Acı Çekmek Özgürlüğü ile Acıdan Kaçış
Ölemeyecek kadar canlı ve yaşayamayacak kadar ölüyüz. (s-28)
Acı artık ilaçlarla mücadeleyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür. (s-31)
Kopuşlar acı veriyorsa bağlar hakikidir demektir. (s-41)
Nereden bakarsak acıdan kaçıyoruz. Sadece kaçmıyoruz, hayatın her alanından onu kovmaya çalışıyoruz. Bütün insan ilişkilerini acıdan arındırıyoruz. Her an, her dakika mutlu olmak ve iyi hissetmek için çabalıyoruz. Kendimizi mutlu edecek bütün yollara başvuruyoruz. Küçük bir olumsuz durumda dahi psikiyatriye ve iyi hissettirici ilaçlara sarılıyoruz. Haz ve hız sağanağında boğulmak istiyoruz. Varlığımızı unutmak, benliğimizi yok etmek için uyuşturucu maddelere koşuyoruz. Haz verici her türlü bağımlılık hayatımızı sarmış durumda.
İçinde bulunduğumuz toplumu bir kelimeyle anlatmak zorunda kalsaydık bu şüphesiz palyatif toplum olurdu. Ünlü filozof Byung Chul Han tarafından yapılan bu adlandırma içinde bulunduğumuz çağda yaşadığımız büyük bir soruna işaret ediyor aslında. Yazarın da dediği gibi günümüzde her yerde algofobi, genel bir acı korkusu hâkim. Acıya düşman, ondan öcü gibi kaçan, acı verebilecek her türlü teşebbüsü yasaklayan duygu ve zihniyetle karşı karşıyayız. Aşk acısına bile şüpheyle bakıyor, toplumsal hayatın dışına itiyoruz. Siyasette, sanatta, medyada, bizi mutsuz kılabilecek bütün pürüzleri ortadan kaldırmaya, sahte bir olumluluk toplumu yaratmaya çalışıyoruz. Yazarın da dediği gibi daimi bir iyilik hissi ideolojisi içinde haz veren ne varsa koşa koşa sarılıyoruz.
Acı düşmanı palyatif toplumun, Neoliberal düzenin performans mantığıyla yakın bağları olduğunu söyler yazar. Palyatif toplum performans toplumuyla örtüşür. (s-15) Performans toplumu bireyin maksimum düzeyde performans göstermesine dayandığı için acıyla pek uyuşmaz. Çünkü acı performansı düşürür, kişiyi başkalarının gözünde zayıf gösterir. Performansın artması için olumsuz durumlardan ve duygulardan kaçınılmalıdır. Neoliberal toplum düzeninde acı toplum dışına itilmiş, sesi tamamıyla kesilmiştir.
Bu dışlanma durumundan kültür ve sanat da nasibini almıştır. Neoliberal Piyasa Ekonomisi, kültür ve sanatı da tüketim mantığı içinde ''şeyleştirerek'' tüketilebilecek metalar yığınına çevirir. Artık kültürle ticaret, sanatla tüketim, sanatla reklam arasındaki ayrım ortadan kalkar. Bizzat sanatçılar piyasa koşullarına uyum sağlayarak yaratıcı ve derinlikli eserler vermeyi bir kenara bırakıp beğenilir olma ve çok satılma kaygısı taşımaya başlarlar. Sanatçılar, yazarın günümüzün hakim göstergesi ve ağrı kesicisi olarak adlandırdığı bir ''like kültürü''ne boyun eğerler. Beğenilir olmak tüketilebilir olmakla eş anlamlıdır. Hâlbuki sanat eseri beğenilmek için değil bireyi sarsmak, ona acı vermek ve onu içinde bulunduğu gayrı insani düzene yabancılaştırmak için vardır. Sanat eserine halesini veren tam da bu yabancılıktır. Sanat acı vermeli ki insanı kötücül duygularından arındırsın, onu bir anlamda tedavi edebilsin. Yazar, sanatın bu yönünün unutulduğunu şu sözlerle vurgular: ''Acı katartik bir etki gösterir. Beğeni kültürü katharsis imkânından yoksundur. Bu da insanların beğeni kültürünün yüzeyi altında biriken olumluluk cürufunda boğulmasına yol açar.'' (s-15)
Acı günümüz Neoliberal sistemde iktidardan da arındırılır. Artık iktidar da olumlu bir biçim alır, akıllı hale gelir. Şiddet ve disiplin toplumunda olduğu gibi bireyi baskı altına almak yerine onu özgür bırakır, onun kendini optimize etmesine ve gerçekleştirmesine izin verir. Aslında bu da bir nevi sömürüdür. Ama akıllı iktidar bunu çok ustaca yapar. Engelleme ve baskılama yöntemlerini bir kenara bırakır, onun yerine harekete geçirme, güdüleme, ayartma, verimliliği arttırma, rekabet gibi yöntemlerle insanı bir performans öznesi haline getirir. Disipline edici mekânların yerini huzur verici alanlar alır. Acı güç ve iktidarla tüm ilişkisini yitirir. (s-21) Artık siyasi bir sorundan ziyade tıbbi bir sorundur. Akıllı iktidar bireye sürekli mutlu ol tavsiyesinde bulunur. Onu, ancak kesintisiz bir performans ve motivasyonla mutlu olabileceğine inandırır. Bunu medya ve tıbbi ilaçlar vasıtasıyla yapar. Böylece bireyi sahte bir özgürlük yanılsaması içinde kendisine bağımlı hale getirir ve fazladan hiçbir çaba harcamaksızın onu köleleştirir. Mutluluk zorlaması insanları tekilleştirerek toplumun politik ve dayanışmacı yönlerini yitirmesine sebep olur. Mutluluk peşinde koşan birey bencilleşir, sosyal eşitsizlikleri unutur, birlikte hareket etme bilincini yitirir. Eğer başarıya ulaşamazsa bunu toplumsal düzenden değil kendinden bilir. Depresyona girer, ilaçlara sarılır. Böylece devrimin yerini depresyon alır. (s-23)
