Adler’e Göre Yaşama Sanatı

Yaşamak, "insan olmak, kendini yetersiz hissetmek ve üstün bir konumu ele geçirmek üzere çaba harcamak"tan başka nedir ki? Yetersizlik duygusu insanı toplum dışına iter, yiyip bitirir; böyle insanların cesaretinin dişleri kırılmıştır, bunları anlamak lazım. Adler, Yaşama Sanatı'nda böyle insanlara toplum olarak o eli nasıl atacağımızı gösterir.
Bireysel Psikoloji…
Adler geçen yüz yılda Freud, Jung ile birlikte yaşamış üç büyük psikologdan biridir. Yaşama Sanatı onun önemli eserlerinden biridir. Kitap 13 bölümden oluşmaktadır. Adler kitapta ne anlatmaktadır? Öncelikle bireysel psikoloji üzerine durmaktadır. "Bireysel psikoloji, yaşamın özünde saklı olup gelişme, çaba harcama, iş görme eğilimiyle kendini açığa vuran gizemsel yaratıcı gücü kavrama arzusu, ayrıca belli bir alandaki yenilgiyi bir başka alanda sağlanacak başarıyla dengeleme (kompanze etme) isteğinden doğup çıkmıştır." (s, 23).
Organizmalarda her an bozukluklar ortaya çıkabilir, buna karşılık doğa devreye girer ve bozuklukları ortadan kaldırmaya, hiç olmazsa başka bir organla durumu düzeltmeye çalışır. Bu durum yaşam için de geçerlidir. Şöyle ki: "Yaşam, varlığını korumaya uğraşır sürekli, yaşam gücü dış terslikler ve engeller karşısında hiçbir vakit savaşmaksızın teslim bayrağını çekmez." (s. 25).
Her ruh bir amaç ve ideal düşüncesiyle doğar. Ruh, amaç ve ideal düşüncesi ile birlikte yaşama sevincini taşır, içinde bulunduğu olumsuzlukların üstesinden gelmeye çalışır, somut bir hedefe yönelir, engelleri aşar. Ruh, amaç ve ideal düşüncesi olmadan yaşayamaz. Adler'in tespitiyle, "Bu somut hedef ve amaç sayesinde birey, düşünsel ve duygusal bakımdan haldeki güçlüklerin üstesinden üstüne çıkar, gelecekte kendisini bekleyen başarıları göz önünde tutarak kendisine bir üstünlük sağlar. Bir amaç düşüncesi olmadığında, bireysel etkinlikler her türlü anlamını yitirir." (s. 25). Adler nihayetinde bir amaç sahibi olmayı Tanrı gibi olmaya benzetir. "Kuşkusuz, Tanrı gibi olmak en son amaçtır, amaçların amacıdır adeta." (s. 26).
Adler'e göre çocuğun hangi organı özürlü ise ilgisi ve yeteneği de o organdadır, o organ ile ilintilidir. Fakat şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: "İnsanın kalıtım yoluyla atalarından aldıkları değil, yaşamının ilk yıllarında bu kalıtsal mirası nasıl kullandığıdır, yani çocukluğunda saptadığı idealler işin can alıcı noktası." (s. 29).
Adler'e göre bireysel psikolojiyi, toplumsal psikolojiden ayırmak mümkün değildir. Zira: "Toplumsallık duygusunun eksikliği yaşamın olumsuz tarafına doğru bir yönelişle eş anlamlıdır. Toplumsallık duygusunu kendilerinde barındırmayan insanlardan, sorunlu çocuklar, suça yönelik kişiler, akıl hastaları ve alkolikler çıkar. " (s. 31).
Suç ve suçlularla ilgili olarak Adler şunu söyler: "Cezaları ağırlaştırmak, hiç de suçluların gözünü yıldırıp suçtan uzak tutmaz, tersine bir kahraman sayılacakları yolundaki içlerinde yaşayan inancı güçlendirir. Suça yönelik kimselerin egosentrik (ben merkezli) bir dünyada yaşadığı unutulmamalıdır… Şımartılan her çocuk sonunda kendisinden nefret edilen bir çocuğa dönüşür." (s. 34).
