Dijital Emzik: Sosyal Medya, Sinema, Necla DURSUN

Dijital Emzik: Sosyal Medya yazısını ve Necla DURSUN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Dijital Emzik: Sosyal Medya

28.12.2020 09:00 - Necla DURSUN
Dijital Emzik: Sosyal Medya

Reddit, tiktok, youtube, facebook, gmail, instagram, twitter, snapchad, watsapp ve pinterst… Bu uygulamaları kullanıyor musunuz? Ne sıklıkta kullanıyorsunuz? Örneğin bir gün içindeki kullanım süreniz ne kadar? Diyelim şarjınız bitti ve birkaç saat kullanamadınız, reaksiyonunuz nasıl oluyor? Bu uygulamaların bağımlılık yaptığını veya bir tehlike oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Sorulara cevap verdiyseniz eğer Sophecles'in şu sözüne kulak vermelisiniz: "Ölümlülerin hayatına giren tüm büyük olaylar beraberinde lanet getirir." Sizce bu söz ne kadar doğru? Lanetin tanımı güncellenmiş midir? Biliyorum yazı bir dolu soru işareti ile başladı. Öyleyse soru işaretlerini gidermek için kalem oynatma vaktidir.

Dün bir yapım izledim. Neflix orjinal belgeseli logosuyla kameraya alınmış bu yapımın adı: "The Social Dilemma-Sosyal İkilem".

Sosyal medya hakkındaki fikirlerime yeni bir boyut kazandıran yapım Sophecles'in yukarıdaki sözününün siyah bir fon üzerinde beyaz puntolarla ekrana yansıtılmasıyla başlıyor. Korku filmi müziğini andıran introsuyla izleyicide endişe duygusunu harekete geçirerek başlıyor. Böylece seyirci dikkat kesiliyor. Bir buçuk saat süren belgesel, teknoloji endüstrisi için yeni bir günden oluşuracak türden. Bu yapımla endüstrinin detaylı incelemesininin yanı sıra akıl sağlığı ile sosyal medya kullanımı arasında bağ olup olmadığına ışık tutulmaya çalışılmış.

İlk sahneler kamera arkası görüntüleri gibi algılansa da esasında az sonra bildiklerini bizimle paylaşacak kişilerin ne kadar tedirgin olduğunu ve bunu yaparken ne kadar zorlandıklarını anlatıyor. Yani bu kapsamlı araştırmanın bir saniyesi dahi kaçırmak istenmeyecek türden.

Teknolojik Kimlik

Teknoloji endüstrisinin doğurup büyüttüğü sosyal platformlar tahmin edilemeyen bir hızda büyüyerek yine tahmin edilemez bir büyüklüğe ulaşmıştır. Çok sayıda kullanıcısıyla bir anlamda kontrolden çıktığı da söylenebilir. Teknolojik/dijital kimlikleriyle her türlü yeniliği kullanmaya açık olan kullanıcılar için bu kontrolsüzlük bir tehdit oluşturmaya başladığında; oluşum yaratıcısına (bir anlamda) canavarlaşarak geri dönmüştür.

Teknolojik bağımlılık, bu bağımlılığın medya tarafından göz ardı edilerek hakkında haber yapılmaması, bu konudaki araştırmaların yetersizliği, sosyal medya üzerinde yayılan sahte haber tehditleriyle baş etmeye çalışan ülkelerdeki kaos, filtreli fotoğraflarındaki gibi görünme isteğiyle yaygınlaşan esetetik operasyonlar, intihar vakalarındaki inanılmaz artış, çeşitli isimlerle literature giren yeni psikolojik hastalık türleri, kutuplaşmanın dünyanın her yerinde hızla yayılması, hacklenen seçimler gibi konular yaratılan canavarın verdiği zararın sadece küçük alt başlıkları.

Dijital Frankenstien

Dijital kimliğin yaratıcıları, izlediğim yapımda oldukça önemli paylaşımlarda bulunuyorlar. Katılımcıların tamamı; apple, google, reddit, tiktok, youtube, facebook, gmail, instagram, twitter, snapchad, watsup ve pinterst gibi sosyal medya kuruluşlarının ilk çalışanlarından oluşuyor.

Endüstride çalıştığı dönemlerdeki ünvanları ise oldukça çeşitli. Aralarında parasallaşma müdürlüğü, geliştirme platformu müdürlüğü, tüketim malları müdürlüğü, google-drive/gmail de kayda değer sürelerle geliştirme bölümünde görev yapmış olanlarla chad/facebook "like tuşu" nun yaratıcısı gibi silicon vadisinin önemli çalışanları var.

