Ahilik Teşkilatı Ve Ahilikle İlgili Günümüze Dair Bir Değerlendirme
“Hâk ile sabır dileyip bize gelen bizdendir / İlim, akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir” (AHİ EVRAN)
İnsanlar tarih boyunca, kendi hayatlarını sürdürmesi adına, birçok alanda düşünce üretmişler; üretilen düşüncelerden yola çıkarak çeşitli alanları içeren, en basitinden en karmaşığına kadar sistemler geliştirmişler; bu sistemlerin sürdürülmesi için de, kalifiye elemanlar yetiştirmişler ve sistemlerinin devamı içinse, bu çabalarının ileriki nesillere aktarımını temin için ellerinden gelen çabaları alabildiğine değerlendirme yoluna gitmişler.
İnsanlık tarihini bir açıdan “peygamberler tarihi” olarak okuduğumuzda, külli bir uğraş alanı olan sistemlerden ziyade, insan hayatını kolaylaştıran, bir açıdan insanın madde ile sağlıklı bir diyaloga girmesi demek olan ve gününün şartlarında, muhatabına faydalar temin eden birçok mesleğin; ör. Terzilik, marangozluk vs. banisinin bir peygamber olduğu görülür.
Bunları, iyi ve faydalı olarak görmenin yanında, birde başta Allah’tan aldığı vahiy sonucunda, tebliği itibarıyla bir ümmet oluşturan peygamberlerin, filozofların, hâkimlerin vs. birçok mesleği içine alacak oranda, insanlar tarafından ilgi ile karşılanacak toplumsal, kültürel ve en önemlisi de iktisat alanında ortaya koydukları sistemlerin, daha sonraki dönemlerde de, “birçok değişikliğe uğramış olmasına rağmen” modern dönemlere kadar işlevini sürdüren yapılar olarak değerlendirmekteyiz…
Kur’an’ın direktifi ve öteden beri süregelen ‘iyi uygulamaları’ içeren birçok donenin halitası, katılımı sonucu, çarşı pazarda vücut bulması ile oluşan ve helal kazanç ilkesinde kendisini bulan bir iktisat anlayışının, feta olgusundan hareketle oluşan ve İslâm Arap kültüründe fütüvvet teşkilatı şeklinde neşvünema bulan yapının, Selçuklularla birlikte -o da Ahi Evran’ların katkısıyla- Müslüman “Türk” toplumunun iktisadi hayatının şekillenmesinde karşılığını bulan Ahilik kurumu, bıraktığı etkiler sonucunda, postmodern zamanda bile birçok insanın ve çevrenin ilgisini çekmektedir.
İlk örnekliği ortak aklın, ortak iyinin ve onun yanında da Kur’an’dan hareketle Hz. Muhammed(s)’in mesajında önemli bir yer tuttuğuna şahit olduğumuz, “iyi, temiz ve helal” çerçeveli bir iktisat düşüncesinin bir yansıması olan fütüvvetin bir izdüşümü olan Ahiliğin, Anadolu Selçuklu toplumunda yer bulması, en başta Kur’anî formun yanında, Türklerin Müslümanlaşma serüveninde ona ivme kazandıran tasavvuf saikiyle vücut bulması, belki de iktisadi alanda türüne özgü bir yapı oluşturmuştur.
Eğer ki, tasavvuf, itikadi alan dâhil, insanı ilgilendiren hemen her konuda bir öze sahip olmanın, o öz içerisinde tasarruflu, dengeli ve itidalli bir hayat sürdürmenin adından ziyade formu ise, Ahilik için; iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir diyebiliriz.
Ahilikten önce fütüvvet ve feta olgusuna bir bakış…
Selçuk Üniversitesi Tarih bölümü emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mikail Bayramgörüşlerini şu şekilde dile getiriyor; “Fütüvvet, İslam dünyasında kahramanlık, yiğitlik ve cömertlik mefkûresinin adıdır. Şövalyelik nasıl Orta Çağ Batı dünyasına ait mahsus bir ülkü ise, Fütüvvet de Orta Çağ İslam dünyasına ait bir ülküdür. Nasıl ki Araplar İslam'dan önce kültürlerinde mevcut olan Fütüvvet anlayışını İslami değerlerle geliştirip devam etmişler, nasıl ki Farslar "cevanmerdi" anlayışını aynı şekilde İslam süzgecinden geçirmişlerdi…
Türkler de kendi "Akılık" ülküsünü İslami ahlak ve değerlerle geliştirerek devam ettirmişlerdir. Arap kültüründe ideal kahraman, sehavet ve şecaat timsali olan Fütüvvet erinin adı "Feta", İran kültüründe "Cevanmerd", Türk kültüründe "Akı"dır. Türk Akılığı, İslamiyet’le Arap Fütüvvet şiarından etkilenmiştir. Akılar birbirlerine karşı kardeşçe tutumundan dolayı Akı kelimesi yerini Ahi kelimesine bırakmış ve Abbasi Devleti'nin sona ermesiyle Fütüvvet yerini Ahiliğe bırakmıştır “ (1)
Ahilik Teşkilatı nasıl kurulmuştu?
