7 Bölümlük Deyiş: Dervişe sitem
Niçin yazdığını izah ile başlıyor yazar. Boğulmamak için, daralan vakitlerde ferah bulmak için yazdığını öğreniyoruz. Yazmanın tek kişilik bir eylem olduğunu, yaralara merhem olduğunu dinliyoruz bir şarkı naifliğinde…
Dervişe sitem bir deneme kitabı. Deneme yazmak kadar deneme kitapları ile ilgili değerlendirme yapmakta gerçekten zor bir iş. Zaman, emek ve katkı istiyor. Emek isteyen bir iş olmak ile birlikte aynı zamanda heyecan ve mutluluk veren bir çaba.
İlk deneme bir ödev metni. Yazarın eğitimci olması sebebi ile olacak okuyucuya ödev vererek başlıyor esere. Ama bildiğimiz ödevlerden değil bu ödev. İki yürek, iki bakış, iki sevda, iki idrak sahibi olmanın yolu bir cetvel ile çiziliyor. İnsanın kendisi olması isteniyor. Kendin ol!
Değinmeden geçemeyeceğim bir hususa işaret etmek istiyorum. Bu denemede Yunus-Rumi-Buda üçlemesi biraz tuhaf kaçmış. Tam oturmamış.
Gitmek gerektiğinde gitmenin iyi olduğunu anlatıyor yazar. Yazarın bu cümleleri hazır kıta yan yana sıralarken acı çektiği her cümlede çok açık anlaşılıyor. Kelimeler, acılar pınarından akan damlalar gibi tek tek sayfaya düşüyor.
Hayata dair notları okuyucu ile paylaşırken, sanki yazar bu notları kendisinin unutmaması gereken notları gibi duruyor. Tabi okuyucu da bu notları üzerine alınabilir. Kitaba adını veren cümleler bu denemede. Her insanın bir öyküsü var derken kendi öyküsünün ilk işaretlerini veriyor.
Masumiyet… Kalbinin daraldığı bir zamanda hayatta yanlış giden her şeye itiraz eden bir adamın, dünyanın bu kötü gidişatında herkesin bir payının/günahının olduğunu anlatıyor "Hiç kimse masum değil" derken.
Yalnız adamların iyi adamlar olduğunu okuyoruz… Ebuzer, Sokrates ve Sühreverdi'nin yalnız ve iyi adamlar olduğunu terennüm ediyor yazar.
Şehir denemesi… Şehirlerin mecazi tasviri deneme kitaplarının başucu denemeleridir. El Medinetul Fazıla olmayan bir şehrin, El Medinetul Fasıka veya ruhsuz bir şehir olduğunu anlatıyor yazar. Şehirlerimizin manevi haritasını hangi haramiler tarafından işgal edildiğinin resmini çiziyor yazar.
Güvercin kanadında kırılan bir tüyü, savaşın en çok mağlup olan tarafı olan çocuklara armağan ederken, Halepçe'ye ağıt yakıyor, mürekkep yerine gözyaşları ile… Elma kokusu ile gelen ölümlerin hüznü kaplıyor kitabın sayfalarını.
Şehir üzerinden modernizm ile geleneğin iç içe geçişini ve kapitalizmin çirkin yansımalarını aynaya tutuyor kelimeler… Karşıtlıklar üzerinden çok bilinmeyenli psikolojik denklemler kuruluyor zihinde. "Şehir kimdir?" Diye soruyor yazar. Şehir; ruhu olan, duyuları olan, yaraları olan, acıları olan, karşıtlıkları olan, sırları olan bir canlıdır. Ne kadar da benziyor insana?
Bir arayış… İnsanın kendi oluşum serüvenini mistik kelime dizimleri ile sonuca erdirmeye çalışıyor yazar. Bir Sabah Kara şiiri ile ayrıntılanıyor yazarın meramı. Sonrasında nihayetin dibacesi olduğunu gösteriyor son cümleler…
Bir vicdan neden ve nasıl ölür? Okuyucuya bunun cevabını verdiriyor yazar. Ölü bir vicdanın ne kadar kötü olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Vicdan ölsün diye değil yaşasın ve hükmetsin diye var edilmiştir. Vicdan varsa insan vardır. Yoksa yok!
Bir çocuğun ruh hali üzerinden kendi ruhunun filmini senaryoya döken yazar, itiraz etmenin erdemini, alnında güneşler toplamanın asaletini anlatıyor…
Heybede umutsuzluk taşıdığı bir zamanda kaleme aldığı denemesinde, Mem u Zin söylencesinde kötülüğün sembolü olan "Beko" ile nihayetlendiriyor sızlayan yaralarının acısını.
