Anlatının Krizi Mi Yoksa Sonu Mu?, Düşünce, Mustafa BUĞAZ

Anlatının Krizi Mi Yoksa Sonu Mu? yazısını ve Mustafa BUĞAZ yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Anlatının Krizi Mi Yoksa Sonu Mu?

12.03.2025 09:16 - Mustafa BUĞAZ
Anlatının Krizi Mi Yoksa Sonu Mu?

Her yeni günle birlikte yerküreyle ilgili haberler alıyoruz, ama artık dikkate değer hikayelerimiz pek yok. Bu böyle, çünkü artık bütün olaylar bize hazır bir açıklamayla ulaşıyor. Başka bir deyişle, günümüzde olup bitenler hikâye anlatıcılığının değil enformasyonun işine yarıyor.

Son Bakışta Aşk-W. Benjamin

Modernitede anlatı krizinin nedeni enformasyon tufanıdır. Anlatı ruhu bu akış tarafından boğulmuştur.

Anlatının Krizi-Byung Chul Han

İletişim ve enformasyon gürültüsü, hayatın korkutucu derecede boş olduğunu gizlemelidir.

Anlatının Krizi- Byung Chul Han

Tarihin sonu, sanatın sonu, aşkın sonu, çocukluğun sonu, bildiğimiz dünyanın sonu gibi başlıklar aşina olduğumuz her kavram ve değerin sonunun geldiğini imliyor gibi. Tabii bizleri de büyük kaygılara gark ediyor böylesi isimlendirmeler. Gerçekten her şeyde bir sonla mı karşı karşıyayız yoksa bir krizle mi? Ben iyimserliğimi koruyup kriz sözcüğünü tercih ediyorum. En azından kriz, bozukluk, bunalım, çöküntü anlamlarına geliyor. Son dediğimizde ölüm aklımıza geliyor dolayısıyla böyle bir durumda o şeyin ruhuna Fatiha okumamız gerekir. Oysa krizde bir umut vardır. Devam eden bir süreç vardır. Bu yüzden olsa gerek Byung Chul Han ünlü kitabına "Anlatının Sonu" yerine "Anlatının Krizi" ismini vermiş. Hiç olmazsa, kör topal da olsa anlatı yaşıyor öyleyse. Buna yaşamak denirse!

Anlatının krizi şimdilerde başlamadı tabii. Her şeyde olduğu gibi moderniteyle başladı. Yazar bu krizi geleneksel anlatıların yerini roman türünün almasıyla başlatır. Walter Benjamin'den yola çıkarak şöyle der:

"Benjamin'e göre, anlatının gerilemesinin en erken belirtisi, modernitenin başlangıcında romanın yükselişidir. Bir anlatı deneyimden beslenir ve onu bir nesilden diğerine aktarır. "Anlatıcı hikayesini deneyimden çekip alır -kendi deneyiminden ya da ona aktarılanlardan- ve bunu kendisini dinleyenlerin deneyimi haline getirir." Buna karşın roman, "yaşayanların derin şaşkınlığının bir ifadesidir. Anlatı bir topluluk yaratır; roman ise kendini tecrit etmiş, yalnız bir bireyden doğar." (s.18)

Sözlü kültürün canlı olduğu dönemlerde her şey yüz yüze idi. Bir ateşin etrafında toplanan topluluk, saçı başı ağarmış bilge bir anlatıcının hayat tecrübelerinden süzülmüş hikayeleri dinleyerek gerçekten bir toplum haline gelirdi. Oysa modern hayatta herkes yapayalnızdır. Tek başınadır. O yüzden modern insan roman okur. Romanı tek başına okur. Romanda anlatıcı soyuttur, soyut bir anlatıcıdan nasihat alamazsınız!

Han'a göre, "anlatının nihai düşüşü romanla değil, kapitalizmin hakimiyeti altında enformasyonun yükselişiyle gelir." (s.18) Enformasyonun yükselişi de dijital teknolojinin yükselişiyle eş zamanlıdır. Gazeteyi de bir teknolojik araç olarak düşünürsek enformasyonun ilk zehrini günlük tüketilen bu araç verdi diyebiliriz. Başlarda haberin hikayesinin fotoğrafla desteklenmesiyle başlayan süreç daha sonra sözün fotoğrafın altında kısa bir açıklamaya dönüşmesiyle devam eder. Söz düşer imgeler yükselişe geçer. İmgeler arttıkça okuyucu yerini izleyiciye bırakır. Halbuki dile dayanan sözü anlamak için duyulara hitap eden imgelerden daha fazla zihinsel çaba sarf ederiz. İmgeler zamanla zihni tembelleştirir, sonunda körleştirir.

