Dili ve kalemi terbiye etmeyi öğrenmeden edepli olmak da m, Söyleşi, Misafir Köşesi

Dili ve kalemi terbiye etmeyi öğrenmeden edepli olmak da mümkün değildir yazısını ve Misafir Köşesi yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr si

Dili ve kalemi terbiye etmeyi öğrenmeden edepli olmak da mümkün değildir

09.07.2012 11:10 - Misafir Köşesi
Dili ve kalemi terbiye etmeyi öğrenmeden edepli olmak da mümkün değildir

Ersin Kendir Söyleşileri hızlandırarak bu hafta Ahmet Kalkan ile Söyleşti.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız, Ahmed KALKAN kimdir? Gündelik hayatınızdan bir kesit sunar mısınız?

Ahmed Kalkan, henüz hayatta olan 7 milyar insandan biri, Allah'ın kullarından bir kul. Allah'a hakkıyla kul olmaya, sadece O'na kulluk yapmaya çalışan bir kimse. Doğum tarihi, rahmetli annesinin ifadesine göre, hiç tanımadığı filanın düğününden bir ay kadar sonra, falanın askerden gelişinden iki hafta önce. Doğumundan 3 yıl kadar sonra alınan kimliğe göre, başka bir gün bulamamış gibi yılın ilk ayının ilk günü doğmuş, sadece zenginlerin evlerinde bulunan takvimler 1955 yılını gösteriyormuş. Kemalist devrimlere kurban edilen hilâlin esas alındığı hicrî takvime göre 1374 yılının Cemaziyel Evvel ayının 8'inde, Kütahya'da 4 kardeşten üçüncüsü olarak dünya nüfusunun bir sayı daha artmasına sebep olmuş.

Hâfızlık ve Arapça eğitimi, İmam Hatip Lisesi, kısa bir müddet imamlık ve Edebiyat Fakültesi, 4 yıl kadar Sakarya Karasu Lisesinde Edebiyat öğretmenliği. Sonra, sistem içi çalışmaların Nebevî usûle uymadığını anlayarak öğretmenlikten istifa. Hür şekilde İslâm'ı öğrenmeye ve öğretmeye çalışan ve Kur'an talebesi olma gayretiyle yaşanmış altmışa yakın yıl... Rabbinden temennisi müslümanca vefat; ya kürsüde İslâm'ı anlatırken ya secdede ibadet ederken veya cephede İslâm düşmanlarıyla savaşırken...

Sabah namazından sonra bilgisayar başına geçip maillere göz atar ve sorulan sorulara cevap vermeye çalışır. Fırsat bulursa dinlenme kabilinden internet haberlerine ve bazı sitelere göz atar. Sonra ders notu hazırlama, bazı konuları araştırma; yani Rabbinin ismiyle ve izniyle okuma ve yazma... Öğleden sonra çoğunlukla bir ders, sonra akşam Anadolu tarafında veya Avrupa yakasında bir dernekte ders, bir ev sohbeti... Gündüz dersi yoksa, okuma ve yazmaya devam. Çeşitli hastalıklara, özellikle şiddetli baş ağrısına karşı pes etmemeye çalışma... Akşamdan sonra seminer. Ayda birkaç kez İstanbul dışında sohbet ve seminer. Saat 24 civarı eve geliş. 01'de yatar, ağrıları rahat bırakmaz, gece 2-3 defa kalkıp gezinir, kültür fizik yapar. Huzursuz bacak ve sinir-kas rahatsızlıklarının çoğu zaman işkenceye dönüşen sıkıntıları... Toplam 3 saat uyuyabilirse sevinip şükreder. Dinlenerek değil, genellikle yorgun tarzda ağrılarla başlayan bir yeni gün... Yine sağlıklı rolünü oynamaya devam...

Rabbim evvela sağlık, sıhhat ve afiyet nasip etsin. İnşallah Rızay-ı ilahi yolunda daim eylesin. Topluma bilinç kazandırmak için büyük gayret içindesiniz, gerek birebir gerekse kitaplarınızla insanları bilinçlendirmek adına çıktığınız yolculuktan bahseder misiniz?