Çocukların geleceği yaşamın ilk yıllarında belirlenmektedir. Adler'in ifadesiyle: "İdeal dört, beş yaşlarında kurulup çıkar ortaya; dolaysıyla çocuğun bu dönemden önce ya da bu dönemde edindiği izlenimleri saptamamız gerekmektedir." (s. 35). "Cezalar, uyarmalar ve öğütlerle bir şey elde edilemeyeceği ne kadar belirtilse azdır." (s. 36).
Adler duygu ve düş ilişkisini şöyle açıklar: "Duygular, eyleme isteklilik bakımından güçlendirir bireyi. Duygular, eyleme isteklilik bakımından güçlendirir bireyi. Bizim yaptıklarımızın hepsi, duygu olmadan da yapamayacağız şeylerdir; duygular eylemlerimize eşlik eder yalnızca… Bir düşün amacı, genel anlamda -belli emosyonların (duyguların) insan ruhunda uyanmasını sağlamaktır; uyanacak duygular ise düşün akışını hızlandırır." (s. 36).
Adler'e göre "İnsan idealinin, dolaysıyla doğasının tanınmasını sağlayacak değerli bir yol, ilk anılarının araştırılmasıdır." (s. 39).
Kısıtlamalar…
İnsan başkaları olmadan yaşayamaz. "Dolaysıyla insanın en güçlü çabalarından biri bir grup oluşturarak, bir topluluğun ya da bir toplumun üyesi olarak yaşamaya, başkalarından soyutlanmış durumda yaşamaktan kurtulmaya yöneliktir." (s. 48). Artık durum öyle bir hal alır ki, "yalnızlık içinde yaşayıp belli yeteneklerden yoksun olan bir insan, eksiklerini çok iyi örgütlenmiş bir toplumda pekala dengeleyebilir." (s. 49). Bir başka ifadeyle: "Toplumsal çevreyi gözden geçirmeden, bireyin kendisi için seçtiği üstünlük amacı'nı anlamamız ve onu gereken yere doğru dürüst yerleştirmemiz asla düşünülemez." (s. 50).
Günümüzde anne ve babaların çocukların adeta gönüllü kölesi olmuşlardır. Kendilerini çocukları için feda eden anne ve babaların, bu şekilde çocuklarına en büyük zararı verdiklerinin farkında değillerdir. Adler'in çarpıcı ifadesiyle: "Altı yaşına kadar konuşmasını öğrenememiş çocuklar biliriz. Neden mi? Çünkü o zamana kadar konuşma gereği duymamışlardır." (s. 49).
Kimdir kekemeler: "Kekemeler, kendileri dışındakilerin etkinliklerine katılma isteği duymamış, dostluklara ya da arkadaşlıklara da hiç değer vermemiş kimselerdir… Gerçekten de kekemelerde birbirine karşıt iki eğilime rastlanır: Bir yandan başkalarının arasına karışmak, öbür yandan yalnızlığı aramak." (s. 50).
Sıklıkla karşımıza çıkan problemlerden biri de ebeveyn ile çocuklar arasında doğru bir iletişimin kurulmamasıdır. Adler'in sözleriyle: "Çocuklar çaba harcar, hatalar yapar ve yaşamlarının ilk dört ya da beş yılında kurdukları ideallere (prototip) uygun olarak değişik doğrultularda gelişirler. Her birinin amacı başkadır. Biri ressamlığa heves ederken, çevresine uyum sağlamayan bir başkası belki bu yaşamdan çekip gitmeyi arzular. Bizler böyle bir çocuğun kendisindeki eksik ve kusurları nasıl yeneceğini biliyor olabiliriz ama çocuğun kendisi bilmez bunu, sıklıkla gerçekler kendisine doğru dürüst anlatılamaz." (s. 53).
Adler'in aşağılık duygusu/kompleksi ve üstünlük duygusu/kompleksi hakkındaki görüşü ise şöyledir: "Bireysel psikoloji salt bedensel yetersizlikler ya da salt beden alanında etiyolojik (etiology) ilişkiler aramayarak, organsal özürler karşısında kişinin takındığı hatalı tutumları inceleme konusu yapar. Bu nedenle, idealini saptayıp kurarken kişide oluşan aşağılık duygusuna karşı savaşı da destekler… Zaman zaman, bir insanın güçlüklerin altından kalkana kadar beklemeyi başaramadığı için sabırsızlandığını görürüz. Ne zaman sürekli hareket halinde bulunan, bu arada şiddetli ruhsal çalkantı ve tutkulara konu olan kişileri gözlemlesek, bunların kendilerinde güçlü bir aşağılık duygusunu barındıkları sonucuna varırız." (s. 57).
