15 Temmuz Dosyası: Unutma, Unutulursun!, Düşünce, Enes CAN

15 Temmuz Dosyası: Unutma, Unutulursun! yazısını ve Enes CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

15 Temmuz Dosyası: Unutma, Unutulursun!

11.07.2024 09:00 - Enes CAN
15 Temmuz Dosyası: Unutma, Unutulursun!

Gitmediğimiz yerlerin, yaşamadığımız anıların, göremediğimiz kahramanlıkların bilhassa tadına varamadığımız o manevi duyguların acısını yaşadık on yıllardır. Yaşadığımız devrin önceki devirlerle olan bağlantısına atılmış bir pranga ruhumuza balyoz olup iniyordu sanki. Nereye baksak karanlık bir elin gizliden gizliye salladığı bir saat sarkacının hipnozite ettiği bir zaman kavramında; geçmişe dönemiyor, tarih diye uyduruk bir zaman diliminde dolanıp duruyorduk.

Dedelerimizin babalarımıza aktardığı ve onlardan da bize kalan bir tarih kırıntısı haricinde geriye ne kaldıysa güdümlü bir el tarafından süpürülüp yok edilmişti sanki. Duyduklarımız yaşadıklarımızdan çok uzak, geldiğimiz tarih bulunduğumuzun zamandan hayli ıraktı. Bir şeyler yanlış gidiyordu ve daha vahim olanı da biz o yanlış giden şeylerin hangi yoldan gidebileceğini bile tahmin edemeyeceğimiz bir uyku hastalığına kapılmış gidiyorduk.

Yıllardır bize tarih diye yutturulan safsataların ve suni kahramanlıkların peşine vermiş, ecdadımızın kalbimize üflediği o kıpırdayışı bir türlü gerçekleştiremiyorduk. Yolu yanlış olanın, menzilinde doğru aramak nicedir. Bataklıkta boğulanların, gülü arama peşine vermeleri nicedir. Biz yanlış kaynakların pınarından su içe içe, temiz kaynakları kirli görmeye başlamıştık. Benliğimizden uzaklaşmış, bizi biz yapan duyulara hayli uzaklaşmıştık.

Kitaplardan okuyorduk mesela Fatih'in İstanbul'u fethini. Masal kıvamında, bir o kadar yüzeysel… Anlatmamışlardı dünyanın önünde diz çöktüğü dedemizin, İstanbul'u fethettiğinde daha 21 yaşında olduğunu. Duymamıştık, peygamber efendimizin övgüsüne mazhar olmak için daha çocuk yaşında dünya siyasetine ders verecek bilgiye sahip olduğunu.

Yavuz Sultan Selim Han'ın küpesi kadar ilgimizi çekmedi mesela şu olay; '' Hayatı muhteşem zaferlerle dolu olan Yavuz Sultan Selim, kısa fakat dolu dolu geçen hayatında küçük bir çıbana yenik düşer. Son anlarında yanında Hasan Can vardır. Yavuz, Hasan Can'a sorar: - Hasan bu ne hâl? - Şimdi Allah ile birlikte olma zamanıdır sultanım! Cevap oldukça düşündürücüdür.- Bre Hasan, sen bunca zamandır, bizi kiminle bilirdin?''

Biz bizle ilgisi olmayan ne kadar insan varsa örnek alıp, bizden olanlara sırtımızı döndükçe yalnızlaştık. Yalnızlık özümüzden kopmamıza, benliğimizden uzaklaşmamıza neden oldu. Bu kökten kopukluğu alıp bozuk, pespaye, zehirli bir köke aşıladıktan sonra da elimizde yarını kurumaya mahkûm olan bir odun parçası kaldı.

Bize kalsaydı biz, gerçekten biz olamayacaktık. Ama nihayetinde geceleri uykunun en tatlı yerinde uyanıp uzun secdelerde dua eden dedeler, teheccüdün ardından pencere aralığından salavatlar dizen neneler, başındaki örtüyü namus bilip açmadığı için kaldırımlarda coplanan o bacıların gökyüzüne uzattığı şahadet parmağı, evinde Kuran-ı Kerim yakalanan o insanların elektrikli sandalyelerindeki ''Allah!'' diye haykırışları, oğlunu vatan için şehit verip, sakallı diye resmi kurumlara alınmayan babaların içten ettiği o çığlıklar; gökyüzüne fırlatılan bir işaret fişeği gibi bir dirilişin tüm haneleri aydınlatması hayali içindi.

