Asım Haluk’un Ellerinden Nasıl Tuttu?
Nihat Çınar yazdı...
Biyografi, köken olarak Yunanca olup; bios (hayat) ve graphein (yazmak) sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir kavramdır. "Biyografi, en kısa tanımı ile bir kişinin hayatının anlatıldığı metinlere verilen addır." Öyküleme ve betimleme teknikleri kullanılmak suretiyle gerçek kişilerin roman kurgusu ile anlatılmasına ise "edebî biyografi" ya da "biyografik roman" denmektedir.
Biyografi ile biyografik roman arasında ince bir çizgi bulunmaktadır. Hızlan'a göre; adeta tahterevallinin iki ucunda bu iki tür denge arasında durmaktadır. Bir yandan kurmaca ağır unsurken, diğerinde ise gerçek belgeler yer almaktadır. Biyografik romanlarda her zaman kahramanın gerçek ismi yer almayabilir. Kurmacadaki kahramanın üzerinden yapılan gönderme ve çizilen roller, özellikler okuyucuyu asıl kişiye götürmektedir. Bu okura sezdirme gücü yazarın da başarısını göstermektedir.
Birçok romancı biyografi türünden yararlanarak biyografik tarzda eserler ortaya koymuşlardır. Bu bağlamda, belli bir kurmaca içerisinde vaka anlatımı tarzıyla bir veya birden fazla gerçek kişiyi yine birçok yönüyle roman kahramanı olarak işleyen romanlar, biyografik roman olarak tanımlanmaktadır. Biyografik romanlarda kurmaca içerisindeki kişi veya kişiler, fiziksel ve ruhsal özellikleri, duygu ve düşünceleri, değerleri, değer yargıları, davranışları, hassasiyetleri, kahramanlık, başarı ve kabiliyetleri gibi pek çok farklı, öne çıkan özellikleri ayrıntılı olarak tahkiye edilir. Bir bakıma söz konusu kişilerin portreleri çizilmektedir. Biyografik romanların konusu çoğunlukla beğenilen ve başarılı kişiler olmuşlardır. Yazarın tarzına göre biyografi ( ye sadık kalınır) veya kurmaca ön plana çıkabilir.
Biyografik romanlar, kurmacanın özelliklerini içerdikleri gibi aynı zamanda belgesel niteliği de taşımaktadırlar. Biyografik romanlarda kurmacaya konu olan kahramanın nesnelliği ile kurmacanın öznel kurgusu iç içe geçmektedir. Böylelikle biyografi nesnel bilgiyi, roman ise kurmacayı temsil etmektedir. Bunun tabii bir sonucu olarak, bilimsel bir yazı türü olan biyografinin kurguya dayattığı nesnellik, roman türü içerisinde esnemekte ve böylece biyografik roman ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar bu tür eserler, belgesel boyutuyla kurmacanın sınırlarını zorlasalar da, roman formunun gereği olarak kurmaca dünyasının özelliklerini de taşımaktadırlar.
Türk edebiyat tarihimizde ilk biyografik roman, Hasan Ali Yücel'in (1897-1963) yazdığı Goethe: Bir Dehanın Romanı (1932) başlığını taşımaktadır. Yücel, bu romanı bir hayranlık duygusu ile yazdığını önsözünde belirtmiştir. Daha sonra ise, Mehmet Emin Erişirgil'in (1891-1965) Ziya Gökalp: Bir Fikir Adamının Romanı (1951) ve Mehmet Akif: İslamcı Bir Şairin Romanı (1956) adlı eserleri yer almıştır.
Asım ve Haluk
Asım'ın kim olduğu ve kimliği üzerinde oldukça yazılıp çizilmiş olup; kimliği üzerinde ister karşıt ister taraf olarak fikir birliğine varılmıştır. Ancak kim olduğu hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlardan birisi Asım'ın Mehmet Akif'in değerler dünyasında muhayyileye dayalı ruhsal ideal, insandeğer bir tasarım olduğudur.
Bu bağlamdan olarak Akif, Safahat'ın altıncı kitabı olan Asımı 1919'da yazmış, 1919-1924 yılları arasında Sebilü'ür-Reşad'ta düzensiz aralıklarla yayımlamış ve 1924 yılında ise tek kitap olarak basılmıştır.