Eski insanların âdetidir, kalemi yazmak için sabırsızlansa da (belki anlayışı, zihniyeti değişir ve kendisiyle çelişir diye) 40 yaşına kadar kitap yazmama, sonra gücü yetiyorsa eser bırakma. Sadaka-i câriye olur inşaAllah diyerek gençlerle sohbet, ders. Kitapla, makale ve sitelerdeki yazılarla uzaktaki insanımızı bilinçlendirmeye çalışma. Sizin tanımadığınız Allah için sizi seven dostlarınız. Zahmetli çalışmaların zorluklarını unutturan sevgiler. İnşaAllah esas ödülü âhirette alacağız. Bir tarafta dualarla, hak etmediğiniz sevgi ve saygı; diğer tarafta haksız itham, suçlama ve hatta tekfir edilme... İnternet sitenizden veya facebook'tan sizi hiç görmediği halde seven, yüz yüze hiç tanışmadığınız hayranlarınız, dostlarınız... Meselâ Batman'da bir sohbet veya konferansınız var. Çarşıda yürürken, seni gösterip "Aaaa, bu Ahmed Kalkan değil mi?" diye arkadaşına sizi gösteren bir bayan veya esnaftan birisi. Dualar, tebrikler inşaAllah uhrevî ödüllerin dünyevî avansı olur. "Hiç düşmanı olmayan kadar alçak kimse yoktur" sözünü doğrulayan, sizin onlara düşman olamayacağınız kimseler... Taa Almanya'dan veya Ankara'dan sizinle tanışmak için gelen dostlar, soru sormak için ev ziyaretleri, telefonlar, mailler... Hak etmediğiniz teveccüh ve sevgi... Zahmetli, fakat dünyada bile rahmetini gördüğünüz çalışmalar... Sizi görmeden sizi tanıyan, seven insanlar... Ev sohbetleri, derneklerde seminer ve dersler. Lâyık olmadığınız takdir ve sevgi. Diğer taraftan haksız eleştiriler, itham ve tekfirler... Elini tokalaşmak için uzatmayan, bazılarının yumruk yapıp tavrını gösterdiği tepki kadar hayranlarınızın aşırı sevgisi de zararlı, hatta bizi gurura sevketme ihtimali büyük olduğundan ikincisinin riski daha büyük. Sevdiğimizi Allah için sevmemiz gerektiği gibi, ölçülü sevmekle de mükellefiz; buğzettiğimize Allah için ve yarın dostumuz olabilir diye ölçülü tavır gerek, yani denge ve itidal...

Küçüklü büyüklü yazıp yayınlattığı 30 kitap. Çeşitli dergilerde yayınlanmış 200 civarında makale. 1993'te Bilinç Serisinden Sanat Bilinci adlı kitabı, ilk göz ağrısı. Müslümanın Akaidi, Müslümanın Müslümanlaşması, Müslümanın Güzelleşmesi, Tevhid Bilinciyle Canlanmak, Kur'an'ın Gör Dediği Kur'an'ın Kör Dediği kitaplarından bazıları. On cilt halinde yayınlanan on bir bin sayfa tutarında Kur'an Kavramları adlı eser, Kur'an talebesi olma yolunda küçük gayretleri için birer şahit.

Hastalıkların elverdiği oranda okuyacak, yazacak ve yaşamaya, yaşatmaya çalışacak inşaAllah.

Kitaplarınızda tevhid-akaid bilincine ağırlık vermektesiniz bu konuda neler söylemek istersiniz?

İnsanımızın bireysel, sosyal ve siyasal hayattaki tüm problemlerinin kaynağında tevhidî inanç açısından bilgisizlik ve ilgisizlik var. Bizi dünyada izzete, âhirette cennete götürecek olan yol, akîdenin sağlamlığından geçer. Kur'an'ın istediği gibi iman edilmedikçe, kişilerin ve toplumların düzelmesi mümkün olmayacak, ahlâkî öğütler delik kaba su doldurma gayreti gibi sonuçsuz kalacaktır. Rasûlullah'ın Allah'a sığındığı faydasız bilgi için her zorluğa göğüs geren insan, âhirette kurtuluş ve dünyada huzur için gerekli İslâm'ı öğrenme ve yaşama çabası içinde değilse, büyük bir yanlışlık var demektir. İslâm'ı öğrenmeye çalıştığını sanan bazı kişilerin de, abdesti bozan şeyler kadar imanı bozan şeyleri öğrenmeye önem vermediği de ayrı bir problem. Dört taraftan câhiliyyenin kuşattığı insanın, her türlü beşerî dayatmalara karşı direnebilmesi, Allah'tan başkasına eğilmeyecek bir güce ulaşabilmesi için çok sağlam bir imana ihtiyacı olacaktır.

