Ali Karaçalı Denemeciliği

Dilden Sanata
"Önce söz vardı." cümlesi Yuhanna İncili'nin ilk ayetiymiş. Bu ifadede kelimenin-sözün varlığı öne çıkarılıyor. Önce bir zarftır, içinde hapsettiği anlamının zımnen dışa dönük bir dikkati ifade ettiği söylenebilir. Bu söylemi, kelimenin-sözün kendisinden sonraki her şeyle karşılaştırılabilir oluşu üzerinden tarif etmek gerekir. Durum, kelimeden yola çıkarak genel anlamda dile varmak, dili bir zemin gibi kullanarak üzerine edebi verimleri sermek şeklinde anlaşılabilir. Kutsal kitabımızın "oku!" emrini dil üzerine inşa edilen ayetler bağlamında ele almalı. Kalem Suresinin örtük anlamını da temel almalı elbette.
Kelime anlamın şekli, cümleler dilin özüdür. Kelime, insanın hakikatidir. Dolayısıyla insan özünde olan değerlerle aynıdır. Dilin doğduğu yer insan ortamı, ürettiği bağlam kültürdür. Dolayısıyla söz insanla eşittir.
İnsanın enlemesine ve derinlemesine kullanması sayesinde dil zenginleşir. Sanat dili de böyle oluşur. Sanatçı da kendini gerçekleştirme-geliştirme melekesini dilden alır. Ürettiği imajlar, çağrışımlar onun metninin gövdesidir. Metnin edebi metne dönüşmesi için eksik olan şey ruhtur. O ruhun ne olduğu da açıktır: sanatçının derdi… Buradaki metin kelimesini, edebiyat dışı sanatların kendi jargonu içindeki bir anlamla değiştirmesi gerekir. Edebi sahadan söz konusuysa, metin-yazıdır. Çok anlamlılığı ve tek-biricik oluşu onu sanat yapmak hususunun anahtarıdır. Elbette kelimelerden kurulan ahenk etkisi de sanata açılan kapıdır.
Gün Karşı Tepeden
Ali Karaçalı'nın 40 yıllık zaman diliminde yazdığı metinlerden mürekkep bir kitap Gün Karşı Tepeden (Karaçalı, 2021). Kitabın ismi Necip Fazıl'ın "Aydınlık" şiirinin ikinci mısraından alınmadır. Yazarın istinatlarından birini göstermesi bakımından önemlidir bu. Bir diğer önemli husus da yazarın sunuşta bu eserin kırk yılda yazılan denemelerden oluştuğunu açıklamasıdır.
Arka kapak yazısı şu ifadelerle başlıyor: "Onca acı, onca yoksulluk, onca korku, onca kan ve gözyaşı, onca ölüm her sabah ve her akşam evlerimize ve sofralarımıza konuk olurken…" Burada zikrettiği olumsuz durumların gönül coğrafyamızı kanattığından bahsediyor. Gazze, Hama, Humus, Halep, Şam, Telafer, Musul, Kerkük, Bağdat, Kerbela, Kahire, İskenderiye vb. Bu bağlam şu cümlelerle bitiyor: "Kurduğunuz cümlenin, attığınız çığlığın, ateşlediğiniz öfkenin, ilenmenin ya da yakarmanın hiçbir şeyi değiştirmediğini görmek ürpertici." Bu kısmı ilk not olarak düşmüş olalım: Ali Karaçalı denemeleri insanlığın geldiği noktadaki tükenişi gönül coğrafyamız üstünden işliyor.
İlk bölüm "Doğu Yazıları" adını taşıyor. 15 metinden oluşan bu bölüm, 1981'den itibaren "Edebiyat" Dergisinde yayımlanmış. Memuriyete öğretmenlikle başlaması ve Ağrı'ya atanmasıyla başlıyor hikâye. Ali Karaçalı, bölge insanıyla muhatap oluyor, orada karşılaştığı bazı meseleler karşısında şaşkınlık yaşıyor. Yazıya aktarılanların şaşkınlıktan çok gözlem ve izlenim aktarımı olduğunu ifade etmeliyiz. Bu metinlerin yazarın genel anlamda "mesele" ettiği şeylerin bir tür göstergesi olduğu açıktır. Acı, ıstırap, kaygı… Şair Arif Ay'dan alıntı mısralarla süslenen ve anlamı pekiştirilen metinler bunlar. Aynı zamanda Ali Göçer'le mektuplaşmalarından bölümler de kullanmış. Doğunun manevi atmosferini anlatıyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, onun meşhur Marifetname eseri, üstadı Tillo'da metfun Şeyh İsmail Fakirullah vb. ayrıca kahvelerdeki işsiz güçsüz insanların ağızlarından dökülen inanç replikleri… Bu metinler, 80'li yılların Türkiye'sinde, kayda geçmeyen, kimse tarafından görülmeyen ve duyulmayan ilginç ayrıntıları anlatıyor.
