Aristo'dan Etkilenen İslam Düşünürleri
İslam felsefesi kavramı ile ilgili polemikleri bir kenarda tutmak kaydı ile islam düşünce tarihinde felsefe ve Aristo etkisi düşünüldüğünden çok daha fazladır. Bu açıdan bakıldığında kelam, tefsir ve fıkıh ekolleri genel olarak felsefe ekollerinden özelde de Aristo'dan etkilenmişlerdir. Mevcut imkanlar dahilinde konuya girizgah babında bir kısım filozof ve islam aliminin felsefe ve Aristo'dan etkileri üzerinde durmak sureti ile ilk adımı atmış olalım.
"İslam düşüncesi tarihinde "felsefe" veya "İslam felsefesi" denince ilk akla gelen düşünce akımı Meşşailik'tir. Bu düşünce sistemi yukarıda belirttiğimiz tabiat felsefesine paralel olarak ortaya çıkmış ve kısa bir sürede en uygun felsefî bir sistem halini almıştır. Çağının bütün felsefe meselelerine bünyesinde yer veren Meşşailik, mantık ve matematiğe dayanır. Yani onun esas karakteri akılcı (rasyonel) olmasıdır. Hicri üçüncü yüzyılda doğuşundan sonra kısa sürede Sünni telâkkiye uygun bir yapıya bürünmüş; böylece İslam düşünce dünyasının hakim ve yaygın felsefesi olmuştur.
Meşşailik veya Meşşai felsefe adıyla şöhret kazanan bu felsefe akımına Osmanlıca'da "Aristo tâlisiyye" de denmiştir. Meşşailik terimi Grekçe "Peripatetisme" kelimesinin Arapçada aldığı karşılıktır. Peripatetisme ise Grek filozofu Aristotelesin (M.Ö. 384-322) Atina'da kurduğu okulun bahçesinde derslerini öğrencileriyle gezinerek yapmasını ifade eder (İsmail Fenni, Luğatçe'i-Felsefe).
Meşşailik, İslam dünyasında Aristûtâlis, Aristâtâlis veya Aristû ismiyle de tanınan Aristotelesin, başta mantık ve metafizik olmak üzere psikoloji (ruh), astronomi, tabiat, siyaset, ahlâk ve diğer düşüncelerinin İslâm dünyasındaki yorumlarını ve tesirlerini ifade eder. Meşşai terimi bu anlamına ilave olarak ayrıca Aristo ile Eflatun(M.Ö.427-327)felsefelerinin uzlaştırılmasını, keza, Plotinos (M.S. 204-270) ve Yeni Eflatunculuk (Neoplatonizm) un tesirlerini de içine alır. Bütün bu özellikleriyle Meşşailik, asıl felsefi meselelerde İslâm'ın esaslarına bağlı kalan, metod yönünden başta Aristo'yu takip eden ve Eflatun ile yeni Eflatuncu felsefelere de bünyesinde yer veren bir ekol olarak karşımıza çıkar (Mahmud Kaya, İslam Kaynakları Işığında Aristoteles ve felsefesi).
"Farabi, İbn Sina, Gazali, İbn Rüşd ve Fahreddin Razi gibi İslam alimleri zamanındaki etki ve tepkileri dolayısıyla felsefe ve kelam konularıyla da çok yakından ilgilenmişlerdir. Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd'lerin daha çok felsefe dedikleri, felsefe ile kelamın çatıştığı yerde felsefeyi tercih ettikleri söylenebilir. Mesela yukarıda da bildirdiğimiz gibi, kelamcılar kainatın evveli vardır, çünkü yaratılmıştır derken, filozoflar onun evveli olmadığını savundular. Gazali ve Fahreddin Razi ise kelamla felsefenin çatıştığı yerde, filozoflar araştırmalarında tutarlı bir yol ve bilimsel bir metod uygulamadıkları için, söyledikleri doğru olmadığından kelamın görüşlerini savundular. Çünkü Gazali ile Razi bu konuda hem din ve hem de bilimden gelen bilgileri fonksiyonel bir şekilde toplayıp bir neticeye varıyorlardı. Farabi, Yunan astronomlarının, özellikle de Ptolemy'nin (Batlamyus) benimsediği, evreni meydana getiren dokuz gezegenin yer küresi etrafında ezeli olarak dönmekte olduğu görüşünün arkasından gitmiştir. Yine Farabi evren ve gökyüzü hakkındaki düşüncelerini