Tevhidî esaslar, Kur'an'ın en fazla önem verdiği hususlardır. Din, bu esasları bireylere ve topluma yerleştirmeyi esas almış; Mekkî sûreler hemen tümüyle bu ilkeleri insanın zihnine ve gönlüne yerleştirirken, Medenî sûreler de sık sık buna vurgu yapmış, emir ve yasaklarla bunları pekiştirmiştir. Hz. Peygamber, on üç sene Mekke döneminde bu imanî esasları yerleştirmek için tebliğini sürdürmüş, sonra da imanları kemâle erdirme gayretine devam etmiştir. Kur'an, insanın sadece Allah'a kulluk yapmak için yaratıldığını vurgular. Her türlü puta tapıcılığı, şirkin tüm çeşitlerini, tâğutun bütün görüntülerini, sahte ilâhların egemenliklerini reddetmeden yalnız Allah'a kulluk sergilenemeyecektir. Kabul ve reddedilmesi gereken Kur'an'a dayanan bu inanç esaslarını öğretmekten daha önemli gayretin olmadığını düşünüyorum. İnanç sağlam olmadan amellerin de, ibâdetlerin ve ahlâkın da sağlam ve güzel olması mümkün değildir.

Tevhidin bireysel, sosyal ve siyasal hayata yansıması gereken esasları, güncel itikadî problem ve sapmalar yeterli şekilde gündeme gelmemiştir. Vahye dayanan ve Kur'an ilkelerinin temel alındığı bir inanç ve Sünnet dediğimiz bu esasları bireysel, sosyal, ekonomik, hukukî ve siyasal hayata geçirmeye çalışmak, tüm müslümanların hedefi olmalıdır.

Okurlarınız ile iletişim kurmak, onlardan yorum, eleştiri, soru gibi geri dönüşüm almak konusunda düşünceleriniz nedir?

Her yazar, yazılarının okunmasını ister. Okunmasını, anlaşılmasını, eleştirilmesini, düzeltilmesini... Yazının nice olumlu yönleri yanında konuşmaya göre önemli dezavantajı, karşılıklı etkileşimden yazarla okuru mahrum bırakması ve muhâtapla sıcak bir ilişkiden, canlı bir iletişimden mahrum bırakmasıdır. Dost, insanın gurur ve kibrini arttıran değil, dostunun yanlışlarını ıslah edici bir tarzda düzeltmeye çalışan kimsedir. Bizim insanımızın çoğu, kapalı kapılar ardında yazarı ve kitabı abartılı bir şekilde över veya yerer. Hâlbuki görüş ve eleştirilerini dedikodu şeklinde değil, uyarı yapıp doğrusunu yazarın yüzüne karşı (veya telefon, mektup ve elektronik mektup gibi bir yolla) dile getirmeli, yazarın aynası olarak onu düzeltmeye çalışması gerekir. Bu, okuyucunun sadece hakkı değil, aynı zamanda görevidir de. Taraftar bir cemaat mensubu veya halk açısından; yazarlar ve hocalar ya melektir veya şeytan. Onun da insan olduğu ve her insan gibi hataları olabileceği unutulur. Aslında hakkı verilmiş bir eleştiri; yazarı besler, uyarır, ıslah eder, düzeltir, haddini bilmesini ve gurura kapılmamasını sağlar. Çok değilse de, az da sayılmayacak kadar görüşlerini ve eleştirilerini benimle internet ortamında veya sözlü olarak paylaşan okuyucum var. Bunların hemen hepsi mezhebî görüşe, klasik anlayışa veya genel kabule ters düştüğü için eleştirilen veya okuyucunun kendi doğrusuna ters düşebilen hususlar oluyor. Elbette bu eleştirileri ciddiye alıyor ve yararlanıyorum. Ama, benim için esas yanlış; Kur'an'a ve sahih Sünnete ters düşmektir. Kur'an'ın hükme bağlamadığı tartışılabilecek hususları ve özellikle Kur'an'a uymayan görüşleri din diye vurgulamak esas korktuğum ve Allah'a sığındığım yanlışlardır. Kur'an'a (geçerli te'vili ve mazereti olmayacak şekilde) kesin şekilde zıt olan bir cümlemi iddia ve ispat etmeyen eleştirilerin (özellikle alternatif çözüm de önermiyorlarsa) bende sadece saygı ile veya müsamaha ile karşılanacak yönü vardır; uygun görürsem bu eleştiriler doğrultusunda düzeltmeye giderim, çoğunlukla; "bu da kardeşimin bakış tarzı" diyerek, değiştirmeyi ve düzeltmeyi gerek de görmem. Rabbim, bu âna kadar Kur'an'a zıt görüşle itham ettirmedi, bundan sonra da Kur'an'a ters düşen bir görüş ve tavsiyeden beni korusun.