Orta Asya'da hüküm süren Oğuz Yabguluğu yıkılınca M. 1040 yılında Oğuz Türkleri yavaş yavaş Selçuklu egemenliği altına girerek Anadolu'ya göç etmeye başladı. Ekseriyeti göçebe olan Oğuzlar, kopup geldikleri Orta Asya steplerine benzediği için daha çok Orta Anadolu kırsalını mesken olarak tercih ediyorlardı. Dolayısıyla Orta Anadolu'nun Türkleşip İslamlaşması hızlı olurken, şehirlerde bu dönüşüm yavaştı (2) Bununla birlikte “İslam dini de, yerleşik hayatı gerekli kılıyor”du (3)
İşte bu sebeple, göçebe Türkmenlerin İslâmlaşma sürecini hızlandırmak, Anadolu'yu Türk yurdu haline getirmek, şehirlerde yaşayan Rum ve Ermeni tacirleriyle rekabet edebilmek amacıyla ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin tavsiyesiyle Ahi teşkilâtı Anadolu'da kuruldu. Kısacası Anadolu'da Ahiliğin şekillenmesi ve köylere kadar teşkilatlanması politik ve sosyo ekonomik bir mecburiyetin ürünüdür.(4)
Ahiliğin kuruluşu ve Anadolu'da yayılışı
Bazı araştırmalar Ahiliğin Kırşehir'de ortaya çıktığını ileri sürer. Diğer bir görüşe göre, Bağdat'ta büyük üstadlardan ders alan Ahi Evran, Arapların kurduğu Fütüvvet Teşkilatı'ndan etkilenerek, 1205'te Anadolu'ya gelmesinden kısa bir süre sonra ilk olarak Kayseri'de Ahilik Teşkilatını kurmuştur. (5)
Tarihi kaynaklardan, Ahi Evran zamanında Anadolu'nun şehir ve kasabalarında ortaya çıkan Ahi kurumlarının, Ahi Evran'a bağlı merkezi bir teşkilat olabileceği imajı çıkıyor. En azından bu kurumlar, onun koyduğu ilkelere bağlı kalmış olmakla, manen Ahi Evran’in liderliğindeki geniş bir teşkilatın şubeleri gibidir. Fakat onun ölümünden sonra, bağlı olunan ilkelerde büyük benzerlikler mevcut olmakla beraber, İbn-i Battuta'nın belirttiği gibi, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar yayılan bu kurumlar arasında organik bir bağ bulunmamaktadır.( (6)
İbn-i Battuta'nın belirtmeye çalıştığı “bu kurumlar arasında organik bir bağ bulunmamaktadır” ifadesi, bize göre, zamanla ortadan kalkmış olan veya öyle görünen şekilcilikten ziyade, ilk dönemdeki ruha, şevke ve felsefeye dayanıyordu
Vizyon ve Misyon…
Bu konuda ‘Ahilik’ adlı çalışmasında Dr. Yusuf Ekinci, özetle şunları dilegetirmektedir; “İyi belirlenmiş bir vizyon iki temel unsurdan meydana gelir. Birinci unsur örgütün temel nitelikleridir. İkinci unsur ise, örgütün ulaşmak istediği belirgin niyet ve arzularıdır.”.Ki, Bu çerçevede, “Bir kavram olarak ahilik, İslam dünyasında Abbasi halifesi Nâsır Li-dinillah tarafından kurumsallaştırılan “fütüvvet” kurumunun, Anadolu’da 13. yüzyıldan itibaren milli ve yerli unsurlarla donanmış bir şeklidir.” (7)
Ve devamında; “Ahilik, Türk esnafının hayat anlayışına ve dünya görüşüne uygun olması sebebiyle daha çok esnaf arasında gelişmiş olmakla birlikte esnaf dışından da çeşitli meslek erbabını bünyesinde barındıran, ahi Evran-ı Veli önderliğinde Anadolu’da güç ve önem kazanan, Anadolu dışında Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslara kadar yayılan sivil bir yapılanmanı adı…” olmuş oluyor.(8)
