Alacakaranlıkta Bir Yazar: Faik Öcal
Felsefenin edebiyata yakınlaştığı zamanlar vardır. Bu zamanlarda üretilen felsefi eserler klasik tarzda üretilen felsefi eserlerden daha etkileyicidir. Felsefenin kuru, kavramsal ve sevimsiz dilinden uzaklaşıp edebiyatın akıcı, coşkun ve kurgusal diline yakınlaşan kitaplar sırf bu yüzden hem daha çok sevilirler hem de daha çok okunurlar. Örneğin Jostein Gaarder'ın "Sofie'nin Dünyası" adlı romanı çok okunanlar listesinden uzun süre hiç düşmemiştir. Gaarder bu eserinde edebi bir tür olan romanı, felsefe tarihinin anlatımında bir araç olarak kullanmış ve oldukça da başarılı olmuştur. Edebiyat halen bu anlamda felsefenin anlatımında ve aktarılmasında etkili bir araç olmaya devam etmektedir. Günümüzde yaşayan birçok yazar da, edebiyatı felsefi düşüncelerin aktarımında etkili bir araç olarak kullanmaktadır. Bunlardan biri de yazar Faik Öcal'dır.
Son zamanlarda yakından takip ettiğim, ayrıca Kitaphaber ailesinin bir üyesi olan, çeşitli mecralarda yazdığı yazılarla ve çıkardığı enfes kitaplarla dikkat çekmeye başlayan yazar Faik Öcal, "Alacakaranlık Filozofu Nietzsche" isimli kitabıyla felsefenin edebiyata yakınlaşmasının güzel örneklerinden birini veriyor. Tıpkı büyük filozof Nietzsche'nin felsefî düşüncelerini aktarırken kullandığı ve Alman dilinin harika örneklerinden biri olan şiirsel üslubunu kendi kitabında bizzat yaşayarak yansıtmaya çalışıyor. Samimi olarak itiraf etmeliyim ki Öcal'ın kitabını okurken zamanın nasıl geçtiğini fark edemedim. Acılı ve çilekeş filozofun hayatını anlatırken kurduğu cümleler çekiçle yapılan felsefenin insan zihninde yarattığı etkiyi öyle güzel aksettiriyor ki bazen konuşanın filozof Nietzsche mi yoksa yazar Faik Öcal mı olduğunu ayırt edemiyorsunuz. İsterseniz kitaptan bir örnek vererek söylediklerimi somutlaştırayım:
"Ben Nietzsche, siyah hüzün. Ben konuşuyorum. Sevgili dünya halkı! Hiçbir yerde geçmeyen bu sözlerimi iyi dinleyin! Öteki, gizli kulaklarınızla… Ben immoralistim. Yani ahlakçı olmayan… Sizin bildiğiniz anlamda ahlak değil. Ama tam da sizin yaşadığınız ahlak anlayışı. Size yeni bir bakış açısı, yeni günahlar sunuyorum. Çünkü ben İblis'in rahle-i tedrisinden geçtim. Şeytan benim beynimden çıktı. Hangi şeytan? Bilmezsiniz! Beni sabahlara kadar ağlatan, gecelerce uykusuz bırakan ve yıllarca dünyamı zindana çeviren şeytan…" (s.13)
Kitabın geneline baktığımızda bildiğimiz biyografi kitaplarından farklı bir yapısı ve anlatım tarzı olduğunu görüyoruz. Yazar, klasik biyografi kitaplarındaki gibi üzerinde durduğu kişinin hayatını tarihsel kronolojik bir sırayla anlatma yolunu seçmemiş. Duygusal ve metaforik bir anlatım yolunu benimseyerek yer yer deneme tarzına, yer yer öykülemeye, bazen de iç monolog ve bilinç akışı tekniğine yer vererek, filozofun felsefi düşüncesinin nirengi noktalarını okuyucuyu sıkmadan, akıcı bir dille anlatmayı başarmış. Kitap boyunca yazarın, trajik filozofla bütünleştiğini, bazen onunla yer değiştirdiğini, ara ara onun adına konuşup ara ara da onunla sohbet ettiğini görüyorsunuz. Yazarken herhangi bir biyografi kişisinden değil de sanki duygusal bağ kurduğu tanıdık bir roman kahramanından bahseder gibi bahsediyor. Yazarın filozofla kurduğu bağ o kadar güçlü ki onu sürekli İslami motiflerle karşılaştırıp sevimli bir Müslüman olarak hayal etmeye çalışıyor. Tabii bana göre kitabın en zayıf yanlarından biri de budur. Çünkü kendini Deccal olarak nitelendiren Nietzsche –lafı kıvırmaya gerek yok- katıksız bir ateisttir.