Çevrelerine baktıklarında dünyanın bir çılgınlık içinde olduğunu gören bu çalışanlar nasıl bir canavarı beslemekte olduklarının farkına vardıklarında büyük resmi görmek adına biraz geri çekilmişler. Gördükleri karşısında dehşete kapılarak tehlikenin boyutunun farkına varmış ve artık bunun birer parçası olmak istemediklerini anlamışlar. Kendilerine "Bu normal mi, yoksa bir büyünün etkisinde miyim?" diye sorduğunu söyleyen katılımcılardan Tristan Harris, Google'da tasarım etikçisi ve Center For Humane Technology'nin kurucu ortağı olarak görev yapmış. Kendisi "silicon vadisinin nadir vicdanı" olarak tanınmakta. Harris, kameralara bakarak diyor ki; "Biri dobra olmalı. Googla'da çalışırken gmail ekibindeydim ve çok yıpranıyordum. Çünkü sürekli aynı konuları konuşuyorduk. "Gelen kutusu nasıl görünmeli, ne renk olmalı?"gibi. Bizzat ben de e-postalarıma bağımlı olduğumu hissettim. Gmail'de epostaları daha az bağımlılık yapıcı yapmak isteyen kimsenin olmaması çok şaşırtıcıydı. Bu durum canımı sıkıyordu çünkü teknoloji endüstrisinde yolumuzu kaybetmiştik. Bu durumu içeriden değiştirmek için uzun süre kafa yordum. Sonucunda bir sunum yapmaya ve harekete geçmeye karar verdim" diyerek anlatıyor aydınlanma serüvenini.

Yaptığı sunumun sonucunda ne mi olmuş dersiniz? Sonucunda olan ve ol(a)mayan ile sektörde nasıl bir etki yaptığı hepimizin etrafındaki sosyal medya kullnıcılarının eğilimlerinde açıkça görülmekte.

Kasıtlı Cehalet

Teknoloji endüstrisinin şirketleri bünyesinde geçirdikleri zaman için, özünde iyilik geliştirecek bir güç için çalışmakta olduklarını düşündüklerini söyleyen katılımcılar; ne de olsa kayıp aile üyelerinin biribirini bulmasına veya organ donörlerinin tespiti ile hastaların deva bulmasına aracılık ederek dünya çapında iyi şeylere vesile olduklarını düşünmekteymişler. Ancak madalyonun diğer yüzünün öyle olmadığını anlayan bir katılımcı, Haziran 2017 tarihinde Google'dan şahsi etik kaygıları sebebiyle ayrıldığını söylemektedir. Bu kaygılarının esasında bütün endsütriye yönelik olduğunu da vurgulamaktadır. Temelde düşünmekte olduğu şeyi ise şöyle anlatmaktadır: "California'daki 20 ila 35 yaş arasında beyaz ırktan 50 erkek tasarımcı 2 milyar insan üzerinde etkisi olacak kararlar alıyordu. İki milyar insan sırf google'daki bir tasarımcı "Uyandığınızda ekranda göreceğiniz bildirimlerin işleyiş şekli bu." dediği için normalde akıllarına gelmeyecek düşüncelere sahip oluyor. Bu sorunu çözmek için bir sorumluluğumuzun olduğunu düşünüyorum."

Kasıtlı bir cehaletten bahseden tüm katılımcıların birleştikleri ortak hisler ise; endişe ve sorumluluk duyguları. Bu duyguları çekim anlarındaki vücut dillerinden, mimiklerinden, samimi ve kaygı dolu anlatımlarıyla gözlerindeki bakıştan rahatlıkla anlamak mümkün.

Piyasaya sürülen yeni ürün ve gelişmelerin, üretenden bağımsız hale geldiğini dehşetle izlediklerinin söylemektedirler. Sektörde çalışan ve gelişmelere imza atanların kötü bir niyeti olmadığı ve sektörde tek bir kötü adam olmadığı hususlarında hemfikir olan katılımcılara temel sorunun ne olduğu sorulduğunda düşünüp tartarak cevap verdikleri gözlenmektedir. Önemli birşey söyleme arefesindeki veya "Öyle çok şey varki hangibirinden başlasam?" diye düşünen insanların hali vardır üzerlerinde.