Onlar Allah dedikçe karanlıklardan ışık yayıldı göğümüze. Dillerinden dökülen gönlümüze akıtılınca yaşadığımız şeylerin bize ait olmadığı hatırlatıldı bizlere. Başında sarık var diye asılan âlimlerin son sesle kulaklarımıza haykırdığı bir ses iliklerimize işledi; "Biz bu toprakları Çanakkale'de küffara karşı kazandık ama İstanbul da öz be öz gardaşımız tarafından asıldık. Duyun ve toparlanın, duyun ve akıllanın!''

Çanakkale, evet Çanakkale sadece bir türkü değil, bir destan değil, bir kurtuluş değil tarihinde kahramanlığı göbek adı yapmış bir milletin, emperyalizmin şakağına çarptığı son Osmanlı tokadıydı. O günden bugüne kalan kırıntılarla ayağa kalkmış, kendimiz olmaya bir nebze olsun başlamıştık. Özümüze dönmüş, bir olma yolunda türlü badireler atlatmıştık.

Birbirimize kenetlendikçe güçleniyor, güçlendikçe bizi boyunduruğu altına almaya çalışan sömürgecilerin pervasızca saldırılarına uğruyorduk. Korkmuyorduk. Çünkü bu vatan topraklarında büyüyen hiçbir insan, düşmanın hiçbir türlüsünden korkmamıştır. Çünkü bu topraklarda büyüyen insanların tümü, en büyük darbeyi hep dost gördüklerinin elinden yemiştir.

Toparlanmaya başlamıştık ki kara gölgeler, kara hançerlerini bir bir sırtımıza indirmeye başlamıştı. Vatanın dört bir yanında bombalar patlıyor, hanelerde yükselen ağıtlar göğsümüzün orta yerine saplanıyordu. Düşman psikolojik ve kalleşçe planlarla saldırıyor, biz ise onlar vurdukça daha çok kenetleniyor ve güçleniyorduk.

Ancak o gün çok farklı bir kara bulut geziniyordu vatan topraklarının üzerinde. Bu acı, çok farklı bir acıydı. Benzerlerinin yaşamıştık ancak bu kadar kalleşçesine tarih boyunca hiç rastlamamıştık.

Vurdular o gün bizi;

Kalbimizin 248 yerinden bilmem kaç parçaya ayırarak. Çok vurulmuştuk sağdan soldan, siyahıyla beyazıyla… Ancak bu darbeyi indiren namert elin sahibi; yan odada duran, yan dükkânda gördüğümüz, yan evde oturan kardeşlerimizin eli.

Vurdular bizi,

Bir gece acı bir inilti, kara bir toz bulutu halinde yükseldi gökyüzüne. İnanamadık, şaka sandık. Bu ülkede bu kadarı mümkün olamaz sandık. Kulaklarımızı kalbimizin hıçkırık sesine kapatmıştık ki bir fısıltı yükseldi televizyonlardan, kanımız dondu. Herkes sus pus içinde kıyametin öncesinde üflenen sur düdüğü sanki. Bir vızıltı yükseliyor televizyonlardan, ardından yükselen bomba sesleri…

Bombaladılar bizi,

Bizim paralarımızla aldıkları uçakların kanatlarıyla. Canı yandı, ayağına diken battı diye üzüldüğümüz o insanlar, hani bir yerde üşümüştür diye ağlayan annelerimizin evlat olarak gördüğü o çocuklar, namlularını kendi anne babalarına, kardeşlerine, bacılarına çevirdiler o gün. İnanamayacaksınız belki ama inanın! Yolun ortasında üniforma giymiş bir vatan haini tankın önünde duran kardeşlerimizin üstünden ard arda geçerek vurdu bizi.