Kompleksler…
"Gelecek, bizim çabamız ve amacımızla ilişkilidir, geçmiş ise yenmeye çalıştığımız aşağılık ya da yetersizlik duygusu için söz konusudur." (s. 65).
"Bir ailede çocuklardan biri ötekilerden üstün tutuldu mu, genellikle öbür çocukların hepsinde bir aşağılık kompleksi oluştuğu ve hepsinin de bir üstünlük kompleksine kavuşmak için çaba harcadıkları görülür." (s. 69).
"Her insanda bir aşağılık duygusu vardır. Ne var ki ilgili duygu tek başına bir hastalık olmayıp bireyin sağlıklı normal çabaları ve gelişimi için bir uyarıcı rolünü oynar. Aşağılık duygusu ancak bir yetersizlik duygusunun insanı egemenliği altına alması ve onu iyi işler yapmaya teşvik etmek için şöyle dursun, depresif ve gelişim gücünden yoksun duruma sokması durumunda patolojik nitelik kazanır. O zaman üstünlük kompleksi, aşağılık kompleksine yakalanmış kişinin güçlüklerinden sıyrılabilmesi için izlediği yollardan biridir. Böyle bir kişi, gerçek duruma aykırı olarak üstün olduğunu kurar kafasında; kendi kendini yanıltarak ele geçirdiği bu sözde başarıyla, kanıtlanamadığı bir durumun, yani başkalarından aşağı oluşunun acısını çıkarmaya çalışır. Normal bir insanda üstünlük kompleksine rastlanmaz, bir üstünlük duygusunu bile hissetmez böyle bir kimse. Onun elde etmek için çaba harcadığı bir üstünlük varsa, bizim hepimizin başarıya ulaşmak için ruhumuzda yaşattığımız hırstan ayrı bir şey değildir, bu. Böyle bir üstünlük çabasın da çalışıp iş görme eyleminde kendini açığa vurduğu sürece, ruhsal hastalıkların kaynaklandığı yanlış değerlendirmelere asla yol açmaz." (s. 70-71).
Yaşam Üslubu…
Adler'in kitapta üzerinde durduğu önemli konulardan biri de "yaşam üslubu"dur. Ona göre, "Yaşam üslubunun belli çevre koşullarına bağlı olduğunu görürüz; bu durumda bize düşen, varolan çevre koşullarıyla insanın ilişkisini titizlikle saptamak, bunu yaparken insan ruhunun çevre koşulları değiştikçe bir değişime geçireceğini gözden uzak tutmamaktır." (. 83).
Şımarıklık ve yaşam üslubu arasında şöyle bir bağlantı kurar Adler: "Depresyonlu insanlar, çocukluklarında sıklıkla şımartılmış kimselerdir; günün birinde şımartılmaların sona ermesi yaşam üsluplarını belirleyici bir etken olmuştur." (s. 95).
Adler şu sonuca ulaşır: "Çocuklarımızı bağımsız yetiştirmek, dolaysıyla onları yaşam üsluplarındaki hataları görecek şekilde eğitmek zorundayız." (s. 97).
İlk Anılar…
"Çocuk olsun, erişkin olsun, bir kişinin yaşam üslubunu belirlemek istiyorsak, şikayetleri konusunda biraz bilgi edindikten sonra söz konusu kişiden ilk çocukluk dönemine ilişkin anılarını öğrenir ve bunları aynı kişinin bize sunduğu öbür verilerle karşılaştırırız." (s. 101).
"Gerek çocuklar, gerek erişkinler çoğu zaman kendilerini rahatsız eden nesnelere karşı ilgi duyarlar." (s. 105).