Yazmak sizin için ne ifade ediyor, şu an nasıl bir çalışma bekliyor okurlarınızı?

Dil hakkı söylemek, kalem hakkı yazmak, hakkı yaymak zorundadır. Yazmak, benim için bir kulluk görevidir. Boşluğa dağılan sözlerden, boşluğu dolduran, boşlukları doluluğa çıkaran araç yazıdır. Yazı insanı geleceğe taşır. Allah için ve sâlih amel olarak yazılmışsa yazı, sahibini ölümsüzleştirir. Kendisiyle yararlanılıyorsa, bitmeyen, devamlı akan sadakadır yazı. Yazdığı faydalı bir yazı sebebiyle öldükten sonra da hizmet etmeye, insan yetiştirmeye devam eder yazar. Yazı, insanı unutulmazlığa, ölümsüzlüğe ulaştıran bir köprüdür. Geçmişin hazinelerini bize sunduğu gibi, bizden de geleceğe armağandır yazı. Güzel yazı bir hedef, gaye değildir. Rabbimizin rızasını kazanmak için bir vesiledir. Din amaç, dil ve kalem araçtır. Rabbimiz, önem verip dikkatimizi çekmek için kalem'e yemin eder: "Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun ki" (68/Kalem, 1)

Yazmak benim için ekmek ve su gibi bir gıda. Ya da namaz gibi, oruç gibi bir fariza/ibâdet. Yazmanın Kur'anî bir görev olduğunu düşünüyorum. Şu an, Kur'an Akaidi diyebileceğimiz bir kitap çalışmam var. Nüzul sırasına göre Kur'an'ın iman esasları, imanı takviye eden, zayıflatan ve yok eden hükümlerini tespit etmeye çalışacağım. Bildiğim kadarıyla maalesef ne Türkçe ve ne Arapça Kur'an Akaidi adıyla veya bu içerikte bir kitap yok. Kur'an'a ters akaidler çok, ama iman esaslarını tümüyle Kur'an'ın tespit ettiği bir kitap yok. Bunu, büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Rabbimden bu konuda da bana yardım etmesini niyaz ediyorum.

İnşallah çalışmalarınızda ve yeni kitabınızda muvaffakiyet dileriz. Bugünkü yayın dünyasını nasıl buluyorsunuz?

Faydalı tarafının zararlı tarafından birazcık fazla olduğunu, hüsn-i zannımı zorlayarak ifade edebilirim. Piyasada hangi meslek doğru dürüst ve helâl dairesinde işliyor ki, yayın dünyasını aklayalım. Din adına dini tahrip ve tahrif eden eserler, halkın isteğine uygun hurafeleri, sırf satışı iyi olur diye kitap adıyla piyasaya sürenler. Yayınevleri her şeyden önce para kazanmayı yeğliyorlar. Maliyetinin en az dört misli fiyat konur. Kitabın ikinci baskısına 22. baskı diye yazanlar mı ararsınız, zehri bal diye sunanlar mı? Hele o, kitapların ilk sayfalarında yazan şu cümleyi o kadar çirkin buluyorum ki... "Her hakkı mahfuzdur..." CD'lerin başında yazı: "İzinsiz çoğaltanlara hakkımızı helâl etmiyoruz..." İlim, satılacak bir metâ oldumu, din üzerinden para kazananlar çoğaldımı, kıyamet kopmuş demektir; ilmin kıyâmeti, toplumsal kıyamet. Yayıncılığın da kıyâmetinin çoktan koptuğunu düşünüyorum.

Haklısınız tabi hocam, artık herşey kar ve zarar kıstasiyle ele alınıyor malum. Roman ve şiir ile aranız nasıldır. Şuur imbiğinizden şiir damıttığınız oldu mu hiç?

