Amin Maalouf’un Doğu’nun Limanları
Doğu'nun Limanlarında hep kendimi aradım, yazgımdan kaçtım, kaçtığımı zannettim. İnsanın yazgısından kaçamayacağını, nereye giderse gitsin yazgısının ardından geleceğini çok geç anladım. Bir zamanlar İstanbul ile Adana arasında savrulmuştum. Beyrut uzak değildi. Sonra İskenderiye, Hayfa, Kahire. Siluetim tarih ders kitaplarının üzerine düşmüştü, yarım yamalak, eksik kesik. Tıp öğrenciliği ile direnişçi olmak arasında gidip geliyordum. Zaten hep ikilemde kalıyordu, aralarda kalıyordum. Tıp okumak için geldiğim Paris'te bir direnişçi olup çıkmıştım. Geçmişim İsyan'dı, geleceğim Bakü. Yıkılmış bir imparatorluk ile yarınlarımı inşa etmek istiyordum ve bunu nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyordum: Hurbert Hughes Sokağı.
İçime akmıştı Sultan Abdülaziz'in dökülen kanı. Kurtuluş yoktu artık geçmişimden, yazgımdan. Kendime göre istediğim bir geleceğim yoktu.
Anılarımın izini sürdüm Fotoğrafçılık Derneği'nde. Hiçbir şey yoktu. Hiç kimseler yoktu. Ne hekim Kitabdar ne Ermeni Hubar. Toz duman olmuştu Adana'daki geçmişim. Halkın yüzünü görmüştüm o tarihi fotoğrafta: 6 Nisan 1909. Haktan kaçmıştım, kaçamayacağımı bile bile. Kan bağıyla bağlanmıştım o halka, zira babamın tek İsyan'ıydım, tek umudu, tek yaşama sebebi. Salem'di o kan bağının ismi. Bombalanan evlerimizin altında kaldığında, kaçakçılık yaptığında da benim kan bağımdı Salem.
Kendimi Lübnan Dağı'nda bulduğumda köklerimi ebediyen yitirdiğimi anlamıştım. Artık hiçbir yere ait olmayacaktım ya da bütün dünya benimdi. Kanıma Nubar'ın kızı Cecile'in kanı karışacaktı. Bir tarafım Türk Müslümanı, bir tarafım Hristiyan Ermeni olacaktı. Ben parçalanmış bir hikâyenin tam orta yerinde hayata gözlerimi açacaktım, kendimi arayamaya başlayacaktım.
"Yabancı bir mucize" olarak kendimi Marsilya-Mont Pellier'de bulduğumda Direniş Örgütü'nün bir parçasıydım. Bertrand sağlam bir dost olarak girecekti hayatıma, Bruno genç bir ölü. Faşizmin ayakları altında ezilmeye tahammülüm yoktu. Babamın düşlerinde yaşattığı İsyan'karlığımı yeryüzüne indirecektim, başka çarem olmadığı için. İnsanlar birbirini boğazlarken insanların yaralarını iyileştiremezdim. Toprak ateşle dolmuşken yeni fidanlar dikemezdim toprağa. Toprağın ateşini söndürmek için yerin altına inmeliydim. Direniş Örgütü'nün gizli bir üyesi olarak ben de yerin altına inmiştim. Amaç: Toprağın ateşini söndürmek, faşizmi yenmek, savaş çığırtkanların sesini ebediyen susturmak.
Lyon'da Daniéle ile Edouard'ın evinde Clara Emden hayatıma girdiğinde, ben tepeden tırnağa değişecektim, hayatım baştan sona yeni bir anlam kazanacaktı, hayat gemim Doğunun Limanlarında Beyrut'a demir atacaktı ve orada zamanla beraber her şey evvela bölünecekti sonra duracaktı. Clara'nın karşısına gerçek kimliğimle, ismimle çıkmıştım. "Ben İsyan" demiştim, "babasının yaralı düşü."
Bakü Marsilya'da, Pierre Emile Picard Lyon'da kalmıştı. Clara'yı gerçek hikayeme almıştım, onun kalbinde sarsılmak bir yer edinmiştim; âşık olmuştuk. Onu gerçekten sevmiştim. Onu Yahudiliğiyle kabullenmiştim. Yıllar sonra aramıza sınırların gireceğini, bu sınırların çeyrek asır bizi birbirimizden ayıracağını hiç düşünmeden.
Beyrut'ta Palmir Oteli ile Paris'te Horloge Rıhtımı arasında gidip geliyorum, hikayemin iplerini avuçlarımın içinde tutmaya çalışıyorum. Paris ile Beyrut arasında çarmıha gerilmiş bir hikâye taşıyorum. Bir otel otelden daha fazla anlam ifade ediyor, bir rıhtım rıhtımdan daha fazlasını taşıyor. Hep kendimi arıyorum. Clara sen var oldun mu gerçekten? Nadya hep yaşıyordu içimde, büyüyordu kalbimde. Nadya benden önce de vardı hasretiyle, benden sonra da var olacak yarım kalmışlıklarıyla. Nadyam, beni Palmir Oteli ile Horloge Rıhtımında ara. Milyarca ölüden bir ölüyüm ben. Hikayesini arayan bir ölü. Ebediyen yarım kalmaya mahkûm bir roman. Palmir Oteli'nde hayatımın aşkını buldum bütük akışlara karşı gelerek, Horloge Rıhtımında kendimi yitirdim pek itimat ettiğim hafızama rağmen.
Sana iyi bir baba olamadım kızım. Bağışla beni. Yazgım benden güçlü çıkmıştı. Sultan Abdülaziz'in kanı hiç çıkmamıştı içimden. İntiharlar ve yitimler arasında gidip gelmiştim bir ömür boyu. Ama seni sevdim Nadya'm. Hep seni sevdim. Sen hayatımın yegâne aşkından kalan tek hatıraydın. Doktor Dawwab'ın kliniğinde kaldığım çeyrek asır boyunca, fotoğrafının çizgilerini ve renklerini kalbime işledim, güç bela seni içimde tuttum, yana yakıla içimde büyüttüm. Fotoğrafının solumaya yüz tutmuş renkleriyle, belirli belirsiz bir hal almış çizgileriyle yazgımla beraber yaşamaya çalıştım. Demiştim ki annene: Aşk, el değmemişliktir.
Doğu'nun Limanları
Amin Maalouf
Yapı Kredi Yayınları
Çev. Saadet Özen
Sayfa 183
İstanbul, 2019
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 21.06.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 25.04.2024 12:19