Vücut…
"Vücut pozisyonları, kişinin tutumlarını yansıtır; en azından sıkı sıkıya bağlıdır onlara; beri yandan belli tutumlar da yaşam karşısındaki toplu tutumunun dışavurumudur ki bunu da biz yaşam üslubu diye niteliyoruz." (s. 117).
"Bazı insanlar vardır, çevrelerinde hep bir duvar bulup yaslanmak isterler. Bu da yeterince cesur ve bağımsız olmadıklarının bir belirtisidir." (s. 121).
"Yazgıya inanmak, birçok bakımdan yaşamda olumlu bir çizgiyi izleyerek, bu çizgi üzerinde etkinlik göstermek ve çaba harcamak görevinden ödlekçe bir kaçıştır. Dolaysıyla aldatıcı bir destekten başka bir şey değildir." (s. 127).
"Kıskançlığın temelinde derinliğine ve güçlü bir aşağılık duygusunun saklı yattığını görürüz." (s. 127).
Düşler ve Yorumlar…
"Bir düş, yaşam üslubunun bir parçasıdır hep; dolaysıyla düşlerde de bireysel idealin etkinliği görülür. Gerçekten de bir düşün gereği gibi anlaşıldığından emin olmak için, bireysel idealinin düşle bağlantısını açık seçik saptayabilmemiz gerekir." (s. 135).
"Düşlerde de tıpkı uyanık yaşamımızdaki karşılıklı ilişkilerin kendilerini açığa vurduğuna tanık oluruz." (s. 138).
"Düş görmeyenler, kendi kendilerini aldatmak isteyenlerdir. Hareket ve mantıkla fazlasıyla meşguldür böyleleri, sorunların üzerine yürümekten kaçmazlar. Bu yaradılıştaki insanlar, diyelim ki düş görseler bile gördükleri düşü çokluk pek çabuk unuturlar. O kadar çabuk unuturlar ki düş falan görmediklerine inanırlar." (s. 145).
"Bir insana gerçekten yardım etmenin yolu, ona cesaret ve kendine güven duygularını aşılamak, hatalarını daha iyi görebilmesini sağlamaktır. Hipnotizmayla bunlar başarılacak gibi değildir dolaysıyla böyle bir yönteme ancak ayrıcalıklı (istisnai) durumlarda başvurmak gerekir." (s. 148).
Hatalı Yaşam Üslubu…
"Yaşam üslubunu çetin koşulların yarattığı söylenemez, söz konusu üslup çetin koşullarla karşılaşılmasından çok daha önce oluşur." (s. 160).
"Sosyal sorun, bizim başkalarına, insanlığa ve onun geleceğine karşı davranışımızla ilgilidir." (s. 179).
"Meslek hayatında başarı, kişinin sosyal uyum sağlayabilip sağlayamamasına bağlıdır." (s. 180).
"Bütün yaşam sorunları aslında toplumsal sorunlardır." (s. 182).
"Bireysel psikolojiden iyi anlayan bir öğretmen, daha çocuğun okula başlamasından sonraki ilk hafta içinde idealin belirlenmesindeki hataları keşfeder." (s. 184).
"Okul ailenin uzatılmış koludur; çocukların karakteri okulda büyük ölçüde biçimlendirilir, çocuklar yaşamın sorunlarını göğüslemeyi ve onlarla başa çıkmayı okullarda öğrenirler… Bir okulun gerçek ödevi, öğrencinin karakterini oluşturmaktır." (s. 184).
Yasalar…
Kompleksi kişilerde cesaret eksikliğinden kaynaklanan sosyal ve yararlı alanlarda etkinlik gösterme yeteneksizliği bulunur. Cesaret eksikliği böyle kimseleri sosyal bir rota izlemekten alıkoyar. Ayrıca sosyal bir yola sapmanın zorunluluk ve yararlılığını kavrama gücünden yoksunluk belirtileri de durumda rol oynar." (s. 190).
"Suça yönelik kişiler, gerçekten de sözcüğün tam anlamıyla aşağılık kompleksine örnek oluşturur. Korkar ve budala kimselerdir böyleleri…" (s. 191).
"Sorunlarının yükünü üzerlerinden atmak isteyen alkolikler, yaşamın olumsuz tarafında elde edecekleri hafiflemeyle yetinecek kadar korkak kişilerdir." (s. 191).