Romanı pek sevmem. Mahremiyetin gözler önüne serildiği, halkın görmesi için evdeki tüm oda duvarlarının yıkılıp içerideki hayatın deşifre edildiği, kötü örneklerin saf zihinleri idlal edecek şekilde ortaya döküldüğü Batı'ya ait bir yazı türüdür roman. Edebiyatçı olarak ilgilenmem gerektiği halde, pek fazla roman okumamışımdır. Birkaç gram şeker için bir kg. keçi boynuzu yemek gibi gelmiştir roman okumak. Bir başkasının gizli ve mahrem yönlerini merak ettiren, yatak odasından bile naklen yayın yapılan bir tür gibi gelir bana. Roman, yani filmlerin, dizilerin hikâyesi, senaryosu. Hayırlı, faydalı fikir kitaplarına ve özellikle vahiy kitabı'na ayırmamız gereken zamanı bir yazarın hayalindeki masala tahsis etmek, bizim seviyemizi çocukluktan ileri götürmemize engel olur gibi geliyor bana. Bu eleştirim, özellikle edebî değeri olmayan, din açısından da mâlâyani ya da aburcubur kabilinden yazılan romanlar için.

Şiirle uğraşmayan, gençliğinde şiir denemeleri yapmayan azdır bizim toplumumuzda. Tabii herkesin şiir yazdığı ortamda şâirin ve gerçek şiirin ayırt edilmesi, değer bulması kolay olmasa gerek. Herkesin şiir yazması, şiirin ayağa düşmesi, beni şiir yazma konusunda ve yazdığım şiirleri başkalarıyla paylaşma hususunda cimri davranmamı gerektirdi.

Geçmiş yıllara nazaran okuma oranında artış görülmektedir. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Okumanın toplumsal değişime katkısı ülkemizde hangi boyuttadır sizce.

Okuma oranının arttığı ve yeterliliği konusunda pek iyimser değilim. Şöyle ki:

Nüfusu 7 milyon civarında olan Azerbaycan'da kitaplar ortalama 100.000 tirajla basılırken; 75 milyonluk Türkiye'nin 1.000 veya 2.000 olarak basılır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına kitaba harcanan para, yılda ortalama 100 ABD doları iken, Türkiye'de 10 doların altındadır. Amerika'da 72 bin, Almanya'da 65 bin, İngiltere'de 48 bin, Fransa'da 39 bin, Brezilya'da 13 bin, Türkiye'de ise sadece 6 bin 31 çeşit kitap basılıyor. Japonya'da yılda toplam olarak 4 milyar 200 milyon adet kitap basılıyor. Türkiye'de ise yalnızca 23 milyon. Japonya'da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa'da 7, Türkiye'de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor. Kitap okuma oranlarında Japonya'da 1 kişi yılda 25 kitap, İsveç'te 1 kişi yılda 10 kitap, Fransa'da 1 kişi yılda 7 kitap okurken Türkiye'de 6 kişi yılda 1 kitap okuyor. Türkiye'de her 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor. Birleşmiş Milletler İnsanî Gelişim Raporu'nda, kitap okuma oranında Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında Türkiye, 86. sırada. Türkiye'de yüksek öğrenim görenlerin oranı 1965'e göre 14 kat arttı. Ama yüksek öğrenim mezunlarının kitap okuma oranı 1965'in de altında kaldı.

Türkiye'de dergi okuma oranı: % 4, kitap okuma oranı: % 4,5, gazete okuma oranı: % 22, radyo dinleme oranı: % 25, televizyon izleme oranı: % 94. Türkiye'de yaşayan insanlar, her akşam ortalama 4 saat televizyon karşısında. Bu saatlerin toplamı ayda 15 gününe (bir iş günü sekiz saat hesabıyla) tekabül eder. Sanki hayatı yaşamıyor, sadece seyrediyor insanımız. Üstelik seyrettiği hayatla yaşadığı hayat arasında hiçbir bağlantı yok. Televizyonda izlenen aileler, müslümana yabancı, İslâm kültürüne ve inancına tümüyle uzak. Tv. Programları, tümüyle zamanı kemiriyorlar.