"12 yıl önce twitter'ı yarattığımızda bunların hiçbirini beklemiyorduk." diyerek öz eleştiri yapan eski bir twiter çalışanının sesi eşliğinde üç çocuklu bir Amerikan ailesinin sosyal medya bağımlılığını canlandırdığı sahnelerin izlenmesi yapımı belgesel olmaktan uzaklaştırarak izleyicinin empati kurmasını sağlaması adına çok doğru bir seçim olmuş.

Ailenin büyük kızı tehlikeyi çoktan farkederek bu akımdan uzak kalmayı tercih etmiş ve bol bol kitap okuma görüntüleriyle en bilinçli üye iken, "baba" sosyal medya bağımlısı olup bu durumu sorun olarak görmeyen yetişkin aile bireyidir. Sosyal medya kullanımındaki tehdidi görerek önlem almaya çalışsa da tehditin büyüklüğünü yeterince kavrayamaması sebebiyle çabası devede kulak olarak kalan diğer yetişkin birey ise "anne"dir. Ortanca çocuk yönlendirilmeye açık kişiliği ile arkadaşlarının eğilimleri ve sosyal medyanın çekiciliğine karşı koyamayan bir meteor taşı gibidir. Ailenin en küçüğü ise henüz 11 yaşını sürmektedir ve iflah olmaz bir sosyal medya bağımlısıdır. "Sosyal onay" girdabı içinde debelenen bu sevimli kız, az beğeni alan fotoğraflarını asla sosyal medya hesaplarındaki kişisel sayfasında barındırmayarak silmektedir.

Yapım boyunca tüm anlatılanların bu aile üzerinden canlandırılması küçük izleyicilerin verilmek isteneni kavraması açısından yerinde olmuş.

Yoksa Biz Truman Show Setinde miyiz?

Yapımı izlerken Truman Show filmi geldi aklıma. Kullandığımız onca sosyal uygulama ve türlü çeşit iletişim aracının etrafımızı sarıp sarmaladığı kocaman bir film setinde olabilir miydik acaba? Jim Carrey bazı ipuçları yakalayarak bir kurmacanın içinde olduğunu anlamıştı filmde. Biz durumu anlamak/kavramak için şöyle bir durup, derin nefes alıp etrafımıza gerektiği gibi bakıyor muyuz acaba?

Facebook eski yöneticisi Tim Kendal, Pinterest Başkanlığı ve Moment Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini üstlenmiş eski bir endüstri çalışanıdır. Algı yönetiminin sosoyal medyadaki arka palnının tüm kirli çamaşırlarını ve işleyiş şeklini en ince detayına kadar kameralara anlatmaktadır. Kar Etme Müdürü olarak görev yaptığı dönemde edindiği tecrübesine dayanarak reklam modellerinin inceliklerini ve bu uygulamaların nasıl para basmakta olduğunu anlatmaktadır.

Anlattıklarında can alıcı nokta ise, ücretsiz kullandığımız her üründe ücreti reklam verenlerin karşıladığı ancak ücret karşılığı satılanın ise hizmeti bedava aldığına sevinen kullanıcı olduğunu söylemesidir. "Ürün için ücret ödemiyorsan ürün sensindir." sözünün düstur kabul ediğidiği endüstride nasıl da ürün haline geldiğimizin yüzümüze söylenmesi soğuk esen sert bir rüzgar etkisi yapıyor izleyicide.

"Kullanıcının dikkatini" reklam verenlere satan telnoji şirketeri aslına bir anlamda "kesinlik satıyor"lar. Reklamın başarılı olacağının kesinliğidir satışa konu olan. Çünkü bu onlara para kazandırmaktadır. Bunu nasıl yapıyorlar peki? Cevap basit: ellerindeki verilerle yapıyorlar. Ne kadar çok veri o kadar çok para demek oluyor. Buna da bir isim vermişler: Gözetim Kapitalizmi. Yeni bir pazar yani. Daha önce denenmemiş tanışılmamış bir pazar. Bilindiği üzere pazar çeşitleri çoktur. Örneğin finans sektöründe bir çok pazar türü vardır. "Türev piyasa" da denilen bu piyasalarda alıcı ve satıcı karşı karşıya gelir ve işlemler vadelidir. Vadeli olarak işlem görülen bu piyasalara herşey konu olabilir; değerli maden, tahıl, tapu senedi, döviz, petrol hatta daha hasat edilmemiş dalındaki elma bile. Tam burada sözü edilen, ticareti yapılan ise "insan vadeli işlemi" dir. Çok acı ancak gerçek. İnanması güç gibi gelse de mantık dışı değil.

