Wollstonecraf’ta Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi, Düşünce, Mustafa BUĞAZ

Wollstonecraf’ta Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi yazısını ve Mustafa BUĞAZ yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirs

Wollstonecraf’ta Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi

21.04.2021 09:00 - Mustafa BUĞAZ
Wollstonecraf’ta Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi

Her ideolojinin veya siyasal düşünce akımının kült haline gelmiş temel metinleri vardır. Mesela marksizm deyince, Karl Marx’ın ‘’Kapital’i’’, liberalizm deyince Adam Smith’in ‘’Ulusların Zenginliği,’’ muhafazakârlık deyince de Edmund Burke’ün ‘’Fransız İhtilali Üzerine Düşünceler’’ isimli kitabı akla gelir. Peki, feminizm deyince akla ilk hangi metin gelmelidir? Feminizm deyince akla ilk metin olarak Mary Wolllstonecraft’ın ‘’Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi’’ adlı kitabı gelir. Çünkü okumaya başladığınızda kitabın, hem feminizm hakkında bugün tartıştığımız birçok konunun nüvesini içerdiğini, hem de sonraki kadın hareketlerine ilham kaynağı olduğunu görürsünüz. Kitabın ve yazarın yetkinliği karşısında hayretler içinde kalırsınız. Peki, feminizm nedir?

Kısaca özetleyecek olursak feminizm, kökeni Latinceden gelen ‘’femina’’ kelimesinden türemiştir. Femina, Latince'de "kadın" demektir. Bu kelimeden türeyen feminizm kavramı, kadın erkek eşitliğini ve toplumsal gruplar arasındaki cinsiyet farklılıkların yok edilmesini savunan politik bir hareketi ifade eder. Feminizmin, kelime olarak 19. yüzyılda kullanılmaya başlanmasına rağmen bir ideoloji olarak geniş toplumsal-siyasal hareket haline dönüşmesi 1960’lardan sonradır. Tarihi süreç içerisinde feminizmi üç dalgaya(kuşağa) ayırabiliriz. 1. Kuşak, daha çok kadınlara oy hakkı tanınması ve erkeklerle eşit hukuki ve politik haklara sahip olmak için mücadele etmişlerdir. Bunlara eşitlikçi kuşak da denebilir. 2. Kuşak feministler, cinsel farklılıklar üzerine yoğunlaşarak cinsiyetçi politikalar gütmüşler. Bunlara da cinsiyetçi kuşak denebilir. 3. kuşak feministler ise cinsel farklılık politikasını daha da ileri götürerek kadınlar arası farklılıklara da vurgu yapar hale gelmiştir. Kadınların birçok farklı renk, etnik köken, millet, din ve kültürel geçmişe sahip olduğu gerekçesinden yola çıkarak yeni yeni ideolojiler geliştirmişlerdir (trans, zenci, lezbiyen…vb). Feminizmin temelinde iki önemli tez vardır: Birincisi, kadın cinsiyeti nedeniyle eşitsizliğe maruz kalmaktadır. İkincisi, eşitsizlikler doğal değil toplumsaldır.

Mary Wollstonecraf’ı birinci kuşak feministler içine dâhil edebiliriz. O daha çok erkeklerle eşit hukuki ve politik haklara sahip olmak için mücadele etmiştir. Kitabını da kadın mücadelesine adamıştır. Wollstonecraft sözü edilen eserini 1792’de İngiltere’de yazmıştır. Yazıldığı yüzyıla göre yeni ve öncü olan bu eserde yazar, kendi çıkarından ziyade kadınların haklarını savunduğunu kitabın giriş sayfasında eski Autun Papazı Bay Talleyrand-Perigord’a yazdığı mektupta açık bir yüreklilikle ifade eder:

‘’Size insanlığın güçlü sesiyle sesleniyorum, çünkü saygıdeğer bayım, savlarım çıkar gözetmeyen bir zihnin ürünüdür - kendi cinsimin haklarını savunuyorum - kendi çıkarlarımın peşinde koşuyor değilim’’ (sf-1)

Tarihte ilk defa bir kadın, kadınları insan(erkek) ırkından ayırarak özel bir konuma yerleştiriyor, onu tarihin bir nesnesi olmaktan çıkarıp öznesi haline getiriyor. Kadın artık her yönüyle siyasi ve sosyal bir sorunsaldır. Daha sonra kadınların eğitimi ve özgürlük konusuna değiniyor. Kadın iyi bir eğitim almalıdır, özgür olmalıdır; çünkü kadın eğitilmedikçe, özgür olmadıkça hakikate ulaşamayacak, bilgi ve erdemin yayılması önünde engel oluşturacak ve üstüne düşen görevlerini (hem ailesi için hem vatanı için) yerine getiremeyecektir:

‘’Kadınların haklarını kazanması yolunda verdiğim mücadelede temel savım bu yalın ilkedir; kadın eğitim yoluyla erkeğin kafa arkadaşı olabilecek şekilde yetiştirilmezse, bilgi ve erdemin yayılması önünde engel oluşturacaktır; çünkü hakikat herkes için ulaşılabilir olmalıdır, yoksa genel uygulamada etkisiz olacaktır. Neden erdemli olması gerektiğini bilmedikçe, özgürlük onun aklını, görevlerini kavrayacak ölçüde güçlendirmedikçe, üstüne düşen görevlerin neden kendi yararına olduğunu anlamadıkça, kadından bu konuda işbirliği yapması nasıl beklenebilir?’’ (sf-3)

Kadınlar önce zihinlerini geliştirmelidir, ahlakın erkekler dünyasında hâkim olabilmesi için bu şarttır. Fakat insan ırkının yarısını oluşturan kadınların bir süs eşyası olmak için yetiştirilmeleri, onların erkek için birer haz objesi olarak görülmesi, aslında onların daha hayattayken ölüp gitmesi anlamına gelir:

‘’Kadınların davranışları ve yaptıkları, zihinlerinin hiç de sağlıklı bir durumda olmadığını kanıtlıyor aslında; çünkü fazla zengin bir toprağa ekilmiş çiçeklerin durumunda olduğu gibi, güç ve yararlılık, güzellik uğruna feda ediliyor; gösterişli yapraklar zor beğenen bir çift göze zevk verdikten sonra, olgunluğa ermesi gereken mevsimden çok önce gövdenin üzerinde unutuluyor, öylece solup gidiyor.’’(sf-9)

Peki kadının hayatta böyle aklından ziyade bedenini kullanarak bir haz nesnesine indirgenmesinin sebebi nedir? Yazar bunun sebebini yanlış eğitim sisteminde ve ataerkil düzende bulur. Kadının erkek kadar sistemli bir eğitim disiplininden geçmediğini söyler. Kadın kimliğinin erkekler tarafından inşa edildiğini, erkeklerin kadınları kendilerine bir anne veya dost olarak görmektense alımlı metresler olarak gördüklerini, yeteneklerini ve erdemlerini geliştirmelerine izin vermediklerinden yakınır. Sanki Simone De Beauvoir’ün, ‘’Kadın doğulmaz kadın olunur.’’ sözünü ilk defa burada kulağımıza fısıldar.

Yazar, erkeklerin fiziksel olarak kadınlardan üstün olduğunu yadsımaz. Fakat erkeklerin bununla yetinmeyerek kadını daha aşağı konuma çekmeye çalışmalarından, onları ciddiye almayıp çocuk gibi davranmalarından, kısacası kadınlara saygı göstermemelerinden yakınarak yapmak istediklerini şöyle açıklar:

‘’Kadınları göz kamaştırıcı sıfatlarla süslemek ve sürekli bir çocukluk durumuna hapsolmuş, kendi başına ayakta duramayan yaratıklar olarak görmek yerine, rasyonel yaratıklar olarak ele alırsam, kendi cinsimin üyelerinin beni hoş göreceğini umuyorum. Gerçekten yapmak istediğim, hakiki saygınlık ile mutluluğun nelerden oluştuğunu (onlara) göstermektir.(s12)

Hakiki saygınlık ve mutluluk! Sadece güzellik, haz ve evlilik peşinde koşan bir kadından ziyade iyi eğitimli, topluma ve ülkesine faydalı, şahsiyetli, akıllı ve erdemli bir kadın olmak! Çünkü güzellik ve hazlar geçicidir, insana sahte bir mutluluk verir, gerçek yaşamın elimizden kayıp gitmesine neden olur:

‘’Bugüne dek kadınların aldığı eğitim, bu arada toplumun sivil yapılanması, onları önemsiz arzu nesneleri - aptallık üreten ve yayan kişiler! - haline getirmiştir; anlayışlarını geliştirmeden salt güzellik ve evlilik peşinde koştuklarında kadınların görevlerinden uzaklaştığı, kısa ömürlü güzellikleri geçince de gülünç ve yararsız yaratıklara dönüştükleri kanıtlanmalıdır.’’(s14)

İnsanın hayvandan üstün olmasının nedeni nedir? Tabi ki akıldır. Bir varlığı başka bir varlıktan üstün kılan hangi edinilmiş davranıştır? Tabi ki erdemdir. Kadınlar da düşünebilir, üretebilir, erdeme ulaşabilir. Filozofların bütün aklı ve erdemi erkelere yükleyerek kadınları aşağılaması kabul edilemez. Kadın duygularını saklamak, kocasına bağımlı olmak, evin içinde tıkılı kalmak zorunda değildir. Hem böyle bir kadın ne kocasına, ne çocuklarına ne de vatanına hakkıyla hizmet edemez. Bu yüzden kadın bedenini ve zihinsel iradesini güçlendirmelidir:

‘’Ayrıca bedenini ve zihinsel iradesini güçlendiren kadın, aile içindeki görevlerini yerine getirerek ve çeşitli erdemler sergileyerek, kocasına bağımlı zavallı bir yaratık olmaktansa, onun dostu olacaktır; insanın özünü yücelten böyle niteliklere sahip kadın, kocasının gözünde de yüceleceğinden, onun heyecanlanmasını sağlamak için sahte bir soğukluğa bürünmek, ona duyduğu sevgiyi gizlemek zorunda kalmayacaktır.’’(sf-45)

