Denize Açılan Kapı - Rasim Özdenören

İnsan olarak dönem dönem yaşadığımız tüm içsel bunalımları, psikolojimizin yıkılmaz duvarlarını, cümle cümle didikliyor Rasim Özdenören. Bu yöntemini, hikâyeciliğinin en üst düzeyinde kullandığından belki,1984 yılında Denize Açılan Kapı ile yılın hikâyecisi ödülüne layık görülüyor. Özdenören’in hikâyecilikteki rüştünü ispat ettiği kitaplarından biri olan Denize Açılan Kapı’yı aralayacak olursak;
Sahne ışıkları
Kitabın kapağını çevirdiğinizde kendinizi bir hikâyenin kollarında bulacak sanıyorsunuz… O da ne! Sahne tozu yakıyor genzinizi, perde açılıyor, bir kapı gıcırtısı duyuluyor uzaktan ve önünüze bir tiyatro metni çıkıyor. Şaşırıyorsunuz, en azından ben şaşırdım. Daha evvel okuduğum kitaplarında Rasim Özdenören’in tiyatro oyunu kaleme alacağı gelmemişti hiç aklıma. Denize açılan kapı’dan “Kapıyı Vuran Kim?” ve “Beklenen” isimli oyunların repliklerini tekrarlayarak giriyorsunuz. Kendi iç sesiyle konuşan kahramanların kalbî söylevleri dikkat çekiyor bu oyunlarda; “… Yargılama belki bugün. Yeryüzünü boşaltmam isteniyor. Temyizsiz. Acaba kim karar veriyor? Muhakkak birinin emriyle veriyordur karar verenler. Ama kim adına?” İnanç çizgisini hikâyelerinde olduğu gibi, tiyatro oyunlarında da korumuş yazar. Yüce yaratıcının varlığı ve idrakine varılmışlık hissi, Rasim Özdenören’in neredeyse tüm kitaplarında okuruna aşina gelen bir resim.
Parçalanmış Yaşamların Tümleşik Resimleri
Bazen içimizdeki parçalanmış yarınları “bugün” yapmak isteriz benliğimizde. Çünkü yaşanacak olan “an”dır ve gerisi vesairedir. Yarının garanti mührü elimizde yokken, şimdiye dair tüm yaşanmışlıklar içimize sinmeye hazırdır. Ayrılığın her türlüsü zordur. Ocağını bırakıp gitmekle, sevdiklerini ardında koyup gitmek birdir. Ocağın içinde, sevdiklerindir geride kalan. İnsanın evim, ocağım dediği yere geri dönüşü, parçaladığı bir resmi yeniden bir araya getirme çabasıyla eş değerdir. Eskisi gibi olmaz, ne giden, ne de kalan… “Ocak” isimli hikâye de böylesi duyguları anımsatıyor insana işte. Evim, ocağım dediği yere geri dönüşünde çekilen yabancılık hissi, aitlikle, ait olamamışlık arasında ki ince çizgide bocalayan bir ev reisi…
“Aslında kapıyı omuzlayıp açabilirim, ama bunca ayrılıktan sonra içime sinen o garipliği, yabansılığı, kendi evime, babama, anama, evdeki herkese karşı gelişmiş o tuhaf utangaçlığı silkip atamıyorum.”
Belki de yaşadığımız hayat üzerine, kısa mesafeli anlarda uzunca düşünmek gerekli. Rasim Özdenören, kısa hikâyelerin içine uzunca yaşamlar sığdırmış bu kitabında. Sabahın Seher vaktine doğru bir “aman” dediğinizde, yazarın tasvirsel yazım üslubunun en iyi örnekleriyle karşılaşıyorsunuz beklide. Özdenören’in hayal gücünde ki mekânları bir rüya büyüsüyle anlatması, yazdıklarını çekici kılan en önemli özelliklerinden biri kesinlikle.
“Yokuşun alt başından, sanki sırf ramazan aylarında kullanılmak için yapılmış canavar düğününün ağaç direkli kulesi, tepesinde ki kara şapkasıyla bir heyula gibi görünüyordu.”
Kitaptaki hikâyelerin neredeyse hepsinde parçadan bütüne bir birleşmişlik hali hüküm sürüyor. Yazar parçalanmış yaşamların tümleşik resimlerini çizmeye çalışıyor cümlelerle.
Vuslat Kapısı
İnsan yaşamı boyunca bir şeylere kavuşmak adına çaba gösterir. Nihayetinde kavuştuğu gerçeklerle, tasarladığı hedefler arasında bazen aşılmaz uçurumlar olsa da, bir yerlere varmak çekilen çilenin kutsiyetindendir belki de… Rasim Özdenören’in hikâyelerin de vuslat duygusu, zaman zaman dimağınızda kekremsi bir tat bırakırken bu aydınlık eşlik eder hep bizlere. Bu kitabında ki hikâyelerinde de arka kapak yazısında da dediği gibi; “Yazar, denize kavuşmak isteyen ırmaklar gibi kendi çalkantısının içinde debelenip duran insanları ‘vuslat kapısı’nda karşılıyor…”. Karşıladığı insanların memnuniyet derecesi nedir bilinmez ama vuslat duygusunu, ruhsal yorgunluğun avarelik halini, umutsuz bir aşkın çıkmaz sokaklarını en iyi tasvirlediği ve anlattığı hikâye “Sabahın Seher Vaktinde Aman” ismiyle okuyanını karşılıyor. Sırf bu hikâye için bile bu kitap okunmalı bence.
İnsanın kendini dipsiz kuyularda arayışı, bir ırmağın kenarında susuz kalışını ve kendi ördüğü labirent duvarları arasında ki çıkmaz yarışını izlemek isterseniz şayet, ellerinizle Denize Açılan Kapı’nın kolunu tutmalısınız.
Denize Açılan Kapı
Rasim Özdenören
İz Yayıncılık
96 Sayfa Gülnaz Eliaçık Yıldız - 25.07.2011