"Tık" Tuzağı

"İnsan vadeli işlem pazarı" nda dönen bol sıfırlı tutarlar teknoloji şirketlerini dünyanın en zengin şirketleri haline getirmektedir. Bu ticaret nasıl oluyor peki? Soyal medya kullanıcıları yani bizler nasıl oluyor da bir mal ve hizmet gibi satışa konu olabiliyoruz? Hiç haberimiz olmadan, onayımız veya rızamız alınmadan. Kısaca şöyle açıklayabiliriz; telnolojik olarak yaptığınız her hareketin dikkatlice kaydedilmesiyle oluyor. Yani veri depolamakla, veri toplamakla oluyor. Mesela bir görsele baktınız diyelim; görselin ne içerdiği kadar ona ne kadar süre baktığınız, günün hangi saatinde baktığınız, bu görseli paylaşıp paylaşmadığınız, favrilerinize ekleyip eklemediğiniz, "like" tıkı yapıp yapmadığınız, etiketlediniz ise etiketlenen kişilerin kimler olduğu, konum bilgileriniz, sıklıkla konum bildirdiğiniz en gözde mekanlarınız, en çok kullandığınız emojiler… Yani her hareketiniz kaydediliyor. Böylece insanların ne zaman yanlız hissettikleri, ne zaman depresif hissettikleri, eski sevgililerin fotoğraflarına günün hangi saatinde baktıkları, gece geç saatlerde neler yaptıkları yani herşeyi kaydediliyor. Içe mi dönüksünüz dışa mı, ne tür bozukuklarınız ver ne tür bir kişilik tipiniz var hepsi veri olarak saklanıp istatisiiki olarak kaydediliyor. Biriken bu veriler neredeyse hiç insan denetimi olmayan sistem yaratıcıları tarafından günden güne binbir çeşit vitaminle dolu biberonla beslenip büyütülüyor. Böylece de sistem yöneticilerinin, ne zaman ne yapacağımız ve kim olduğumuz konusundaki öngörüleri güçleniyor.

Toplanan verilerin satılarak paraya dönüştürüldüğü şehir efsanesi gibi söylenip dursa da Facebook'u merkeze alarak değerlendiren bir katılımcı bu verilerin asla paraya çevrilmediğini söylüyor. Peki veri toplama konusuna neden bu kadar emek veriliyor, yatırım yapılıyor? Ne yapıyorlar bu kadar veriyi? Şunu yapıyorlar; hareketlerimizi öngören modeller oluşturuyorlar. Daha çok "tık" latmaya "like" latmaya çalışıyorlar. Beynimizi okumaya, hareketlerimizi tahmin etmeye çalışıyorlar. Örneğin: birkaç saattir sosyal medyada sörf yapan ancak yorularak kaydırma hızı yavaşlayan bir kullanıcıyı düşünelim; sistem alarm veriyor ve diyor ki "Eyvah uygulamadan çıkacak, bir şey yapmam lazım ki sistemden çıkış yapmasın!" Bu alarmla "Arkadaş ev aileyi görmemesi lazım ki dikkatini canlandırayım." diyor ve başlıyor kullanıcı hakkında tuttuğu ve üzerine kafa yorduğu verileri kullanmaya. Verilere bakıyor ve görüyor ki kullanıcı en çok video izmeyi seviyor. Hatta ve hatta en çok kış sporlarına ait kazaları izlemeyi tercih etmekte. Diyor ki; "Dur sana bu tür videolardan bir demet önereyim de benden ayrılma." Bakıyor ki işe yaradı ardından şunu diyor; "Bakıyorum videolar ilgini çekti ve izledin öyleyse kış sporları seven biri olarak sana spor malzemesi reklamı da göstereyim. Ya da bulunduğun konuma yakın yakın kış sporları parkuru civarındaki otelleri tanıtayım." ya da "Bak bu mont nasıl? Sen bunu beğenebilirsin. Çünkü alışveriş sitelerinde ürün ararken en çok işaretediğin renkte bu mont. Yani: mavi!"

Bu satırları derin bir iç çekiş eşliğinde yazdığımı belirtmek isterim. Benim de bu tür tık tuzaklarına sıkça düşen, sosyal medyanın mıknatıs gibi çeken gücüne karşı koyamayan bir meteor taşı olduğum düşünülürse; sistemin bana şunu söylediğini duyar gibi oluyorum: "Benimle meşgul ol! Arkadaşlarını bu uygulamalarımızı ve reklamlarımızı görmeye davet et. Çok tık'la çok like'la ve kazanan sen ol!"