Ahiliği bir Türk fütüvvet hareketi olarak da tanınmayabiliriz; Türk fütüvvet hareketi olarak da nitelendirilen ahilik, 13. yüzyılda kurulup 20. yüzyıla kadar Anadolu’nun bütün şehir ve köylerinde yaşayan Türk toplumunda varlığını kesintisiz bir şekilde sürdürmüştür. Anadolu’da yaşayan Türk insanının birlik ve beraberliğini,refah ve düzenini sağlayacak ve halkın maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap verebilecek tarzda örgütlenmişti.(9)
Ahilik teşkilatının özellikleri…
Ahilik Teşkilatı Selçuklular döneminde ekonomik ve ticârî faaliyetlerinin yanı sıra, askerî ve siyasî faaliyetlerde de bulunmuş, aynen Bektaşi ve Yeniçeri Ocaklarının olduğu gibi Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda ve güçlenmesinde etkin rol oynamışlardır. Aşıkpaşazade Derviş Ahmet, Osmanlı'nın kurulmasında etkin olan Dört unsur arasında Ahiliği de belirtmiştir. İlk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin çoğu Ahi Teşkilâtı'na mensup şeyhlerdir.(10)
Ahi Teşkilâtı'nın Müslümanlara has bir kurum olarak iş görmesi 17. yüzyıla kadardır. Osmanlı Devleti'nin hâkimiyet alanı genişleyip, gayrimüslim oranının artmasıyla farklı dinden kişilerin ortak çalışması zorunlu olmuştur. Din ayrımı gözetilmeden ortaya çıkan bu kuruluşa da ‘gedik’ denmiştir. 1727 yılından itibâren rastladığımız bu kavram Türkçe bir kelime olup tekel veya imtiyaz anlamına gelmektedir. Kavram olarak "Osmanlı bünyesindeki esnaflığa ve sanatkârlığa girişi tetkik etmek" demektir.(11)
Yapı olarak ahilikten farklı olmamakla birlikte ömrü onun kadar uzun olmamıştır. Zira 1838 Balta Limanı Antlaşması'yla tekel idaresi ortadan kalkmış ve gedikler çözülmüştür.
Günümüze yansıması…
Yukarıda Ahilik teşkilatının Müslümanlara has bir kurum olarak iş görmesinin17. Yüzyıla kadar olduğunu belirtmiş, gayrimüslim oranının artmasıyla farklı dinden kişilerin ortak çalışmasının artık bir zorunluluk halini aldığı ve ondan sonra da, Ahilik yerine adına gediklik denen bir kurumun ihdas edildiğini belirtmiştik.
Ahilik kurumunun Anadolu Selçuklu ve Osmanlı klasik dönemlerinde, birçok alanda olduğu üzere, özelliklede üretim ilişkileri bağlamında iktisadi alanda bir iş görmüş olduğu vakıası, onun yerine –bir zaruretten dolayı- ihdas edilen ve içerdiği anlam ve işleyiş açısından Ahilikle farklılık arzeden – tekel ve imtiyaz olgusu- gediklik kurumunun da, yine, Osmanlı üzerinde bir üstünlüğe sahip olma düşüncesiyle varılan Balta Limanı antlaşmasının sonucunda çözüldüğünü ve Ahilikle kıyaslanmayacak bir tarzda gayr-i Müslim tebaa üzerinden iktisaden Batı’ya bağımlılık anlamına gelen gediklik kurumunun da işlevsiz kalması sonucu bir maceranın bittiğini, hatta bitirildiğini görüyoruz.
Bununla birlikte, Osmanlının orta dönemlerinden başlamak üzere, Orta Anadolu ile birlikte, neredeyse dönemin Osmanlı mülkünün tamamında teşkilatlanmış bulunan Ahiliğin, modernizmin uç verdiği ve klasik paradigmaların elden çıktığı bir vasatta, resmi sıfatı açısından “fiili” olarak kendi misyonunu tamamladığı varsayılan bu teşkilatın, ta cumhuriyetin son çeyreğine kadarki bir zaman diliminde, bu teşkilatın, madden değil de, ruhen Anadolu’da konuşlanmış ve kendine has yapısı açısından “Osmanlı şehri” olarak bilinen yerlerde, sembolik olarak yaşadığını, yaşatıldığını görmekteyiz.