Okumanın toplumsal değişime katkısı için, neyin nasıl okunması gerektiği üzerinde durulmalıdır. Araştırma ve anketlere göre, Türkiye'de okunan kitaplar, genellikle "siyaset, aşk, cinsellik" konularını işliyor. Allah, biz kendimizdekileri değiştirmeden bizi (yönetimimizi, sosyal ve siyasal sistemi) değiştirmeyecektir. Bu büyük değişimi hak etmek için okuduklarımızı gözden geçirmek, hayat kitabımız olan Kur'an'ı her kitaptan fazla okumak, okuduğumuzu yaşamak için anlamak gerekiyor. İnsanlar, Allah'ın kitabını mehcur bırakıp kendisi gibi bir insanın yazdıklarını yaratıcının kitabına tercih ederse, müspet anlamda toplumsal değişimin yolunu tıkamış olur.

Her kitap, bir tek kitabı (Kur'an'ı) daha iyi okuyup anlamak için okunursa, dinin önünde engel olmaktan çıkar. Okunan kitaplar içinde Kur'ân-ı Kerim'in oranını merak edip araştıran bile çıkmamış. Elbette müslümana yakışacak oranda olduğu söylenemez. Bu kadar az kitap okunan ülkede, kitap okuyanların ne tür kitap ve dergi okudukları da, çok satanlar listelerinden ve hangi kitapların kaç baskı yaptığından belli oluyor. Hayatında onlarca kitap okuyanlar, hâlâ Kur'an meali ve tefsiri okuyacak zaman bulamıyorlar. Okul kitabından, Ahmed'in, Mehmed'in, hatta John'un, Mary'nin kitabını okumaya fırsat bulanlar, Allah'ın kitabını okuma ihtiyacı hissetmedilerse, bu insanlara ne denir? "Kitapsız" diye bir kelime var, dilimizde, hakaret olarak kullanılan. Allah'ın kitabını hayatın merkezine koymayan, hayat kitabı edinmeyen, onu okumayan, hayatına geçirmeyen, onsuz yaşayan insanlar için kullanılır bu ifade. Şimdi tam günümüz insanını tanıtıyor bu kelime. Bu tür insanlar, âhirette: "Kitabın ne?" sorusuna, büyük ihtimalle "filan gazete, filan tv. kanalı, falanın romanı, filanın anayasası, filanın nutku" gibi cevaplar verecekler istemeseler de.

Kitap okuyan ve kitap okunan çocukların düşünceleri, diğer çocuklara göre daha zengindir. Düşünme, bilgi ile birlikte geliştiğinden çocuk bildiği kadar düşünebilir. Bilginin desteklemediği düşünceler sığ kalmaktadır. Okuma, çocuğun kelime hazinesini artırmakta ve iletişim kabiliyetlerine müspet katkılarda bulunmaktadır. Kendisine kitap okunan çocukların dil gelişmesi sağlıklı olmaktadır. Kitap okuyan çocukların iletişim kapasiteleri artar. Günümüz bilgi ve iletişim toplumunda kendini iyi ifade eden kişilerin başarılı olduğunu vurgulamak gerekir. Düzenli okuma çocukların kolay öğrenme ve doğru hüküm verme kabiliyetlerini inkişaf ettirir. Kitapların kazandırdığı zihin gücü; öğrenme, sorgulama ve karar verme süreçlerine müspet tesir ederek kişinin şahsî kemalâtına katkı sağlar.

Tüm yazarlarımıza yönelttiğimiz sorumuz: Yazmaya ilgi duyan genç yazarlara önerileriniz var mıdır?

Yazmaya ilgi duyan gençlerimizi öncelikle takdir edelim, teşvik edelim, kaleminden tutup yol gösterelim. İyi yazmanın yolu iyi okumaktan geçer. İnsanımız okumuyor. Okuyanlarımız yazmıyor. Yazanlarımız yaşamıyor Okur, yazar.ve yaşar olmalıyız. İlk inzâl olan 4 surenin ilk âyetlerindeki mesaj şudur: "Oku, yaz, kalk ve uyar."

Dilin kurallarını (dilbilgisini) bilmeden düzgün yazılmaz. Kompozisyon kurallarını da bilmeden güzel yazmak zordur. Dil zevkine varmadan zevkle okunacak kitaplar yazmak imkânsızdır. Direksiyon başına geçmeden şoför olunamayacağı gibi, eline kalem almadan da sadece teorisini öğrenerek yazar olunmaz. Bir usta yazara yazdıklarımızı eleştirmesini ve düzeltmesini isteyerek onun yardımı ile güzel bir yazar olabiliriz.