Benzersiz algoritnalarla beslenen bu yapının insanların sosyal medyaya bağımlılığının tedavi edilemez, geri dönülemez hale gelmesini amaçlandığı söylense abartılmış olunmaz. Bizim beslendiğimizi sandığımız ise yalancı bir emzik. Hani bebekler çok ağlamasın diye ağızlarına verilen eskinin plastiği şimdinin enva-i çeşit türdeki silikon emziklerinden bahsediyorum. Bebeğin gerçek gibi algılayarak içinden süt geleceğini sanarak var gücüyle emdiği yalancı emzikler. Emerken boşyere yorulup hava yuttuğu, sonrasında yuttuğu bu havayla bağırsaklarında biriken gazın anne babasına dünyayı dar eden bebekler gibiyiz. Ama; dijital emziğimiz var yaa gerisi ne gam!

Çevrimiçi Dünya

Çevrimiçi dünyada öyle bir evren mevcut ki; burada iletişim ve kültür manipüle ediliyor. Tam da bu husus Will Smith' in başrolünü üstlendiği "Focus" isimli filmindeki gibi. Tecrübeli bir dolandırıcının enteresan hikayesini konu alan film, insan zihninin nasıl yönlendirilebildiğini harika bir şekilde anlatılıyor. Bu durum filmde öyle sıradışı aktarılmış ki izleyici "Vay beaa!" demekten kendisini alamıyor.

Aslında biz de günümüzde tıpku bu filmde olduğu gibi manipüle edilerek "ikna teknolojisi" olarak bilinen bu psikolojik disiplininin teknolojik çıkarlarla donatılmış versiyonunu yaşıyoruz. Örnek olarak; elimizin kaydırma hareketini yapmaya devam etmesi için zihnimizin onu ikna etmesini gösterebiliriz. Yani bilinçaltımız içimizde bir alışkanlık yereştimektir. Onsuz yapamayarak ona bağımlı olarak yaşamamız amaçlanmaktadır. Fotoğraf etiketlemek de bunun bir diğer yoludur. Bir arkadaşınızın size etiketlediğine dair gelen bir bildirime kayıtsız kalamaz ve etiketlendiğiniz fotoğrafa bakmadan duramazsınız değil mi? Bir katılımcı, Facebook'un bu özelliği icat edildiğinde faaliyetlerini arttırıcı bir buluş olduğunu ve geliştirmeyi sürdürdüğünü söylemektedir. Etiketlendiğiniz fotoğrafa göz attığınızda fotoğrafı gördüğünüz bildirimi etiketleyene gitmiştir bile. Hatta bu duruma iki kelime yorum veya bir emoji ile karşılık vermek için klavyeye giden parmaklarınızı bile görür etiketleyen. Nasıl mı? Çok basit; bir şeyler yazdığınızı sembolize eden "hareket halindeki üç nokta" veya watsapp uygulamasındaki "yazıyor" ibaresi gibi uygulamalar sayesinde.

Geliştirilen etiketleme hamlesi sadece küçük bir örnek teşkil etmekteyse de sosyal medyaya bağımlılığı ve kullanıcıların çevrimiçinde kalış sürelerini uzatmak için akıl yormada sınır tanınmadığını anlatan bir katılımcı, izleyicinin gözlerinin faltaşı gibi açılmasına sebbep oluyor. En azından ben öyle oldum. Ne de olsa endüstri büyüme üzerine kurgulanmıştır ve zamanla büyüme taktikleri geliştirilmelidir. Bir el kitabı gibi uygulanan taktiklerle el kştabının sayfa sayısı günden güne çoğalmaktadır.

Sanal Gerçeklik

"Teknolojinin çalışma şekli bir fizik yasası değildir." fikrinin altı çizilirken gerçek hayattan gerçek verilerin izleyicilerle paylaşılması, yaklaşan tehlikenin habercisi gibidir. Tam da bu noktada yine bir film düştü aklıma. Adı: "2:22" ve türü bilim kurgu. New York'ta hava trafiği kontrol merkezinde çalışan birinin yaşadığı bir sanal gerçekliği konu alan filmde başarılı oyunculuğu ile Michiel Huisman var. Filme ve bu bölüme konu her ne kadar "sanal gerçeklik" olsa da birazdan akatarılacak olan gerçek dünyadan gerçek veriler eşliğinde bilginize sunulacaktır.

