Alacakaranlık’ta Bir Yolcu: Çehov

Milli kültürümüzün temel eserlerinden olan Dede Korkut hikâyelerini okuyanlar, destanlarını dinleyenler gönül dünyamızda yepyeni pencerelerin açıldığını fark eder, dilimizin güzelleştiğini, hayal dünyamızın genişlediğini bilirler. Bu satırların yazarı Dede Korkut hikâyelerinin tadını hiçbir hikâyede bulmak mümkün değildir diye düşünür. İfade etmem gereken bir gerçek daha var ki; o da Edison'un söylediği gibi her zaman aynı yolda yürüyenlerin yeni bir şey keşfedemeyecekleri. Damak tadımızı bozmadan, gönlümüze haram gıdalar katmadan yeni tatlar denemenin, farklı lezzetlerle tanışmanın kime ne zararı olabilir?
Günümüzde hikâye denildiği zaman herkesin bildiği gibi ilk plânda iki isim akla gelir. Fransız Guy de Maupassant ve Rus Anton Pavloviç Çehov. Maupassant tarzı ve Çehov tarzı diye de bilinir. Birisi olay, diğeri durum hikâyeciliğinin temsilcisidir.
Bu yazımızda Anton Çehov'un hikâyelerinden bahsedeceğimiz için kısa bir girizgâhla başlayalım istedik.
İnsanın Kalabalıklar İçindeki Yalnızlığı
Anton Pavloviç Çehov 1860-1904 yılları arasında yaşamış ve kısacık ömrüne yirmi ciltlik eser sığdırmıştır. Yaşadığı çağı çok iyi gözlemlemiş ve insanın problemlerini eserlerinde konu edinmiştir. Hikâyelerinin konusu insandır. Öyle olunca dünyanın neresinde olursa olsun benzer problemlerle karşılaşılacağı için kitapları her coğrafyada okur bulmuştur. "Alacakaranlık" ta başladığı yolculuğuna "Kasvetli Bir Öykü" ile devam etti Çehov. Hikâyelerinin havasının karamsar olmasında ağabeyinin veremden ölmesinin rolü olduğu bilinir. Mahkûmların hayatı, açlık, köy yaşantısı konu olur hikâyelerine. Eleştiri oklarını insanları yok eden, yabancılaştıran, yalnızlaştıran topluma çevirir. Başyapıtları arasında sayılan Vanya Dayı'da taşradaki insanların başıboşluk içinde, can sıkıntısıyla günlerini tükettiklerini, böylece de ideallerinden uzaklaştıklarını anlatır. Yeğeni Sonya ile birlikte çiftliği idare eden Vanya Dayı, Serebriakoy ile karısı Elena ve Doktor Astrov'la birliktedir. Serebriakoy çiftliği satmak ister ama Vanya Dayı buna karşı çıkar, çiftliğin satılmasına engel olur. Vanya Dayı Doktor Astrov'la birlikte Elena'ya âşık olur. Sonya ise Astrov'a vermiştir gönlünü. Sonunda hepsi hüsrana uğrar ve kimse umduğunu bulamaz.
Anton Çehov'un 1904 yılında yazdığı Vişne Bahçesi, Rus toprak aristokrasisinin çözülüş sürecinde, bir zamanlar kölesi oldukları toprakların yeni sahibi olmak için çabalayan insanlarla, çalışmayan ve yaşamın ekonomik, toplumsal, siyasal değişimini kavrayamayanların karşı karşıya gelişlerini trajikomik bir tarzda ele alır.
Çehov'a göre eserde saklı bir ahlâk dersi olmamalıdır. Mesajı da önemsemez. Edebiyatçının hiçbir şeyi ispatlamak zorunda olmadığına inanmıştır. Edebiyatçının işi "hayatı sergilemek"tir ona göre. Okuyucuyu yormak istemez ve anlattıklarının bir çırpıda anlaşılmasından yanadır.
Gorki'yi Ağalatan Yazar
Ünlü Rus yazarı Gorki, Çehov'un bazı hikâyelerini okurken ağladığını itiraf eden bir Çehov hayranıdır. Kim bilir belki de onun "Acı" hikâyesini okurken ağlamıştır Maksim Gorki. Bu hikâye adı gibi acıklıdır. İona Potapov arabacıdır. Daha doğrusu kızak sürücüsü. Yaşlı olmasına rağmen çalışmak zorundadır. Bir hafta evvel oğlu ölmüştür ama acısı yüreğinde kızak arabasına binmiştir ve yolcu taşımak zorundadır. Taşıdığı yolculara, bir hafta evvel oğlunun öldüğünü anlatmak ister. Derdini dökmektir niyeti ama bütün yolcular onu tersler, azarlar ve kimse dinlemek istemez, onun acısı kimsenin umurunda değildir. İnsanlardan umduğunu bulamayınca atının boynuna sarılır ve içini ona döker:
"İşte öyle kısrak kardeş… Kuzma İoniç yok artık. Sizlere ömür… Birdenbire öldü… Diyelim ki senin bir tayın var ve işte o tay ölüyor bir gün… Veda ediyor sana ve hayata. Üzülürsün değil mi? At sahibini dinliyor ve sahibinin ellerine soluyor. İona kendini kaptırıyor ve her şeyi ata anlatıyor…" (Çehov, 2007:56)
Atla beraber sizin de gözleriniz yaşarıyor. Evladını yitiren babasın acısına ortak oluyorsunuz. Arabacının derdini bölecek kimse bulamaması da sizi ayrıca hüzünlendiriyor. Gorki nasıl ağlamasın bu hikâye karşısında?
Kime Anlatalım Derdimizi?
Üzerinden yüzyıl geçtiği halde hâlâ Çehov'un okunuyor olması hikâyelerinde önemli bir damar yakalamış olmasındandır. Asırların geçmesiyle çok şey değişse de özü ve problemleri itibariyle aynı kalıyor insan, problemler değişmiyor. Şekil değiştiriyor, yenileri ekleniyor ama sıkıntı devam ediyor. Elbette insan statik bir varlık değildir. Değişmeye meyyaldir. İyilikten kötülüğe zikzaklı bir yol çizebileceği gibi, zikzaklarını düzelterek kötülükleri terk edip iyilik limanına varabilir.
Çağlar insanın özelliklerini yok edemiyor. Her çağda aceleyiz mesela. Nankör insanlar her zaman var. Pintilik hiçbir toplumda kabul görmüyor, her mecliste kınanıyor cimriler. Cahillik aklı başında kimsenin kabul edebileceği bir haslet değil. Kimse zalimin yanında yer almak istemez. İnsanoğlu her çağda dünyaperesttir. Mala fazlasıyla düşkündür. Hırs bürür gözünü. Tez sevinir, çabuk umutsuzluğa düşer. İnsanın değişmeyen özelliklerini hakkıyla yazabilirsek eserlerimiz de kalıcı olur. Gelip geçici mevsimlik olaylara takılıp kalmak yerine (elbette yaşadığımız an ve olaylar da önemlidir) kalıcı olana yönelmek gerek. Çehov'un, Tolstoy'un, Dostoyevski'nin, Cengiz Aytmatov'un yaptığı da bu.
Hz. Yakup'un oğlu Yusuf'u ararken söylediği söz geldi hatırımıza. "Kime şekva edelim halimizi?" Derdimizi kime anlatalım Sen'den başka?
Yazar: Hayrettin DURMUŞ - Yayın Tarihi: 04.06.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.05.2025 14:15