Ateizminin sebebine gelince, özgürlüğün ve bireyselciliğin yılmaz savunucusu olarak bilinen filozof Nietzsche, Şenbilim'de Tanrı'nın öldüğünü söyler ve bunu da pazar yerinde Zerdüşt'e bağıra bağıra ilan ettirir. Peki bundan sonra ne olacaktır? Tanrısız bir dünyada bireye düşen görev nedir? Şudur: "Değerleri yeniden değerlendirmek ve yeni bir anlam dünyası yaratmak..." Ama bu, zorlu ve aynı zamanda tehlikeli bir görevdir. Zira moral, dini arka plandan kopmuştur. Bizzat görevi üstlenir üstad. Fakat ağır yükün altından kalkamaz. O, hayalini kurduğu, değerleri yeniden değerlendirecek, anlam yaratacak üst-insana hiçbir zaman ulaşamaz. Sonra ufukta nihilizm ve karamsarlık görünür. Ezeli mağlup olarak yaşayan Nietzsche delirerek ölecektir. Tıpkı bir şair gibi şakıyan filozofun bu çaresizliğini yazar şu cümlelerle betimler:
"Aslında hep çocukluğuma geri dönmek istiyorum. Dünyanın yükü ve sonsuzluğun bedeli pek ağır… Çocukluğuma geri dönmek, İncil hikâyeleri ve ruhani şarkılar okumak, olanca saflığımla, İsevi hasretimle. Çocuk İsa olmak Meryem'in kucağında, hiç büyümemek… Büyüdüm, elimde ne İncil'im kaldı ne Hristiyanlık Tanrısı. Sadece hiçlik." (s.76)
Yazar önsözde neden bir Nietzsche kitabı yazma gereksinimi duyduğundan bahsediyor. Yazara göre herkesin kendine göre bir Nietzsche'si var. Bunu da onun zor bir dilinin olmasına bağlıyor. Ve devamında şöyle diyor: "Nietzsche ancak "aklın sezgisi"yle anlaşılabilir. Biz de burada aklımızın sezgisini kullanarak anlaşılır bir Nietzsche portresi ortaya koymaya çalıştık." (s.5) Kitap boyunca, "Nietzsche gerçekte nasıl bir insandı? Nietzsche ne yapmaya çalıştı? Onu diğer filozoflardan ayıran yanı nedir?" gibi soruların peşine düşüyor yazar. Bunu da Nietzsche gibi aforizmalarla yapıyor… Gayet güzel bir yapıt olmuş. Bir çırpıda okuyup bitirdim. Kitap, istenirse ilerleyen yıllarda biraz daha zenginleştirilip genişletilebilir. Eğer yazarımız yazma şevkini ve azmini bu şekilde devam ettirirse kısa sürede ülkemizde adından söz ettirecektir. Bundan şüphem yok. Kendisine bundan sonraki yazı hayatında başarılar diliyorum.
Alacakaranlık Filozofu Nietzsche
Faik Öcal
Zilan Akademi
Van 2024
88 sayfa
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 07.06.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 05.06.2024 16:14