamı sorguluyorum, değerlendiriyorum, o zamanın içindeki anı ve macerayı yaşıyorum, oluşturduğum karakterlerimle yolculuğa çıkıyorum. Tüm o anları tatminkâr şekilde yaşıyorum ve gerçek hayatımda bunları insanlara sunma imkânım olduğunda sunuyorum. İnsan çok renkli bir dünya çünkü.

Sizce sinema insanda neye tekabül ediyor? Kültürlerin kendi tarzında filmleri beyaz perdeye taşıması sinema ve sosyoloji bağlamında nasıl anlaşılmalıdır? Türk sineması hakkında neler söylersiniz?

Bu soruya yanıt verebilmek için önce Avrupa’dan bize nasıl baktıklarını ele almak lazım. Avrupalılar bizi Ortadoğu’dan bir ülke olarak görüyorlar. O coğrafyaya ait bir ülke olarak kabul ediyorlar. Devamında ise onlar bizden uzun yıllar bizden talep ettikleri; köy kültüründe oryantalist minimal hikâyeler yazmamızdı.

Bizden tamamen doğu hikâyeleri beklenirken örneğin benim katıldığım panellerde II. Dünya Savaşı hakkında bir hikâye yazdığımı dillendirdiğimde “Neden bir Alman hikâyesi yazıyorsun ki? Sen bir Türk’sün” dediler. Bu bana çok mantıksız geliyor. Sinema global bir şey. Kimsenin himayesinde değil. Nasıl ki dünya tarihi tüm dünyayı ilgilendiriyorsa ve etkilediyse ben de dünya sineması ve tarihi üzerine pekâlâ filmler yapabilirim.

Son 20 yıldır Türk bağımsız sinemasının göç hikâyelerine takılı kaldığını düşünüyorum. Doğudan batıya göç, uyum çabaları, şehirde tutunma maceraları… Bu yavaş yavaş yeni sinemacılarla ve senaryolarla değişmeye başladı ama yine de bir çember içinde olduğumuzu düşünüyorum. Daha global işler ve fikirler üretmeliyiz diye düşünüyorum. Bunu yaparken Türklüğümüzden, karakterimizden vazgeçmemeliyiz. Çünkü bizi biz yapan onlar.

Sinema ile tanışmanız nasıl oldu? Çocukluk hayalleriniz arasında sinema yer alıyor muydu?

Sinema çocukluğumdan beri hayatımdaki en büyük arkadaşımdır. Az önce anlattığım gibi gerçekleştiremediğim yaşamları gerçekleştirme alanı. Aslında hayatım beni sinemaya itti diyebilirim. Dört yaşımdayken yetmiş yaşımdaki ananemin yanına yerleştim ve beni o yetiştirdi. Yaş farkı nedeniyle konuşulabilecek çok bir şeyimiz yoktu. Yaşadığımız ev büyük bir apartman dairesiydi. Apartmanda ve sokakta arkadaşlık edebileceğim çocuk yoktu. O yüzden kendimi yalnız hissettim. Yalnızlığımı gidermek için karakterler üretmeye ve onlarla oynamaya başladım. Aslında bunu çoğu çocuk yapıyor ama ben bir süre sonra çok farklı bir hayal gücüyle yaklaşmaya başladım duruma. Bu şekilde sınırlarımı aştığımı düşünüyorum. Çocukluğumda kurduğum bu hayalleri o zamanlar kiralanan video kasetlerinde görmeye başladığımda daha sinemasal hayaller kurmaya başladım. O günlerde bütün harçlığımı videokasetlere yatırıyordum. En büyük hayalim de daha çok film izleyebilmek için sinemanın makine dairesinde makinist olmak ya da bir gece bir videokaset dükkânında saklanıp sabaha kadar film seyretmekti.

Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı okudum ama senaryo ve sinema ağır bastı. Üniversite eğitim döneminde katıldığım bir senaryo yarışmasında senaryomun TRT’ye seçilmesiyle yazdığım filmi çekmek durumunda kaldım. Çünkü yazanın film çekmesi zorunluluğu vardı. Benim sinema-tv de okuduğum sanılmış ama olmadığım öğrenilince prosedürde değişikliğe gidildi. Filmi çektim ve film başarılı oldu. Sonrasında bana bir film daha çekme hakkı verildi. Böylece TRT ve saygıyla andığım yapımcı Süreyya Garipoğlu sayesinde 2000 yılında sinemaya dâhil oldum.

