Anne Filmine Dair Bir Yanlış Okuma

Fatma Akgün Bağırkan yazdı...
Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum kitabında, bazı eleştiri kuramlarının bir metnin güvenilir yegâne okumasının yanlış okuma olduğunu, bir metnin yegâne varoluşunun, ortaya çıkardığı tepkiler zincirince belirlendiğini kesinlediklerini (Eco, 2003: 34) söyler. Bu durum bir bakıma eleştirmeni doğru okuma yapma, isabet ettirme zorunluluğundan kurtardığından dolayı, bir sanat eserini anlamak için onun sanatkârını bilme zorunluluğunu da ortadan kaldırır. Kimi edebi eserlerin ya da filmlerin alegorisini çözmek, sanatçıyı iyi tanımanın yanı sıra, okurun/izleyicinin zengin kültürel birikimine ve yoğun çabasına bağlıyken kimilerininki oldukça açıktır. Darren Aronofsky, bu anlamda kimilerince yerin dibine sokulan, kimilerince göklere çıkarılan bir yönetmen. Eleştirildiği temel nokta, alegoriyi izleyicinin adeta gözüne sokması.
Sanat eseri mademki biraz da okuyucunun/izleyicinin yorumuyla var olmaktadır, o halde Eco'nun da savunduğu gibi yorum ancak uç noktasına vardığında ilginç hale gelir ve her eser tekrar ve aykırı okumalarla ele alınabilir. Anne filmi, Aronofsky'nin nasıl bir yönetmen olduğu, önceki filmlerindeki tutumu hatta inancı göz önünde bulundurulduğunda çok belirgin bir alegori üzerine kuruludur. Buna göre, filmdeki erkek tanrıyı, kadın doğa anayı temsil etmektedir. Misafir erkek Adem'i, misafir kadın Havva'yı, ikisinin çocukları ise Habil ile Kabil'i. Buna göre filmdeki bütün unsurlar yerli yerine oturur, göndermeler kolayca anlaşılır. Bu filmin derin yapısıdır. Bununla birlikte, farklı bir okuma ile filmi izlemek de mümkün.
Yazmanın ilhamla veya çaba ile mümkün olduğunu savunan pek çok farklı görüş vardır. Genel kanaat ise, ikisinin de belli oranlarda etkili olduğu yönündedir. Filme, tam da ana karakter olan erkeğin mesleği üzerinden bakılırsa karakterlere farklı roller biçmek gerekiyor. Buna göre filmin evreni olan tek görünür mekân yani ev, yazarın zihnini; kadın, bilinci; erkek ise ilhamı simgeler. İlham, yazmaya olan sevgiyi yazarın zihnine koyar ve bu sevgi ve tutkuyla yeni bir kurgu evreni inşa edilmeye başlanır. Bu sevginin bilincin kalbi ile simgelenmesi ise yazmanın bilinçli bir seçim oluşundandır. Ne kadın ne de erkek dışarıdan gelmiş değildir. Orada var olmuş, Heidergger'ci bakış açısıyla adeta fırlatılmışlardır. Kadın yani, bilinç sürekli bu kurgu evrenini inşa etmek, düzenlemek için uğraşır. Her şey yerli yerinde olmalıdır. Erkek ise güya yazmak için kapandığı bu evrende hiçbir şey yap/a/madan öylece vakit geçirir. Çünkü ilham her zaman aktif değildir. Bir ara eve yabancı bir adam gelir. Bu yabancı, kadınla bağ kurmaz. Bütün hikâyesini, geçmişini erkeğe anlatır. İlginç olan ise erkeğin bunların doğruluğunu hiç sorgulamamasıdır. Çünkü bir kurgunun doğru olması gerekmez. Kadın bu yabancıların evden gitmesini ister. Bilinçsiz, kontrolsüz ve akıldışı bu olayların yaşanması, onu rahatsız etmektedir. Rahatsızlık hissettiğinde ise, gidip sarı