Son yağmurdan sonra… Yağmurların sonu olmaz aslında. Bir şairin yürek sesinin bitimini betimlemek için bir cümle olabilir ancak "Son yağmurdan sonra".
Derin sular üzerinden derin insanların neden korkulması gereken insanlar olduğunu teşbih ve mecazlar üzerinden anlatıyor yazar. Negatif manada derin insanlardan uzak durmak gerekir.
Mağdurların intikam aracı olarak sanat… Film değerlendirmeleri ve yazarlar üzerinden kelimelere dökülüyor… Yazar, neden sanat eseri ürettiğinin ipuçlarını veriyor. Ezilenlerin ve yalın ayaklıların varoluş mücadelesine katkı sağlamak için eser ürettiğini anlatıyor.
Itri, Dede Efendi ve Beethoven üzerinden çile ehli olmanın, inzivaya çekilmenin iyi bir sanat eseri ortaya koymanın ana dinamiği olduğunu anlatıyor yazar. İyi bir eser ortaya koymak için insanın bir derdinin/davasının olması şart. Emek ve çile güzel eseri meydana getirir.
Ruhsuz ve ölü şehirlerin Troya üzerinden Nazan Bekiroğlu ve İbn Haldun tespitleri ile izahı yapılırken, yaşadığımız şehirlerin tasviri yapılıyor. Şehirlerin ruhsuz olmasının ana nedeni insanların ruhunu yitirmesidir. Çünkü şehirlere ruh veren insanlardır. İnsan ruhunu yitirince şehirler de ruhunu yitiriyor.
İsyan ahlakı ile kuşanmanın gelenek düşmanı olmak için bir sebep olmadığını, yanlış giden şeylere isyan ederken geleneğe sahip çıkılabileceğini, modernitenin hiçbir zaman geleneği yok edemeyeceğini zihinlere işliyor yazar.
Kadim nasihatlerden olan "İnsana seviyesine göre konuşun" düsturunu güzel işleyen bir deneme ile erdemin bu penceresi aralanıyor. Bir yönü ile bir tecrübe paylaşımı diyebileceğimiz bu düstur, huzurlu ve mutlu bir yaşamın da ipuçlarını içine barındırıyor. Ehli ile hemhal olmanın önemi zaman geçtikçe daha da anlaşılır oluyor.
Şehir-zaman- mekan üçgeninde mahalle kültürünün gelenekteki işlevinin güzellemesi yapılıyor. Maziye dalan gözlerde modern zamanda bu anlatılanların imkansızlığı kekremsi bir tat olarak kalıyor dimağda.
İçinde Endülüs'e yakılan bu ağıt olmasaydı bu deneme bahçesinin bir gülü mutlaka eksik olacaktı. Kalbin hüzün merdivenlerinin bir basamağı yıkık olacaktı. Bunun farkında olan yazar, ağlayan bir annenin ağlayan çocuğu hissiyatı ile ağıdını yakıyor Endülüs'e.
Bir sürgün güzellemesidir "Ruha'ya sürgün". Nabi ile eş değer Urfa'ya gidişinin ruhundaki etkisini okuyucu ile paylaşıyor yazar.
"Leyla" dedimse illa da herkesin dediği gibi değil, biraz da umursamamaktır diyor yazar. Leylası için şiir yazan, beste yapan, film çeken ve deneme yazanlar tarih boyunca hep var olacaktır. Muhtemelen Leylalar hiç bunun farkında olmayacaktır.
Bir Eylül denemesi… Bir köy öğretmeninin iç dünyasını okuyucuya yansıtan ve henüz bitmemiş bir filmin en dramatik repliklerini paylaşıyor yazar.
Bir masal metaforu üzerinden kendi coğrafyasının güzellemesini yapan yazar, masalların kahramanları ile bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu. Masal denemesinde geçen yer ve şahıs isimlerine bakılırsa, doğunun yorgun şehirlerinden birinde yaşıyor yazar.
İsyan ve sevgi korelasyonu kuran cümleler ile hasret denizinde yüzen birinin ruh haritası gibi, "Gözlerine mil çekilen adam". Yolcu dergisinden yapılan alıntı ile daha da güzelleştirilmiş güzellik. Yolcu dergisi, delikanlı müslümanların dünyaya sözlerini söyledikleri gemidir.
Aşk halinin dert ile özdeşleştirip, aşkın aşmalarını işleyen yazar, "Üzüm karası gözler" üzerinden yeniden tanımlıyor aşkı.