Aldığım eğitimin yaptığım işe etkisi oluyor. Tasarımda da her şeye temelden başlayıp aşama aşama geliştiği için sinema ile bu anlamda benzeşiyor. Tasarımcı olma disiplin ve eğitiminin faydasını sinemada görüyorum.

Yönetmenliğini yaptığınız filmlerle ilgili bilgi alabilir miyiz?

Yirmi yıldır sektördeyim. Bu süre içinde bir hata yaptığımı düşünüyorum. Aslında hata olup olmadığından emin değilim. Belki ileriki dönemdeki olumlu ve olumsuz sonuçlar buna cevap verir. Şöyle ki; TRT’ye “Zamanın Kabuğu” isimli kısa sinema filmimi bildirdikten sonra reklam yazarlığı, reklam ajansı prodüktörlüğü ve reklam yönetmenliği, yaratıcı yönetmenlik, sinemada yardımcı yönetmenlik, senaristlik, uygulayıcı yapımcılık yaptım. Birçok alanda yaratıcılığımı değerlendirebilecek kapasiteye sahip olmamdan dolayımı bilemiyorum ama çok farklı alanlarda işler yaptım. Bu nedenle maalesef ki bir konuda uzmanlık yapamadım. Sinemanın her alanında gelişsem de, başarılı sonuçlar alsam da çok sayıda filmim olamadı. Yirmi yılda sadece yönetmenlik yapıyor olsaydım şu anda belki 5-6 sinema filmim olabilirdi. Şu anda “Çerçevedeki Kutular” ve “Zamanın Kabuğu” isimlerinde iki kısa filmimle “Bensiz” isimli uzun metrajlı filmim var.

Bu gün devam etmekte olan projeleriniz var mı bilgi verir misiniz? Gelecekte yapmayı planladığınız projeler nelerdir, bilgi verir misiniz?

Şu günlerde dijital platformlara sunulmak üzere hazırlanmış 8 bölümlük bir dizi projem var. Adı; “İnsanlar ve Diğer Bazı Hayvanlar”. Bu proje bizim karanlık duygularımızı ve noktalarımız ele alıyor. Kendimi yurtdışına yazar olarak ispat etmemin mümkün olabileceği bu projeye çok önem yüklüyorum. Benim için iyi bir referans olacağını düşünüyorum.

“Aşı” adlı film projem Kültür Bakanlığı Senaryo Geliştirme desteği aldı. Proje aynı zamanda Antalya Film Festivalinde TRT ödülünü kazandı. Sonra İtalya Apulia Film Forum’a seçildi, halen geliştirme çalışmalarını sürdürmekteyim. Tabii bu noktada salgın her şeyi çok etkiledi. “Aşı” benim yönetmenlik yapacağım sinema filmi olacak. O sebeple büyük özen gösteriyorum.

Bir başka projem ise “Dışardakiler”. Hikâyesi 1967 Türkiye ve Almanya’sında geçiyor. Zonguldak’ta yaşayan üç gencin, Almanya - Essen’deki maden ocaklarına işçi olarak gitmelerini konu alıyor. Göçün 60. yılı olması nedeniyle de bu projeye önem veriyorum. Yönetmen koltuğunda “Bir Zamanlar Çukurova” dizisinin halen yönetmenliğini yapan çok değerli Murat Saraçoğlu var. Bu projede ben yapımcı ve senarist kimliğimle yer alacağım. Kültür Bakanlığı‘ndan Proje Geliştirme Desteği alan projem için Almanya’dan ortak yapımcı ve dağıtım şirketiyle anlaşmaya vardık. Eylül 2021 de asistanımla birlikte Almanya’ya gideceğiz. Orada şirketim ERA Film’in bir bölümünü kurmayı planlıyorum. (Hâlihazırda Karadağ’da da şirketimin bir bölümü var.) Hazırlık ve çekimlerin iki yılın sonunda tamamlanacağını tahmin ediyorum.

Ayrıca “Yeni Nesil Dünya” adında bir bilim kurgu film senaryosu üzerinde çalışıyorum. II. Dünya Savaşı ilgi alanlarımdan birisi ve bu konuda “Saklı” adlı bir senaryo yazdım, çevirileri sürüyor.