2011 ila 2013 arasında başladığı öngörülen sosyal medya bağımlılığı akabinde Amerikan gençliğindeki depresyon verilerindeki artışın dikkat çekici hatta korkutucu olduğunu istatistiki veriler eşliğinde anlatan yetkili bir katılımcı; Amerikalı gençlerde ölçülen deprosyon ve kaygı düzeyelerindeki artışa dikkat çekmektedir. Kendine zarar veren ve hayatına son veren kızların sayısındaki hızlı artışın ne kadar kayda değer olduğunu söylemektedir. Kısa ve net cümlelerle anlattığı bir diğer konu ise; gerçek dışı güzellik anlayışının tutsağı olan ergenliğin henüz başıdaki kızların, beğeni alma isteğinin ulaştığı seviyedir. Bu kızlar, filtrelenmiş fotoğraflarına benzeme eğilimiyle birlikte yıllar içinde kaydedilen stabil kayıtların üç katına kadar artış gözlenen intihar vakalarını söyleyen yetkili, dikkati sosyal medyaya çekmektedir. Kaygılı, kırılgan, depresif ve risk alma konusunda özgüvensiz olan bu ergen tayfasının sürücü belgesi alma oranındaki azalma trendinde olmasının en büyük gösterge olduğunu söylemektedir.

Sonuç

İnşa ettikleri şeyin tutsağı olduğunu itiraf ederken sosyal sorumluluk bilinciyle bizleri uyarmaya çalışan bu cesur silikon vadisi çalışanlarını tebrik etmeden yapamayacağım.

Perde arkasında dönen tüm dolapları bilmelerine ve bu konudaki tüm bilgi, birikim ve deneyimlerine ragmen sosyal platform kullanımlarını kontrol etmekte zorlandığını itiraf eden bu mangal yürekli endüstri çalışanlarının bir ortak noktası da çocuklarını dijital dünyadan ya uzak tutmaları ya da katı kontroller uygulamalarıdır.

Biz ailece izlediğimiz bu yapımdan çok şey öğrendik. Farkındalığımız arttı ve neyin kullanıcısı olduğumuzu çok net gördük. Düşmekte olan bir uçağın kara kutusu açılmıştı sanki ve biz onu dinliyor gibiydik. İtiraf ve uyarı dolu bir kara kutuydu bu…

Uyuşturan sosyal medyaya karşı, bağımlılık riskine karşı, çocuk psikolojisini alt üst etmeye çok müsait bu hassas konuda neler yapabileceğimizi ölçüp tarttık, tedbir almayı/çabalamayı göze aldık. Katlananak gelen bu teknolojiye karşı özellikle çocuklarınızla izlemenizi tavsiye edeceğim bir yapım olmuş "The Social Dilemma-Sosyal İkilem".

Google'nin sadece bir arama motoru olmadığı, Facebook'un da sadece arkadaşarımızı gördüğümüz/iletişim kurduğumuz bir mecra olmadığı, kullanıcının bağımlılığı üzerine kurulu iş modellerinin tek amacının mümkün olduğunca çok ekran başında kalması olduğunu söyleyen kaatılımcılar yapay zeka gelişiminin son hızla devam ettiğini vurgulamaktadırlar. Bu yapay zeka modelleri aslında bize diyor ki: "Bize ömrünün ne kadarını verebilirsin?"

Sahi ne kadarını veriyorsunuz?

Yönetmen: Jeff Orlowski
Oyuncular: Bailey Richardson, Jeff Seibert, Joe Toscano, Tristan Harris
Yapım: 2020. Ülke: ABD
Tür: Belgesel


Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 28.12.2020 09:00 - Güncelleme Tarihi: 24.11.2021 01:34
6396

Necla DURSUN Hakkında

Necla DURSUN

1976 Sakarya doğumludur. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Yerel Yönetimler Anabilim Dalı Küresel Şehirler ve İstanbul Araştırmaları Bilim Dalı’nda Yüksek Lisansını “Kuzguncuk Semt Tarihini İnsandan Okumak; Bir Seçki ile Şahsiyetler” konulu yüksek lisans teziyle tamamlamıştır. Finans sektöründe çalışmakta ve İstanbul’da yaşamaktadır.

Necla DURSUN ismine kayıtlı 94 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Facebook Instagram YouTube Kişisel Kitap Satış Sitesi