Okumayan bir toplum olduk; okumayan, sadece seyreden. Midemize ve giysimize verdiğimiz önemin kaçta kaçını kafamıza ve gönlümüze veriyoruz? Bir ayda midemize harcadığımız paranın ne kadarını dâvâmıza harcıyoruz? Gönlümüzün ve kafamızın gıdası, biraz sonra çoğunu boşaltma ihtiyacı hissedeceğimiz mideye âit gıdalardan daha mı az önemli? Unutmayalım; her gün "O Kitab"ı ve onu açıklayan kitapları okumayanın canına okunmaktadır. Mutlaka en az haftada bir sadece Allah için bir araya gelip cemaat çalışmaları, Kur'an ve Akaid eksenli dersler yapmak, çocuklarımızı ve çevredeki gençliği bu çalışmalara yönlendirmek, evlerimizi de mescid ve mektebe, Kur'an'ın okunduğu, anlamının öğrenilip öğretildiği kurslara dönüştürmek zorundayız. Aksi takdirde dünyada zilletten, âhirette azaptan kurtulmak zordur.

En güzel söz ve edebî kitap olan Kitabımız, insanların da dillerini güzel kullanmalarını emreder. "Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar. (En güzel olan kelimeyi, yumuşak ve tatlı sözü güzel ifadeleri söylesinler.)" (17/İsrâ, 53) Benî İsrâilden alınan mîsaktan (ahid, söz) biri de insanlara güzel söylemektir (2/Bakara, 83). Dolayısıyla tüm müslümanlara da güzel konuşmaları emredilmektedir. Uyulması emredilen söz de, sözlerin en güzelidir (39/Zümer, 18). En fasih konuşan ve muhâtaplarının her türlü söz ve davranışla yaptıkları eziyetlere sabreden, onlara karşı en güzel ifadelerle dâvet ve tebliğ vazifesini yapan Rasûl-i Ekrem'e bile güzel ve tesirli konuşma emredilmektedir: "Onlara va'z et/öğüt ver, onların içlerine işleyecek, ruhlarına nüfuz edecek güzellikte tesirli söz söyle." (4/Nisâ, 63).

Güzel söz söylemek veya güzel yazmak denilince, insanların çoğu bunu iltifat etmek, sevgisini dile getirmek ya da umut veren konuşmalar yapmak olarak algılar. Oysa Kur'an'ın bize öğrettiği güzel söz, her ne kadar bu sayılanları içine alsa da, çok daha farklı ve geniş bir anlam içerir. Allah, güzel sözü bize şöyle tarif eder: "(İnsanları) Allah'a dâvet eden, sâlih amel/iyi iş yapan ve 'ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?" (41/Fussılet, 33) Asıl güzel söz, insanları Allah'a çağıran, Kur'an'a uymaya dâvet eden sözdür. Güzel sözü söyleyen, yani Allah'a çağıranlar ise yalnızca iman edenlerdir. Bu güzel sözü güzel şekilde yazıya geçirmek de güzel yazmaktır.

Allah'ın dinini anlatmak, Kur'an ile öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten men etmek, Allah'ın âyetlerini hatırlatmak; bunların hepsi birer çağrıdır ve bir insana söylenebilecek en hayırlı, en güzel sözlerdir. Mü'minlerin insanları Kur'an ahlâkına yönelten bu sözleri, doğrudan karşılarındaki kişiyi hoşnut etmeye yönelik olmadığı gibi, herhangi bir menfaate yönelik de değildir. Tüm bu sözlerin tek bir hedefi vardır; Allah'ı râzı etmek ve muhatabın da Allah'ın râzı olacağı ahlâkta bir insan olmasına vesile olmak. Hedef bu olunca Allah'ı zikretmek, tevhidi, ibâdeti, güzel ahlâkı anlatmak ve âhireti kazanmaya çağırmak gibi, kimi zaman kişiye eksik olduğu yönlerde öğüt vermek, Kur'an âyetleri doğrultusunda hatalarını eleştirmek, korkup sakınmasını hatırlatmak da aynı şekilde güzel sözdür.