Toplumda baskı olmamalıdır. Çünkü baskı ve tiranlık ikiyüzlülüğe ve sahte ilişkilere neden olur. Bir tiranın baskısı altında yaşayanlar zamanla aptallaşır, aylaklaşır ve kötücül bir ruha teslim eder kendini. İtaat ve baskı ahlakı büyük ölçüde zedeler, yetenekli insanların yerine daha düşük derecedeki insanların yönetime gelmesine neden olur ve böylece toplumsal yapı çökmeye başlar. Yazar, Rousseau’nun kadınlar ve uygarlık konusunda yanlış düşüncelere düşmesini bunlara bağlar. Kötü olan akıl, uygarlık veya kadın değildir, baskıcı düzendir:

‘’Öyleyse kurulu toplumda baskı olmasına izin vermemeliyiz; yerçekimi yasasının evrensel hâkimiyetinde cinsler kendilerine uygun konumlarını bulacaklardır. Böyle bir durumda yurttaşlarınızı şekillendiren daha eşitlikçi yasalar olduğundan, evlilik de daha kutsal hale gelecektir: Genç erkekleriniz eşlerini seçerken sevgiden başka bir kılavuz aramazlar, kılavuzlukta genç kızlarınız kibri yaşamlarından söküp atarlar (sf-5)

Kitabın ilerleyen sayfalarında yazar, itaate alıştırılan askerlerle kadınlar arasında ilginç paralellikler kurar. İtaate dayalı zayıf ölçekli eğitim, kadınların olduğu kadar askerlerin de yüzeysel bilgiyle donanmalarına ve zihinlerini tam olarak geliştirememelerine neden olur. Bunun sonucu olarak da birtakım yüce erdemleri ve derin düşünme becerilerini edinemezler:

‘’Askerler de, daha zayıf olarak görülen kadın cinsi gibi, tüm yaşamlarını dalkavukluğa adarlar. - Onlara başkalarının isteklerini yerine getirmeleri gerektiği öğretilir; bunun için yaşarlar… Kadınlarla askerlerin büyük talihsizlikleri, ahlakı öğrenmeden kabul gören davranış biçimlerini, insan doğasının ideal tasarımı üzerine düşünmeden, hayat bilgisini öğrenmeleridir… Bunun sonucu doğal ve kaçınılmazdır: Askerler sıradan insan doğası ile yetindiklerinden önyargıların kucağına düşerler; tüm fikirlerini başkalarından edindiklerinden yetkeye(otoriteye) körlemesine boyun eğerler.(s37)

Peki, kadınlar aşka nasıl bakmalılar? Yazar aşkın önemsiz olmadığını, aşkın yerine aklı ikame etmeye çalışmadığını fakat bu şiddetli duyguyu dizginlemek ve daha yüce güçleri alaşağı etmesine izin vermemek gerektiğini söylüyor. Aşk önemlidir fakat ondan daha önemli şeyler de vardır. İnsanlar yaşlandıkça, yıllar geçtikçe, aşk bitecek ve onun yerini hayatın acı gerçekleri alacaktır:

‘’Her iki cins için de gençlik aşk mevsimidir; ama bu dertsiz tasasız günlerde, duyguların yerini düşüncenin alacağı, yaşamın daha önemli yılları için hazırlık yapılmalıdır... Bu kişiler, evliliğin bir yaşam boyunca edinilen alışkanlıkları ortadan kaldırabileceğinin farkında mıdırlar?’’ (sf42)

Kitap üç aşağı beş yukarı bu düşüncelerle akıp gidiyor. Kitabı okuduğunuzda bugün tartıştığımız meselelerin çoğunun iki asır önce de birebir tartışılmış olduğunu görüyorsunuz. Bu sizi şaşırtıyor. Fakat aynı zamanda feminizmin, ortaya çıkışından günümüze kadar büyük bir değişim geçirdiğinin de farkına varıyorsunuz. Başlangıçtaki feminist hareketlerle günümüzdekiler arasında karşılaştırma yaptığınızda günümüzdeki kadın hareketlerinin asıl amacından çok büyük ölçüde saptığını üzülerek görüyorsunuz. Ayrıca kitabın ve yazarının yetkinliği karşısında da hayran kalıyorsunuz. Hem basit hem de akıcı bir anlatımının olması okuyucuyu sıkmıyor. Kitap her yönden zihin açıcı bence. Mutlaka okunması gereken kitaplar arasındadır denebilir.

Mary Wollstonecraft, Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi, Çev: Deniz Hakyemez, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012


Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 21.04.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 17.04.2021 16:16
1309

Mustafa BUĞAZ Hakkında

Mustafa BUĞAZ

Hakikatin peşinde koşan, münzevi, mütecessis bir fikir işçisiyim.

Mustafa BUĞAZ ismine kayıtlı 25 yazı bulunmaktadır.

Twitter