bir sıvı içer. Bu onun kendini iyi hissetmesini, yani odaklanmasını sağlar. Fakat yabancıları gönderme konusunda bir şey yapamaz. Çünkü o yabancılar, yazarlık/şairlik ilhamının çağrışımlarıdır. Onun çağırdığı, davet ettiği imgelerdir bir anlamda. Misafir adamın anlattığı her şey, aslında ana karakter olan şairin kendi kurgusudur. Bu çağrışımlar, öyle düzensiz ve istila edici olmaktadır ki kadın yani bilinç bazen kontrolü tamamen kaybedebilmektedir. Öyle ki, zihin evreni darmadağın olur, her şey birbirine girer. Oysa adam, yani ilham bu durumdan tuhaf bir şekilde hoşnuttur. Diğer yandan adamın kadına "ilham perim, kraliçem" diye seslenmesi de ironiktir, nihayetinde bilinç olmadan yazma gerçekleşemeyecektir. Nitekim kadının olanlara isyan etmesinin ardından adam ve kadın bir birliktelik yaşar. Karanlık bir atmosferi olan filmin birkaç aydınlık sahnesinden biri bu birliktelikle görünür. Adeta bilinç ve ilhamın birleşmesinin meyvesi olan sanat eseri gibi; bu birlikteliğin sabahında kadın hamile olduğunu anlar, adam ise bir anda yazmaya başlar. Artık eser vücuda gelebilir. İlhamın kontrolsüz çağrışımları bilinçle birleşmiştir. Dingin, aklıbaşında geçen bir oluşum (hamilelik dönemiyle paralel) süreci başlar ve eser tamamlanır.
Fakat eser tamamlanınca, birden yeni bir istila başlar. Buradaki istila sanatçı egosunun doyumsuzluğunu yansıtır. Bir önceki alegoriye bağlı kalmak gerekirse, bu istila yeni çağrışımlar olarak da okunabilir; bir sanat eserinin bitiminde hemen yenisi ile ilgili tasarıya başlanması, yeni bir heyecan gibi. Bilincin aklında (karnında) büyüyen ise bambaşka bir varoluştur. Oysa onun var ettiği, ilhamın gölgesinde kalmış ve onun çağrışımları tarafından parçalanmıştır. Bütün benliğiyle, erkeğe ve içinde bulunduğu eve bağlı kalmış, buna karşılık ondan hep geride durması istenmiş hatta verebileceği son şeyi yani sevgisini vererek kendisini yok etmesi beklenmiştir. Kalbini kıran şey ise, erkeğe hiçbir zaman yetememiş olmasıdır. Erkeğin cevabı hiçbir şeyin yeterli olmayacağı, hiçbir zaman yetmeyeceği şeklindedir ki; bu, sanatçı mükemmeliyetçiliğini tanımlayan bir ifadedir. Hiçbir sanat eseri, ilhamı doğrudan yansıtamaz. İlhamın saf, ilahi çağrışımı; ifadeye dökülme boyutuna geldiğinde bilinç ve kanal (ifadeyi iletme kanalı, dil) engeline takılır. Hiçbir zaman yeterli olmasa da yazmak ise, bir tür iptiladır ve bir eser bittiğinde başka bir eserin evreni yeniden kurulmaya başlanır. Anne filmi, çok daha farklı çağrışımlar içeriyor olabilir ve yukarıdaki bakış açısıyla bütün semboller yerli yerine oturmayabilir. Fakat başta da belirtildiği gibi, eserin farklı bakış açılarıyla yoruma hatta aşırı yoruma tabi tutulması alıcının ukdesindedir.
Yönetmen: Darren Aronofsky
Senaryo: Darren Aronofsky
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Javier Bardem, Mchelle Pfeiffer, Ed Harris…
Yıl ve Süre: 2017/121 dk
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 03.03.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.02.2025 10:58