Vurdular bizi;

İstanbul Şehitler Köprüsünde keskin nişancı tüfekleriyle. Yere düştü yiğitler, göğüslerine astıkları bayrağın kızıllığı bir kat daha koyulaştı. Uğultular yükseliyordu meydanda ve dinmeyen tekbir sesleri. Tekbir seslerinin ardından patlayan silah sesleriyle bir yıldız daha kayıyordu sanki gökyüzünde. Ne savaşı bu demeyin, kiminle savaş ediyordunuz hiç demeyin! Elinde salâvat tespihleriyle koşturan aksak dedelerimiz, kurşunların yağdığı yere sanki cennete giriyormuşçasına koşuşturuyordu.O gün emellerine ulaşacaklarından çok emin olan satılmış ruhlar bu milletin içinde kendi menfi çıkarları için öz kardeşlerini, anne ve babalarını sokak ortasında katlediyorlardı. Telsizlerden o insan dışı sesleriyle kahkahalar atıyorlardı üstelik.

Başaramadılar;

Hain planlarına ilk darbeyi Ömer Halisdemir indirdi. Hani var ya Seyid Onbaşı işte onun torunu. Şakakların ortasına sıktığı o ilk kurşunla, imanlı bir yiğidin tüm dünyaya yeter olduğunu gösterdi. O gün orada öleceğini bile bile, bir daha çocuklarına sarılamayacağını bile bile düşmanın şakağının ortasına sıktığı tek bir kurşunla binlerce insanın katledilmesinin önüne geçti.

Başaramadılar;

Çanakkale de başaramadıkları gibi. Onlar silahla saldırdı, biz duayla göğüs gerdik. Onlar tanklarla yürüdüler, biz kol kola abdestli… Onlar uçaklarla masum insanların üstlerine bombalar yağdırırken, biz tek bir mermi sıkmadan yürüdük üstlerine. Korkar, kaçarız diye sıktıkları kurşunların önüne atlamak için yarıştı insanlar.

Başaramadılar;

Ellerinde bastonuyla ölüme koşturan dedelerimiz tekbir getirirken, dillerinde yasinlerle nenelerimiz onlara yetişmeye çalışıyordu. Binlerce yiğit gazi oldu o gece, yüzlercesi şehit. O gün bizim yaşadıklarımızı çocuklarımız görmesin diye körpecik fidanları toprağa verdik.

Unutma, her karışı kanla sulanmış bu toprakların tek bir zerresine el uzatan hainlerin karşısında mücadele sırası sende olacak çünkü. Sen unutursan, hainler senin unuttuğun yerden tekrar vuracaklar seni. Sen unutma ki, aynı yerden vurulmayasın! O gün dünyalık her şeyden vazgeçip, ölüme halay tutarak koşan yiğitler senin geleceğin için can verdi. Sen onların adını unutma ki, senin çocuklarının da ecdadının ne kadar büyük bir yüreğe sahip olduğunu unutmasın.


Yazar: Enes CAN - Yayın Tarihi: 11.07.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 09.07.2024 14:51
520
Yorumlar
  • Meltem KILINÇ 2024.07.14 09:08

    Bu yazınızı gözyaşları içinde okudum. Önce geçmişe gittim atalarımla gurur duydum , ne kadar cesur yürekli Osmanlı torunları olduğumuzu hatırladım… sonrada bu ülkenin düşmanının hep var olduğunu ve hep varılacağını anladım… çok üzgünüm , çok canım yanıyor, ben bir şehit annesi olarak ülkeme ve evladıma yapılan bu hainliği zaten unutmam Türk milletide unutmasın… Su uyur, düşman uyumaz… Enes Can bey kaleminize yüreğinize sağlık , sizler böyle yazılarınızla bu hainliği geçmişimizi ve geleceğimizi unutturmayın lütfen … Teşekkürler ediyorum… 15 Temmuz Ankara şehidiimiz ,istihbarat polisi Şehit Muhammet Oğuz KILINÇ ‘ın Annesi Meltem KILINÇ

Enes CAN Hakkında

Enes CAN

Sessiz, sakin bir yazar.

Yayınlanmış Kitapları

- Hiçbir Özelliği Olmayan Adamın Hikayesi, Eşik Yayınları, 2021

Enes CAN ismine kayıtlı 39 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 1 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitapyurdu.com