Kitabın ikinci bölümünün adı: "Önyazılar". 2013 yılından itibaren, Ali Karaçalı'nın Türk Dili dergisinde yayımlanan sunuş yazılarından oluşuyor. Bu metinlerde edebiyat ve düşünce dünyamızı mamur edenler, güncel meseleler ve ortak değerlerimiz işleniyor. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Türkçe, Soma faciası vb. Müstakil bir bölüm ayrılmasa da, değişik sebeplerle pek çok şair-yazar konuk olmuş bu denemelere. Bazılarını zikredelim: Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, Rasim Özdenören, İbrahim Demirci, Ali Sali, Halime Toros, Nurullah Ataç, Veysel Çolak, Arif Ay, B. Necatigil, Gülten Akın, M. Ruhi Şirin, Sait Faik, İsmail Sert, İsmail Karakurt, Mehmet Aycı, Ahmet İnam, Yılmaz Daşçıoğlu, Ebubekir Eroğlu, Hasan Akay, Cevdet Karal, Mehmet Can Doğan, Suavi Kemal Yazgıç…
Kitabın üçüncü ve son bölümü "Hüzünler". Bu bölüm, yazarın ebedi âleme uğurladığı dostlarına dair yazılardan oluşuyor. "Nuri Pakdil'e Mektup" metni hüzünlü ama mütebessim. "Herşey Eninde Sonunda Sessizdir" çarpıcı bir İlhami Çiçek yazısı. "Hüzün Saati'ne Önyazı", Kâmil Aydoğan üzerine. Bu bölüm bize Ali Karaçalı'nın dostluk ve vefa kavramlarına verdiği değeri göstermesi bakımından önemlidir.
Kitabın son yazısı olan "Anlamı Örtmek Marifet mi?" metni, okur ve yazar arasında hiçbir bariyerin girmemesi üzerinden, yazarlar için uyarıcı ve yol gösterici olma hüviyeti taşıyor. İbrahim Demirci durumu Yeni Şafak Kitap'ta "uyarıcı bir sanat rehberi" olma şeklinde yorumlamış. (Demirci, 2021)
Ali Karaçalı'nın bu eserindeki izlenimleri bağlamında Bilal Can, kitaphaber sitesinde şu değerlendirmeyi yapıyor: "Yazıyı hayatına şahit tutan eserlere yaşayan kitaplar demek yanıltıcı olmayacaktır. Çünkü bu kitaplarda belirgin bir biçimde hayat vardır. Yazarın bütün hayatı ayan beyan ortadadır bu eserlerde. Bu eserler, bir nevi kişisel bir tarihin terennümüdür (Can, 2021)." Bu değerlendirmeye, yazarın hayatı kadar, toplumun hayatı ve değişimlerini göstermesi bakımından da yaklaşmalıyız ilavesini yapmalıyız elbette.
Sonuç
Ali Karaçalı dili bir zemin gibi kullanıyor ve üzerine edebi verimlerden bir dünya seriyor. Bu dünya Kalem Suresinin örtük anlamını da barındırıyor. Yazarın sözü ve meselesi, insanın hakikatine yönelik bir tasarruftan müteşekkildir. Bu mesele, insan özünde var olan değerleri, taşıyıcı olarak dile yüklemek. Değerlerin kültür varlığına dönüşüp gelecek nesillere aktarılması en güçlü mesele özelliği taşır. Dilin doğduğu ortam insan, ürettiği bağlam kültürdür. Dolayısıyla söz eşittir insan demek mümkündür.
Ali Karaçalı'nın dili Nuri Pakdil Türkçesiyle özdeş. Öztürkçe duyarlılığı her hal ü karda kendini belli ediyor. Zaten kitaptaki ilk bölümün yazıları, Edebiyat Dergisi'nde yayınlanması hasebiyle o dil anlayışı içindedir. Ancak dili yaygın olduğu ve meşhur olduğu şekilde kullanmak, kültür aktarıcılığı bağlamında önemlidir. Belki bu dil kullanımının önemli bir gerekçesi vardır ancak şahsen bu gerekçeyi Ali Karaçalı açısından şöyle yorumlamak istiyorum: Onun kelimeler ve daha geniş anlamda söz varlığı için rezerv ve bagaj taşımadığını düşünüyorum. Her kelimeye ön yargısız yaklaşıyor. Bu bağlamda yerel olan, ağızlarda kalan çok kelimeye / kullanıma da denemelerinde yer verdiğini görüyoruz. Deprenip durmak, yalp yalp geçmek, dönenip durmak, ünlemek, babo vb.
Ali Karaçalı denemelerinde bariz şekilde görülen durumlar var. Bunlar, başta dingin bir anlatımı olması. Bunu hikâyeci olmasından mütevellit anlatı ustalığı ile denemeyi kurmak şeklinde açıklayabiliriz. (Mesela boyacı Ebuzer anlatısı tam olarak bir hikâye formatındadır.) Geniş ve ön yargısız bir dil kullanıyor. Dostluk, arkadaşlık, vefa gibi değerlerimize sahip çıkıyor. Denemenin kurucusu Monteigne'de olduğu gibi, insanlar için her zaman kıymetli olacak olan kavramları ele alıyor. En önemlisi de denemenin anlamında bulunan "birikim" ifadesinin altını dolduruyor. Birikimin dayanakları olarak, bilgi, sezgi, düşünce ve duyguları olduğu gibi, bozmadan dağıtmadan ifade ediyor.
Kaynakça
Can, B. (2021, 11 15). https://www.kitaphaber.com.tr/zamani-kelimelerle-sahit-tutmak-k4232.html. adresinden alınmıştır
Demirci, İ. (2021, 11 15).
Karaçalı, A. (2021). Gün Karşı Tepeden. Ankara: Hece.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 29.12.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 28.12.2022 23:59