Anadolu’nun üretim ilişkisi içerisinde olan, ama daha henüz kapitalizmle tanışmamış, yüzleşmemiş olan ve birçok paradigmal ve maddi değişime rağmen, eski olmasa da, eskiyi çağrıştıran bir atmosfer içerisinde hareket edilmesi, sanayi sitesi başkanı sıfatının belki de prototipi hükmünde olan “esnaf şeyhinin” gözetiminde eski mekânlarda, hayırlı ve helal kazançlar elde etme adına Allah©’a dua ve yakarış seramonisinde bulunarak, ‘bismillah’ deyip dükkân açmak ve günün siftahını yaparak güne ve işe başlama çabalarının artık günümüzde, kendini kapitalizmin büyüsüne kaptıran laik ve seküler anlayışlı üreticinin yanında, hem üretim içerisinde bulunmak ve hem de bu kapitalist çerçeveyi aşma düşüncesine yaklaşmış bulunan, çoğu da muhafazakâr Müslüman olan üretici zevatın, kapitalizme ve sair çağdaş ekonomik yapılanmalara alternatif oluşturacak olan yeni, ama hem üretimi baz alan, hem tasarruf yönü bulunan; dengeyi ve itidalde işin olmazsa olmaz rüknü sayma çabalarının bir nevi sistemsel karşılığı olacak olan bir teşkilatlanma modeli için Ahilik ilham kaynağı olmaya bağlamıştır dersek, işi pek de abartmış olmayacağız…
Tamam modern ve aynı zamanda da birçok işi flulaştıran postmodern dönemde azı dişleri henüz kırılmamış bulunan kapitalizme ve diğer ekonomik sistemlere nazaran, Müslümanlar kendi yanlarından bir model oluşturamadılar.
Bununla birlikte bir takım eksiğe ve gediğe rağmen, muhafazakâr olarak tesmiye edilen ve eleştiriye tabi tutulan toplumsal yapı ve cemaatlerin üyeleri bazında çalıştırdıkları işletmeler üzerinden oluşturdukları iktisadi birlik öğeleri –dernek, vakıf ve çatı kuruluşlar- hem kendilerini koruma, hem topluma faydalı olma, hem Müslüman’a yaraşır yapılar oluşturma, anlayışlar geliştirme ve bunun ötesinde de salt Allah rızasını kazanma adına, epey zamandır Ahiliği ilgi alanlarına almış bulunduklarını birçok İşadamı derneği çalışmalarından ve oluşan gayretlerinden ötürü bilmekteyiz.
Bunun yanında salt bir İslâm ekonomi modelinden bahsedebilir miyiz? Bu soruya kalıp şeklinde bir tek cevap veremezdik, ama insanın maddi donelere olan ihtiyacından yola çıkarak ve değişmez özelliğe sahip Kur’an’ın genel ilkelerinden hareketle, amacın dışına çıkmadan bir ekonomik modeli, her topluma ve her çevreye motamot uygulayamasak bile, değişmez ilkelerden hareketle bir İslâm ekonomi anlayışını geliştirip sistemleştirebiliriz.
Bu sistemleştirme modeli değil de ruhu kapsamalıdır. Burada ruhun kapsama alanına girmesi, bir açıdan yapılan “çağdaş” araştırmalar sonucunda oluşması gereken yapının Ahilik gibi kurumları baz alıp, onu birebir taklit etmeden, ama onu da dikkate alarak sağlam ve derinlikli bir anlayış ve kurumsallaşmaya adım atılması demektir.
DİPNOTLAR:
1) Prof. Dr. Mikail Bayram, Ahi Evran ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu, Konya 1991, s.130,13
2) Yrd. Doç. Dr. Salih Özkan, Türk Eğitim Tarihi, s. 421 2. Bas. Nobel Bas. Yay. Mart-2008
3 ) Yrd. Doç. Dr. Salih Özkan İslam ve şehir
4) Cumhuriyetin 50. yılında esnaf ve sanatkârlar, Ankara 1973, s.24
5) Prof. Dr. Mikail Bayram, a.g.e s.8
6) Yrd. Doç. Dr. Salih Özkan, İslam ve Şehir s.4
7) Dr. Yusuf Ekinci, Ahîlik, s. 17, kendi yayını Ankara, 2011
8) Dr. Yusuf Ekinci, Ahîlik, s. 17, kendi yayını Ankara, 2011
9) Dr. Yusuf Ekinci, Ahîlik, s. 17, kendi yayını Ankara, 2011
10) Prof. Dr. Ziya Kazıcı, İslam Ansiklopedisi Ahilik maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, s.23
11) Neşet Çağatay, Ahilik Nedir? s.36
Yazar: Sait ALİOĞLU - Yayın Tarihi: 23.12.2016 09:00 - Güncelleme Tarihi: 21.12.2016 10:26