Sette mesleğinizi icra ederken size eşlik eden bir uğurunuz, ritüeliniz, şarkınız, vb. var mı?

Bir ritüel veya uğurum yok. Çekimin olacağı günün sabahı abdest alırım ve her kapı girişinde sağ adımımı atarım.

21. yüzyılda sanatçı olmak sizce ne anlama geliyor? Sizin için sanat nedir ve sanatçı kime denir?

Dünyayı iyileştirecek olanlardan bir tanesinin sanat olduğuna inanıyorum. Diğeri de spor olabilir. Ancak spor mücadele gerektiriyor. Sanat ise bir paylaşım aracı. Birbirine düşman olan ülkeleri buluşturabiliyor. Sanat dünya için ve 21.yy için bence barış elçisi. Dünyamız ve insanlık her geçen gün maalesef kötüye gidiyor. İleri gitmek yerine geriye gittiğimizi düşünüyorum. Dünyayı bozduğumuzu düşünüyorum. Sanatın şefkatinin, duygusallığının, sevecenliğinin de insanları iyileştireceğine inanıyorum.

Hayatınız bir film olsa soundtrack’inde hangi şarkı olurdu?,

Zor bir soru benim için çünkü çok fazla müzik dinliyorum. Müziği seviyorum. Müzik becerim olmadığı için müzisyenleri kıskandığımı söyleyebilirim. Bir enstrüman çalmayı çok isterdim. Birçok müzik dinliyor ve takip ediyorum. Dinlediğim çok çeşitli müzikleri dikkate aldığımda bu soruya cevabım; Romeo Juliet filminin müzikleri olacak. O filmdeki bazı parçaları çok seviyorum.

En sevdiğiniz film ve en çok etkilendiğiniz sahne hangisidir? Son zamanlarda izlediğiniz ve okuyucularımıza önereceğiniz film hangisidir? Örnek aldığınız, yaptığı işleri merakla bekleyip ilgiyle izlediğiniz bir yönetmen var mı?

İranlı senarist ve film yönetmeni Asgar Ferhadi’nin hem kişiliğine hem de yaptığı işlere hayranlık duyuyorum. İran gibi dünyaya kapalı bir ülkeden çıkıp Oscar almak büyük bir başarı. Tarantino’yu farklı tarzlar denediği için çok seviyorum. Reha Erdem de aynı kulvarda olduğu için takip ettiğim yönetmenlerden. Renkli projeler yaptığı için kendisine hayranlık duyuyorum. Coen Kardeşler ve Woody Allen de takip ettiğim beğendiklerimdendir.

Wood Allen’ın son filmlerinden “Blue Yasmin” filmi çok güzeldir örneğin, onu önerebilirim. Christopher Nolan’ın filmlerini de beğeniyorum, diğer önerim o olabilir.

Size göre ideal oyuncunun olmazsa olmazları nelerdir?

Oyuncuda aradığım en önemli şey karakter ve ruh. Her insanda karakter ve ruh var elbette ama yeteri kadar güçlü olmalı. Daha karakteristik yüzleri, yaşanmış yüz hatlarını tercih ediyorum. Gördüğüm anda tamam bu diyebiliyorum.

Örneğin “Bensiz” filmimde Metin Akdülger ile çalıştım. Onun fiziksel özellikleri dışında heyecanı, ilgi alakası beni çok cezbetmişti. Ruhuna ve heyecanına çok inandığım için başrolü ona teklif ettim. Boy, kilo, göz rengi vb önemli değil bence. Yakışıklı oyuncularla çalışıyorsam eğer onları değiştirebiliyorum. Fiziksel değişiklikler yapabiliyorum proje için.

Zor beğenen bir kişiliğe sahip olduğunuzu verdiğiniz röportajlardan biliyoruz. Bu özelliğiniz en iyiyi amaçlamaya yönelik olsa da “tamam oldu” dediğinizde buna tam anlamıyla inandığınızı nasıl anlıyorsunuz?