Aristo'dan almıştır. Onun sudur teorisi bile Plotinus ve İskenderiye ekolünden mülhemdir. Farabi, Eflatun ile Aristo'yu ve din ile de felsefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır. Ama uzlaşma bir tarafın diğerine taviz verme demek olduğundan, biri memnun olsa bile diğeri gücenecektir. İbn Sina bu teoriyi hararetle karşılamış Gazali ise dinin gücendiğini düşünerek Farabi ve İbn Sina'yı yerden yere vurmuştur. Ayrıca İbn Sina, Allah cüziyyatı bilemez görüşüne sahip olduğu için Gazali'den büyük eleştiriler almıştır. İbn Rüşd de Farabi ve İbn Sina gibi felsefe yolundan yürümüş, hareket ve zamanın ezeli olduğu fikrinden hareketle alemin ezeli olduğunu o da ileri sürmüş ve hatta Kur'an'da adı geçen Ad kavminin sembolik olup tarihte yaşamadığını ileri sürmüştür." (Prof. Dr. Osman Eskicioğlu)
İmam Gazali
Muhammed İkbal'e atfedilen bir söz şöyle der: "İmam Gazali Aristo'cu, Nietzsche ise modern peygamberdi!" (İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası) Nietzsche kısmı başka bir mevzubahis. Gazali ile ilgili olan kısmı ise iyi bir Gazali analistinin ancak kurabileceği bir cümle. "Gazali, Farabi ve İbn-i Sina'nın felsefe üzerine eserlerini inceleyip uzun bir okuma yaptıktan sonra öncelikle o güne kadar edinilmiş felsefi bilgiye hakimiyetini ispatlayacak bir eser olan Mekasidü'l Felasife'yi yazdı. Sonra bu felsefecilerin yirmi noktada söylediklerini çürütmek üzere felsefenin tutarsızlıkları anlamına gelen Tehafütü'l Felasife'yi kaleme aldı. Gazali bu eserde felsefecileri yerer ve hatta onları üç konuda tekfir eder. "(Prof. Dr. Mahmut Kaya)
Gazali mantık ilmi noktasında Aristo'dan az etkilenmiştir. Felsefik olarak ise Aristo'yu eleştirdiği birçok konu vardır. (Aristo ile birlikte Aristocu filozofları da). Örnek verecek olursak Aristo'ya göre madde ezelidir. Aristo'nun takipçileri de aynı görüşü beyan etmiştir. Gazali bu görüşün tevhid akidesi ile uyuşmadığını ve böyle düşünenlerin kafir olduğunu söylemiştir Felsefe eleştirisi yaptığı eserinde. Esas itibari ile şunu diyebiliriz. Gazali, çok az da olsa Aristo'dan etkilenmiştir fakat Aristocu değildir. Birçok konuda Aristo görüşlerini çürütmektedir.
Fahreddin Razi
"Fahreddin Razi, Aristoteles geleneğindeki felsefeyi hazmeden ve onu kelama ilk sokan kişidir. Razi, kelamı Aristoteles geleneğindeki anlama göre felsefeleştirmiş ve başka bir deyimle bu felsefeyi kelamlaştırmıştır. Bunun sonucu olarak felsefe ile kelam Sünnilerde birbiri ile birleşmiştir. Fahreddin Razi'den sonra onun yolu takip edilmiş, felsefe ayrı bir ekol ve sistem olarak değil, kelam ilmi içinde, onunla mezcedilmiş olarak yer almıştır. Bu durum, felsefenin İslam dünyasında gerilemesine sebep olmuştur. Fahreddin Razi, felsefeyi kelama sokmakla, kelama Aristoteles geleneğine göre bir yön vermiştir. Böylece İslam dünyasını etkilemiş ve Eşari mezhebinin yayılmasına sebep olmuştur."(Süleyman Uludağ, Fahreddin Razi kitabı )
İbn Rüşd
İbn-i Rüşd'e göre biricik filozof Aristo'ydu. İbn-i Rüşd en çok Aristo'nun eserlerinden yaptığı, bugün Batı'da pek çoğu unutulmuş, tercüme ve şerhleriyle ünlüdür. 1150'den önce Avrupa'da Aristo'nun eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı'da Aristo'nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn-i Rüşd'ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latinceye tercümesiyle başlamıştır.