"Bir insanı yıkıma sürükleyen şey, aşağılık kompleksinden kaynaklanan cesaret eksikliğidir… Bir insandaki aşağılık kompleksi, sıklıkla o kişinin özel hiçbir yeteneğe sahip olmadığı düşüncesinden kaynaklanır." (s. 195).
Sevgi ve Evlilik…
"Sosyal uyumla ilgili normal sorunların dışında sevgi ve evlilik, her iki taraftan da olağanüstü bir duygudaşlık, karşındakiyle özdeşleşme bakımından olağanüstü bir yetenek ister." (s. 201).
"Sosyal ilginin içyüzünü kavrayan bir kimse, sevgi ve evlilik sorunlarının da ancak tam bir eşitlik ve aynı haklara sahip olma ilkesi temel alınarak doyurucu biçimde çözümleneceğini bilir." (s. 202).
"Evlilik, taraflardan her birinin karşısındakine ilgi göstermesini ister, kendini karşısındakinin durumuna koyabilme yeteneğini gerektirir." (s. 203).
"Sadakatsizlik, her vakit karşı taraftan öç almak için başvurulan bir yoldur." (s. 206).
"İnsanlar sevgi ve evlilik sorunlarının özellikle üzerinde duruyor, bunlara aşırı önem veriyorlarsa, söz konusu davranışlarıyla yaşamlarındaki ahengi yitirdiklerini ortaya koyuyorlar demektir." (s. 210).
Cinsellik…
"Erken yaşlardayken, doğru dürüst cinsel fonksiyon biçimlerini kavramayan bir çocukta cinsel etkinliklere karşı normalden güçlü bir gereksinmenin oluşacağı doğaldır." (s. 218).
"Çocuklarla ilgilenirken cinsellik konusuna gereğinden çok önem vermemeli, bu konu da normal sorunlardan biri gibi ele alınmalıdır…" (s. 220).
"Şımartılmış bir çocuk, cinsel bakımdan doğru dürüst gelişemez." (s. 220).
"Çevrenin ilgisini sürekli üzerinde toplamak ve başkalarının önüne geçmek istediğini bildiğimiz bir çocuk, cinselliğini de çevrenin dikkatini ve ilgisini kendi üzerinde toplamak ve başkalarının önüne geçmek amacıyla geliştirecektir…" (s. 221).
"Cinsel anormal davranışların asıl çekirdeği aşağılık kompleksidir." (s. 221).
"Cinsel içgüdülerin dışavurumu, tek başına nevrozları iyileştirme gücünü gösteremez çünkü nevroz dediğimiz şey, başka türlü söylemek istersek yaşam üslubunun bir hastalığıdır ve ancak gerekli yaşam üslubunu edindiğimiz zaman ortadan kaldırılabilir… nevrozlular, her zaman korkak ve sosyal yaşama iyi hazırlanmamış kişilerdir." (s. 227).
Sonsöz…
Yetersizlik, gördüğümüz gibi insan çabasının ve başarısının temelini oluşturmaktadır. Öte yandan, aşağılık duygusu ruhsal uyum bozukluğuyla ilgili tüm sorunların temelidir. Bireyin doğru dürüst bir üstünlük amacı saptayamaması durumunda, kendisinde bir aşağılık kompleksi oluşur ve oluşan kompleks kişide bir çözüm yolu aramak gereksinmesini uyandırır." (s. 231).
"Çocuk bakımına gelince, bu konuda en başta gelen amacın toplumsallık duygusunun geliştirilmesi sayılacağını, ilgili duygunun yardımıyla olumlu ve sağlıklı amaçların billurlaşıp ortaya çıkacakları gözlemlenmiştir." (s. 232).
"Sosyal uyum, aşağılık duygusu sorununun öbür yüzüdür. Tek insan yetersiz ve güçsüz olduğundan, insanlar bir toplum içinde yaşar. Bu bakımdan, toplumsallık duygusu ve toplumsallık işbirliği bireyin kurtuluş ve esenliğini oluşturur." (s. 232).
Yaşama Sanatı
Alfred Adler
Çev. Kamuran Şipal
Say Yayınları
Sayfa 232
İstanbul, 2018
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 23.05.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.01.2025 14:57