İnternetin icat edilmesi ve akıllı telefonların dünyamıza hâkim olmasıyla beraber enformasyon hakimiyetini pekiştirir. Artık uzun hikayeler dinlemek, uzun kitaplar okumak yerine storytelling denilen kısa ve anlık görüntülere bakmayı tercih ederiz. Bütün bu gelişmeler tam da Neo-liberal tüketim toplumunun karakteristik özelliğini ortaya çıkarır: "Her şeyin geçici(olumsal) olduğu duygusunun yerleşmesinin sonucu olarak tüketime duyulan açlık…"

Anlatılar bir topluluk yaratır. Dijitalleşmeyle beraber enformasyon, toplumu parçalara bölerek atomize eder. Zaman algımızı yok eder, zamanı sadece şimdiki anlardan oluşan zaman dizisi haline getirir. Zaman kokusunu kaybeder.(Bkz. Zamanın Kokusu) Böylece insanlar birer dijital sürü haline gelirler. Tüketicilerden oluşan geçici bir topluluk olurlar. Tüketiciler, gerçek bir toplumun aksine yalnızdır. Onlar için dünya tekinsiz bir yerdir. Halbuki anlatılar varlığa demirlediğimiz çapadırlar, yani bize bir yer tayin ederler, hayatı anlam, dayanak ve istikamet ile bezeyerek dünyada-olmayı evde-olmaya dönüştürürler (s.9). Anlatılar sayesinde dünya korkulacak bir yer olmaktan çıkar, tanıdık/anlamlı hale gelir.

Enformasyon şeffaflaşmayı da beraberinde getirir. Şeffaflaşma sanılanın aksine bir körleşmedir. Zihnin körleşmesidir. Şeffaflaşmayla beraber her şeyin içi görünmeye başlar. Bu aynı zamanda gizemin ölmesi, auranın da kaybolması anlamına gelir. Anlatı bu anlamda şeffaflığa direnir. İçerdiği simgesel-sembolik düzen sayesinde hemen kendini ele vermez. Gizemini dolayısıyla aurasını korur. Zamanla tükenmez. Enformasyon anlıktır, apaçıktır, zamanla tükenir. Tıpkı yirmi dört saat sonra kaybolan storyler gibi izlendikten/tüketildikten sonra kaybolur. Anlatı ve enformasyon karşıt güçlerdir. Enformasyon olumsallık deneyimini yoğunlaştırırken, anlatı rastlantısallığı zorunluluğa dönüştürerek onu azaltır. Enformasyon varlığın sağlamlığından yoksundur.(s.11)

Dijital geç modern çağda insan enformasyon bombardımanının sebep olduğu bir anlam ve boşluk (nihilizm) kriziyle de baş başadır. Yaşamın şeffaflaşması, nesnelerin üzerini örten ve bizi varlığın çıplak biçiminin korkunçluğundan koruyan simgesel-kültürel düzeni yok eder. Yaşam çıplak hale gelir. Bütünlük bozulur, varlık parçalanır. Enformasyon parçaları bir anlatı oluşturacak şekilde birbirine bağlayamaz. Olayları anlamlı kılan tutarlılık yerini anlamsız yan yanalıklara ve birbiri ardına gelişlere bırakır. Bizi salt yaşamın üzerine çıkaracak bir anlatı ufku yoktur.(s.41) Yazar bu bulantı durumunu Jean Paul Satre'nin "Bulantı" isimli kitabından aldığı şu alıntıyla çarpıcı bir şekilde anlatır:

"Roquentin, bulantıyı tetikleyenin, şeylerin saf mevcudiyeti, katıksız olgusallık, dünyanın olumsallığı olduğunu fark eder yavaş yavaş. Onun bakışı altında, şeylerin tesadüfü ve anlamsız doğasını olumsuzlayan anlamlı ilişkiler parçalanıp dağılır. Dünya ona çıplak görünür. Her türlü anlamdan arındırılmıştır. Kendi varlığı da anlamsız görünür" (s.37)

Yaşamın bu çıplaklığının, hayatlarımızın anlamdan yoksun oluşunun üzerini sürekli gönderi yayınlayarak, beğenerek ve paylaşarak örtmeye çalışırız. Çünkü İletişim ve enformasyon gürültüsü, hayatın korkutucu derecede boş olduğunu gizlemelidir. (s.41)

Bu açıdan bakıldığında anlatının varlığı hayati öneme sahiptir. İnsanın dünyada mutlu olabilmesi için dünyayı anlatı biçiminde algılaması gerekmektedir. Çünkü dünyada olup biten bütün hadiseler, şeyler ve varlıklar ancak bir anlatı içinde birbiriyle ilgili anlamlı bir birlik haline gelir. Yoksa her şey kör bir rastlantının, geçiciliğin ve anlamsızlığın içinde dağılır gider. Böylesi bir durumda anlam ortaya çıkmaz. Sonunda evrende anlam arayan tek canlı türü olan insanlar için hayat yaşanmaz hale gelir. Son söz olarak, çivisi çıkmış, büyüsü bozulmuş dünyayı nasıl tekrar büyülü yapabiliriz? Byung Chul Han, bu soruya Paul Virilio'nun ağzından –bence çok etkili bir sözle- şöyle yanıt verir:

"Dünya tamamen şeffaf hale gelir. Hiçbir şey gizli kalmaz. Artık kör noktalar yoktur. Her şey tümüyle görünür hale geldiğinde ne hayal edeceğimiz sorusuna Virilio şöyle yanıt verir: "Kör olmayı hayal edeceğiz."(s.52)

Anlatının Krizi

Byung Chul Han

Türkçesi: Murat Erşen

Ketebe Yayınları

İstanbul

Mayıs 2024

81 sayfa


Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 12.03.2025 09:16 - Güncelleme Tarihi: 12.03.2025 09:25
878

Mustafa BUĞAZ Hakkında

Mustafa BUĞAZ

Hakikatin peşinde koşan, münzevi, mütecessis bir fikir işçisiyim.

Mustafa BUĞAZ ismine kayıtlı 34 yazı bulunmaktadır.

Twitter