Dili güzel kullanmak, yani edebiyat bir sanattır; güzel sanatlardan biridir. Peygamber lisanıyla güzellikler ve meşrû sanatlar şöyle taltif ve tavsiye edilir: "Allah güzeldir, güzellikleri sever." (Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10) Hz. Peygamberimiz, sözü güzel kullanmakta usta olan, önemli şairlerden Hassan bin Sâbit'i güzel sözlerinden, şiirlerinden dolayı yücelterek övmüş, teşvik etmiş, hatta bir kere de, memnuniyetini belirtmek için kendi hırkasını çıkarıp bu şaire hediye ederek iltifat etmiştir.

Medeniyet, güzelliklerden meydana gelen bir terkiptir. Güzel konuşma ve güzel yazma, başlı başına bir sanattır, güzel sanatlardandır. Kimi vardır, güzel konuşur, fakat güzel yazamaz; kimi de güzel yazar, kalemi kuvvetlidir, fakat güzel konuşamaz. Bu bir kabiliyet işidir. Önemli olan, doğuştan potansiyel olarak Allah'ın bir lütfu ve nimeti olarak verilen bu beyan yeteneğimizi (55/Rahman, 4) kontrole ve disipline alıp geliştirmektir. Herkesin güzel bir yazar veya meşhur bir hatip olması beklenemez, bu zaten mümkün de değildir. Fakat, sözü dinlenen, güzel ve düzgün konuşan, anlattığı ve tebliğ ettiği anlaşılan, gerektiğinde merâmını yazıyla da doğru ve güzel bir şekilde anlatan bir seviyeye, çalışıp gayret etmek şartıyla hemen her insan gelebilir.

Bütün bunlara rağmen, güzel konuşmak veya yazmak, dili güzel kullanmak, hiçbir zaman gaye olmamalıdır. Dil bir araçtır. Bu vâsıtayı çok iyi kullanabilmek için esas gayeden uzaklaşarak hayatı bu uğurda harcamamak da gereklidir. Din, amaç; dil ve kalem araçtır. Bu konuyla ilgili Kur'an'da vurgulanan, güzel olan gayeye, güzel vâsıtalarla gidilme esasıdır. Kur'an, gayemizi belirtirken, vâsıtaları da belirtmiş; her türlü aracı değil; nassların belirlediği, ya da bizi özgür bırakarak mubah kıldığı araçlarla gayeye doğru yol almamızı istemiştir. Dolayısıyla konuşma aracı dil ve yazma aracı kalem, kötü bir gayeye hizmet de edebilir.

Kur'an başta olmak üzere güzel kitapları okuyarak, dâvet çalışması olarak söz ve yazı ile mesaj verip tecrübemizi artırarak sözlerimizin, dilimizin, kalemimizin yontulmasını sağlayabiliriz. Odun, yontulunca kalem haline de gelebilir. Sözde önemli olan doğruluk ve samimiyettir, güzel bir gayeye hizmet etmesidir. Yoksa, içi boş, kof sözler, nefse hoş gelse de bunları edebî ve güzel kabul edemeyiz. Sözün edebî olması için edepli olması gerekir, çünkü edebiyat kelimesi edep kelimesinden türemiştir. Edepsiz edebiyat olmaz. Dili ve kalemi terbiye etmeyi öğrenmeden edepli olmak da mümkün değildir. Söz ve kalemin önemi buradan kaynaklanmaktadır.

Yontulmamış odun gibi kaba ve sert olan, güzellik ve yumuşaklıktan nasibini alamamış söz ve yazı, iyi niyetle söylenip yazılmış olsa bile, çok kere kaş yapayım derken göz çıkartabilir, fayda yerine zarar verebilir (Bkz. 3/Âl-i İmran, 159).

Genç yazarlar bu tavsiye ve öğüdünüzden çok ders çıkaracaktır muhakkak. Teklifimizi kabul edip bize bu enfes söyleşi fırsatını verdiğiniz için kitaphaber.com.tr adına çok teşekkür eder hizmetlerinizde istikamet çalışmalarınızda muvaffakiyet dileriz.


Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 09.07.2012 11:10 - Güncelleme Tarihi: 03.12.2021 16:10
3913

Misafir Köşesi Hakkında

Misafir Köşesi

Kitaphaber ailesine misafir olmuş konuk yazarların yazılarını bu profilde bulabilirsiniz.

Misafir Köşesi ismine kayıtlı 1014 yazı bulunmaktadır.