Bu konuda kendime çok katı davranıyorum. “Böyle olmasaydım keşke dediğim” oluyor. Üzüntü ve acı verebiliyor bu bazen. Örneğin “Bensiz” filminde çekemediğim sahneleri, yapamadığım tonlarca şeyi hatırlıyorum sıklıkla. Hiçbir zaman “oldum” dememekten yanayım. Hele bizim sektörde kimse dememeli. Yaptığım işleri eleştiren ve beğenmeyen biriyim. Henüz vasıflı filmler çektiğime inanmıyorum. “Aşı” filmi ile bu durum değişecektir diye umut ediyorum. Rakibim kendimim ve kendimi geçemiyorum. Her zaman bir eksik buluyorum ve ne yazık ki bu durumun değişeceğini sanmıyorum.

Küresel salgın dönemini nasıl geçirdiniz? Okuyucularımıza evde zaman geçirme konusunda önerileriniz olur mu?

Şunu öğrendik ki; doğaya dönemli ve onu korumalıyız. Ona nankör davrandığımız sürece küresel problemler yaşamaya devam edeceğiz. Bu sebeple ayaklarımızın toprağa değebileceği yaşam alanları yaratmalarını öneririm.

Nitelikli yapımları ve yayınları izlemelerini tavsiye ederim. Örneğin “Ahtapottan Öğrendiklerim” kayda değer bir yapım. Anlatmak istediğim konuya uygun bir izlence örneğidir bu yapım. Düşünmek, eleştirmek ve sorgulamaktan uzaklaştırmayan projelerin tercih edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aklımızda yer edecek filmler izlenmeli bana göre.

En son hangi kitabı okudunuz, ne tür kitaplar okursunuz?

Oscar Wilde’yi çok seviyorum yazar olarak. Yazdıklarını dâhiyane buluyorum. Kafka’yı seviyorum. Onun hayal dünyasını güçlü buluyorum. Son dönemde okuduğum kitaplar ise hayvan psikolojisi ile ilgili. Bu tür kitapları seçiyor olmam şu sıra üstünde çalıştığım “İnsanlar ve Diğer Bazı Hayvanlar” projeden kaynaklanmakta. En son okuduğum kitap; Gökhan Duman’ın yazdığı 11.Peron. Türkiye’den Almanya’ya konuk işçi olarak giden insanımızı konu alıyor. Şu an üzerinde çalıştığım “Dışardakiler” sinema filmi için değerli bir kaynak.

Kitap okurken olmazsa olmazınız var mıdır? (kahve, müzik, açıkhava vb.)

Evde kitap okumuyorum. Ya parkta ya cafede okuyorum. Orta şekerli bir Türk Kahvesi eşlik eder okuma eylemime.

En sevdiğiniz yazarları öğrenebilir miyiz?

Oscar Wilde ve Kafka en sevdiğim yazarlardır.

Hayatınızda yer etmiş veya birden fazla defa okuduğunuz bir kitap var mı?

“Küçük Prens” kitabını çocukluğumdan beri okurum, çok değerli bulduğum bir kitap.

Sizi taklit eden konuşmaya meraklı bir muhabbet kuşunuz olsa ona ne söylemesini öğretirdiniz?

“Her şey çok güzel olacak” demesini öğretirdim.

Bu röportaja bir soru ekleme hakkınız olsa kendinize hangi soruyu sorarsınız?

Bana bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ederim, tüm sorular gayet yerindeydi. Teşekkür ederim:)

Not: 12.08.2021 tarihinde gerçekleşen röportaj ile ilgili olarak, Ahmet Küçükkayalı’ya bize zaman ayırdığı için “kitaphaber ailesi” adına teşekkür ediyorum.


Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 06.09.2021 00:27 - Güncelleme Tarihi: 06.09.2021 00:27
1909

Necla DURSUN Hakkında

Necla DURSUN

1976 Sakarya doğumludur. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Yerel Yönetimler Anabilim Dalı Küresel Şehirler ve İstanbul Araştırmaları Bilim Dalı’nda Yüksek Lisansını “Kuzguncuk Semt Tarihini İnsandan Okumak; Bir Seçki ile Şahsiyetler” konulu yüksek lisans teziyle tamamlamıştır. Finans sektöründe çalışmakta ve İstanbul’da yaşamaktadır.

Necla DURSUN ismine kayıtlı 94 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Facebook Instagram YouTube Kişisel Kitap Satış Sitesi