İbn Rüşd'ün Aristo üzerine çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem içinde, erişemediği "Politika" dışında bütün eserlerine şerhler yazmıştır. Eserlerinin İbranice tercümeleri de, İbrani Felsefesi üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. İbn Rüşd'ün düşünceleri, Hıristiyan skolastik gelenekten, Aristo'nun mantık çalışmalarına değer veren [Brabant'lı Siger], Thomas Aquinas ve bilhassa Paris Üniversitesi'ndeki diğerleri tarafından özümsenmiştir. Thomas Aquinas gibi meşhur skolastik filozoflar, ona ismi yerine "Şârih" (Yorumcu) ve Aristo'ya da "Filozof" diyerek yüksek derecede önem veriyorlardı. İslam dünyasında bir okul bırakmamış ve ölümü Endülüs'teki serbest düşünce hayatının sonunu işaret etmiştir.
Farabi
"Farabi'de en önemli konulardan birisi de Tanrı-evren ilişkisinin ne şekilde olduğudur. O böyle bir mesele karşısında yine Aristotales'in fikirlerinden yola çıkmıştır. Aristo'nun " Birden ancak bir sadır olur." İlkesini dayanak noktası olarak alıyor. Farabi, Zorunlu Varlık'tan, birinci aklın Sudūr'unu izah etmek suretiyle, Bir'den çokluğun nasıl meydana geldiğini temellendirmeye çalışmaktadır. Farabi'ye göre ilk varlıktan çıkan şey akıldır. Akılda bir çokluk söz konusudur. Özü bakımından mümkün ilk olduğu için zorunlu varlıktır. Yalnız akıl henüz cisimleşmediği için cevher halindedir. İlk mevcuddan ikincisinin vücudu taşar. O kendi zatını ve ilk varlığı akleder. İlk mevcudu akletmesi sebebiyle ondan bir üçüncü aklın gelmesi gerekir. Mekanizmanın böyle işlemesi sonucunda evren oluşur." (Kemal Sözen, İslami araştırmalar dergisi)
İbn Sina
"İbn Sina özellikle Aristo'dan etkilenmiştir. Aristo felsefesinin İbn Sina tarafından sistemleştirilip bölümlenmiş olan disiplinlerini birer birer ele alarak değerlendiren düşünür
Aristo felsefesini İslam dini ve düşüncesi konumunu belirlemeye çalışmıştır." (Mustafa Okumuş, İslami araştırmalar dergisi) İbn Sina, ünlü Yunan filozof Aristoteles'in ortaya koyduğu varoluş felsefesini, İslam-Doğu medeniyetleri düzleminde yorumlamıştır. Görgücü-usçu bir düşünsel yöntemin temellerini atmıştır. Batılı filozoflardan Aristoteles'in, Doğulu filozoflardan da, Aristo'nun kuramlarına atfettiği şerhi yorumlarını, kendi düşünceleriyle birleştiren Farabi'nin etkisi altında kalarak, kendine özgü felsefik bakış açısını yakalamıştır.
Cahız
Mutezile kelam ekolü alimlerindendir. Basra Mutezilesinin kurucusu olarak kabul edilir. Bilgi problemi, tabiat felsefesi, ilahi sıfatlar, kulların fiilleri, nübüvvet ve imamet gibi birçok konudaki problemler ile ilgilenmiştir. Cebriye, Cehmiye, Rafıza ve Zeydiye gibi ekolleri eleştirisi ile bilinir. Ebubekir İbnu Arabi Cahız'a çok sert eleştiriler getirmiştir. Cahız'ın her şeyin akılla hal edilebileceği görüşünü savunduğunu ve bu gerekçe ile Peygamberlik müessesine gerek olmadığını iddia ettiğini söyler E.İbn Arabi. Fakat bu itham ispata muhtaç ve abestir. Çünkü Cahız nübüvvet ile ilgili görüşlerini paylaştığı bir risalede (Kitabul Hücce Fi Teşbitin Nübüvve) Peygamberliği ve özelde Peygamberimiz Hz. Muhammed'in peygamberliğini ispata yönelik deliller ortaya koyar.
Aristo'dan etkilenen bu düşünürlerin dini olarak değerlendirilmesi başka bir mevzudur. Görüşleri ve görüşlerinin tutarlılığı meselesi ayrıca ele alınabilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus; islam düşünce tarihinde önemli yerlerde duran bu şahsiyetlerin ortak yönünün Aristo'dan etkilenmiş olmalarıdır. Bu durum bizim düşünce dünyamızı düşündüğümüzden çok daha fazla etkilemiştir.
Yazar: Ferhat ÖZBADEM - Yayın Tarihi: 01.12.2014 09:56 - Güncelleme Tarihi: 17.11.2021 09:17