Hayatın kendisine anlam kazandıran anlatılardan arındırılması acı deneyiminin de anlamsızlaşmasına sebep olur. Anlatı hayata anlam kazandırdığı gibi acıya da anlam kazandırıyordu eskiden. Örneğin Hristiyanlık anlatısı insanın bu dünyada çektiği acılarının anlamlı olduğunu kadim Adem ile Havva hikayesine dayandırıyordu. Bu anlatıların ortadan kalkması acı karşısında bize dayanak sunacak ve yön verecek anlam bağlantılarını da ortadan kaldırır. Yazarın deyişiyle, acı çekme sanatını hepten yitirmiş durumdayız. (s-31) Acı tümüyle tıp ve eczacılık alanlarına ait kılınınca kültürel başa çıkma yoları da işlevselliğini yitirir. Acı artık ilaçlarla mücadeleyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür. Salt bir bedensel azap olarak sembolik düzenden çıkar. Anlamdan arınmış, dili olmayan, çıplak bedenin eline düşmüşüzdür korunmasız olarak…(s-32)
Acının sağaltıcı ve dönüştürücü gücü toplumdan dışlanınca onun yerini çıplak şiddet dediğimiz olgu alır. Şiddet sadece başkalarından kaynaklanmaz. Aşırı performans, aşırı iletişim, aşırı uyarı şeklinde kendini gösteren aşırı olumluluk da şiddettir. (s-39) Tüketim için her şeyin düzleştirildiği, ötekinin yok edilip aynılaştırıldığı, bütün engellerin kaldırıldığı ve bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler mantığının hâkim olduğu Neoliberal olumluluk toplumunda birey kendine şiddet uygular. Kendini yaralama, vücuduna çizik atma günümüzde hızla yayılan bir davranış biçimi haline gelir. Bunlar acının yeni resimleridir. Herkesin katlanılmazlık derecesinde kendisiyle yüklü olduğu, narsisizmin hüküm sürdüğü bir topluma işaret eder bunlar. Çizik atma, bu ego yükünü atma, kendinden, yıkıcı iç gerilimlerden kurtulma yönünde nafile bir çabadır. Bu yeni acı-resimleri selfilerin kanlı arka yüzleridir. (S-39) Hâlbuki acı bağdır. Bizi ötekine bağlar. Onunla bağ kurmamızı sağlar. Ve acı sayesinde gerçekten yaşadığımızın farkına varırız. Her şeyin palyatif bir rahatlık alanında gerçekleşmesi bizi bir süre sonra uyuşturur. Varlığımızı ve gerçekliğimizi yeniden hissetmek isteriz ve bu yüzden bedenimize çizik atarız: ''Giderek artan kendine zarar verici davranışlar narsisist, depresif hale gelmiş ben'in kendi varlığından emin olmayı, kendini hissetmeyi hedefleyen ümitsiz çabası olarak anlaşılabilir. Acı duyuyorum o halde varım.'' (S-43)
Ötekinin yok edilmesi ve aynılık cehennemi de acının yok olduğu bir ortamdır. Bu yüzden birey gerçekten yaşadığının ve gerçek deneyimlerin hissine varamaz. Çünkü aynının cehennemi ve ötekinin yokluğu acının sarsıcı ve dönüştürücü gücünü kesintiye uğratır. Acı yeniyi ve farklı olanı doğurtur. Acının yaratıcı gücü monotonluğu kırar. Deneyimi mümkün kılar. Bilinci dönüştürür, derin düşünmeyi sağlar, hayal gücünü canlandırır. Yaşantı dönüştürmek yerine eğlendirir. Yalnızca acı radikal bir dönüşümü sağlar. Palyatif toplumda aynının devamını görürüz. Her şeyi dener ama bir deneyim edinmeyiz, her şeyi fark eder ama bilgiye ulaşmayız. Enformasyonlar ne deneyime ne bilgiye götürür. Dönüşümün olumsuzluğundan yoksundurlar.(s-50) Sadece canlı olan, acı çekebilen hayat düşünme yetisine sahiptir. Yapay zekâda eksik olan tam da bu hayattır. Yapay zekâ sadece bir hesap aracıdır. Öğrenme yetisine hatta "derin öğrenme" yetisine sahiptir ama deneyim yetisine sahip değildir. Ancak acı, zekâyı tine dönüştürür. Acı algoritmaları olmayacaktır.
Yazar, Transhümanizmin, gelecekte yapay zekâ sayesinde acıyı tümden ortadan kaldırmak istediğini söyler. Transhümanistler, aşk acısı ve can sıkıntısı da dâhil olmak üzere ruhu parçalayan bütün acı biçimlerinden kurtularak üst insan olmayı arzulamaktadırlar. Hâlbuki sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır. Yüksek ihtimalle canlılıktan ve gerçeklikten uzak yapay bir dünya olacaktır. Acıyı yok etmek isteyen ölümü ortadan kaldırmak zorundadır. Ama ölüm ve acısı olmayan hayat insani bir hayat değil ölmemişlik hayatıdır. Chul Han, kitabını şu çarpıcı cümlelerle bitirir: ''İnsan hayatta kalmak uğruna kendini ortadan kaldırır. Muhtemelen ölümsüzlüğe de erişecektir ama hayatı pahasına.''(s-70)
Palyatif Toplum
Byung-Chul Han
Çev: Haluk Barışcan
Metis Yayınları
Haziran 2022
77 sayfa
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 22.05.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.05.2023 00:06