Zerban… Masal dünyasından bugünlere kalan nadir güzelliklerden. Yaşanmış bir aşk efsanesini günümüze taşıyor yazar. Eski zaman masallarının bugüne taşınması büyük bir emek olarak okuyucunun bilgi sofrasına bırakılıyor.
Töre kurbanı bir kız çocuğuna nasıl ağıt yakılırsa öyle ağıt yakıyor yazar.
Modern zamanların, betonlaşmış kentlerin, kapitalizmin çocukların oyunlarını nasıl çaldığını anlatıyor yazar masalcı dede gibi. Belki de kalbi olmayan bir neslin böyle olmasının sebeplerini anlatıyor. Fakat hayat yine de aynı mecrada akıp gidiyor. Bu gidişatı değiştirmek elimizde. Sebepler ortadan kalkarsa sonuçlar da ortadan kalkmış olur.
Gazze… Güzel şehir… Acıların şehri… Ölümlerle erken tanışan çocukların şehri… Annelerin hep ağladığı ve yine hep ağladığı şehir… Genç kızları gözlerine kahır rimelleri çektiği şehir… Hakan'ın "Paris'i bu çocuklar yakacak" dediği meseleye farklı bir bakış açısı getirip, aslında kötü adamların sebep olduğu kötülüklerden dolayı bu çocukların Paris'i yaktıklarını anlatıyor yazar.
İşçi çocukların hüznünü, acısını anlatır "Irgatların ölümü". Hiç yabancısı olmadığımız ama gözlerimizi kapattığımız acıların öznesidir "Irgatların ölümü". Gözlerimizi açmaya çalışıyor yazar.
Bülent Sönmez şiiri… Alıntılanan şiirden sonra acıya abananların tarihini anlatıyor yazar… Haberi olmayanlar için şiirden bir bukle…
"Bir güvercin kanadının altında öleceğiz belki de.
Hani ağzında zeytin dalı bulunan o güvercin var ya azize
Beyaz saraylardan kovulacak yüreğimiz
Adımız yazılmayacak özgürlük şarkılarına
Bizi bizden bildiklerimiz vuracak en delikanlı çağımızda"
Kitap değerlendirme notları:
Denemelerde deyimler, atasözleri ve aforizmalar çok iyi kullanılmış.
Dünyanın egemen güçlerine karşı antiemperyalist duruşunu cümle aralarında ince ince işliyor yazar.
Çocuk metaforu kitapta epeyce yer bulmuş.
Modern arabesk olarak tanımlayabileceğimiz vurgular, imgeler üzerinden işleniyor. Arabesk vurgular, deneme türü çalışmalarda ayrı bir renk ayrı bir güzellik olarak duruyor. İyi kullanıldığında, manzara resmi olan bir pazılın en güzel parçası olabiliyor.
Kitabın birinci bölümü tam olarak deneme türü tanımına uyarken, ikinci bölümde yer alan yazılar deneme-makale türü karışımı bir hal almış. "Hinlik", "Kısır döngü" bu minvalde yazılar olmuş. Sonrasında öyküye kaçan yazılar beliriyor. "Eski bir dosttan haber" buna örnek gösterilebilir.
Yazarın yazım hayatı üzerinden Sezai Karakoç etkisi çok net belirirken ara cümlelerden cılız bir İsmet Özel etkisi de gözlemleniyor.
Kitabın orta kısmındaki denemelerde yazarın yaşadığı coğrafyanın etkisini çok fazla görüyoruz. Bir coğrafyanın tanınması ve içselleştirilmesi yönü ile iyi olan bu durum, büyük ve farklı kitlelerden olan okuyucuların bir kısmında bıkkınlığa sebep olabileceği için ise kötü bir durum olarak tanımlanabilir. Coğrafyanın etkisi kaçınılmaz diye itiraz edenler olabilir. lakin Coğrafya etkisinin de bir ölçüsü olmalı. Gereğinden fazla olduğunda okuyucuyu sıkabilir.
Kitabın son bölümü şiir-deneme türünden olmuş.
Kitap bablara ayrılmış. Babı Elif, Babı Lisan, Babı Canan, Babı İsyan, Babı Umut, Babı Demsal, Babı Sükut…
Dervişe Sitem
Hamza ÇELENK
Beyan Yayınları
Yazar: Ferhat ÖZBADEM - Yayın Tarihi: 26.03.2020 13:48 - Güncelleme Tarihi: 05.07.2022 17:16
okuduğum iyi deneme kitaplarından biri. inşaallah yazar deneme yazmaya devam eder.