Asım başlangıçta M.Akif'in ironik karakterlerinden Köse İmam'ım oğlu kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra ise ülkeyi yükseltecek gelecek ideal neslin, Çanakkale mucizesini gerçekleştirmiş kuşağın tipik bir örneğine dönüşmüştür. Akif burada ideal gençliğin temsilcisi olarak Asım (neslinin) bu gücünü geçmişinden, dininden ve tarihinden alacağını, bununla birlikte Batı'nın pozitif bilimini alınmasının gerektiğini belirterek bir model ortaya koymuştur. Böylelikle Asım, değişen dünyayı yeniden yorumlayabilme kabiliyetine sahip beyin takımı için yeni ve farklı bir kimliktir. Toplumlar için zor zamanlar, çıkış adına da yeni fikirlerin ortaya konulacağı zamandır. Bu aynı zamanda yeni fikirleri taşıyabilecek, idealize edilmiş yarı mitik kahramanların da ortaya çıkmasını gerektirmektedir. Aslında bir noktaya kadar somut olan "Asım Modeli" daha sonra ise soyut bir nesil projesi ve üst bir kimlikle Ersoy'un kendisidir. Nitekim Ersoy ısrarla bir milletin yükselmesi ve ilerlemesi için İlim ve fazilet gibi iki büyük kudretin varlığına ve gerekliliğine inanmıştır. İşte bu amaçla da Asım modeli ilim ve fazilet adına M.Akif'in taşıdığı veya taşımayı düşündüğü değerler bilincinin, sosyal iyilik projesinin en sağlam iz düşümü, uygulaması olmuştur.
Akif, Asım'ı kendisi hatta ötesi kadar reel ve realist olarak tasarlamıştır. Öncelikle Asım, Akif için kesinlikle gerçeklikten kopuk bir ütopya değildir. Bu mevcut dönemde ülkenin kurtuluşuna dair bütün insancıl, idealist fikirlerin bir hamulesi olup, Asım ise bu durumda, dimdik duran bir aksiyonerdir. Asım, bir yönüyle geleceğe koşan bir karakter timsali iken, diğer yönüyle de dönem ve Akif'in doğruluk algısının ruh düşü olmuş olan gerçeğin ta kendisidir.
Asım gerçektir, gerçek ve gerçeğe yakın olmalıdır ki kalıcı bir model olabilsin. Çünkü o insancıldır ve idealize edilmiş bir değerler bilincidir. Akif'de müthiş bir ihtiras vardır, ancak kesinlikle yıkıcı olmayıp son derece yapıcı ve yüceltici bir yapıdadır. Akif, realite adamıdır, gerçeklerle kol kola yürüyerek, eksikleri, noksanları tesbit ve çözmek peşindedir. İşte Akif, bütün bu realist ve idealist yapılanmayı Asım üzerinden kurgulayarak mevcut ve gelecek nesle bir kimlik ve misyon oluşturmuştur.
Ersoy, memleketin her dara düştüğünde, idealize ettiği Asım'ın kişiliğine sahip olan " marifet ve fazilet" sahibi gençlerin ortaya çıkarak, ümmetin ve vatanın dertlerine çare olacaklarına inanarak yazmış ve yaşamıştır. Akif'e göre bu iki güç, kudret, milletlerin gelecekleri için en önemli özelliklerdir. Çanakkale savunmasında da eğitimli gençlerin vatan savunmasında en önde mücadele temek için koşmalarını coşkulu bir şekilde dile getirerek, bu neslin Asım'ın nesli olduğunu ifade etmiştir.
"Asım'ın nesli diyordum, nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek"
Haluk
Tevfik Fikret'le Mehmet Akif Ersoy, aynı dönemde yaşamış ve edebiyat tarihimizde yer almış şairlerimizdendirler. Bu şairlerimiz yalnızca aşk ve tabiat konularını işlememişler aynı zamanda toplumdaki sosyal ve eğitim meselesi ile ilgili de yazı ve şiirler yazmışlardır. Her ikisi de bilhassa eğitim teması ile ilgili görüş, yazı ve şiirlerinde savundukları dünya görüşü çerçevesinde ideal gençlik modelini semboller etrafında ortaya koymuşlardır. Bunlardan, Ersoy'un ideal gençliği Asım'ı gördükten sonra, şimdide Tevfik Fikret'in ideal genç modeli Haluk modeline bakalım.
Asım konusunda farklı rivayetler olmakla beraber ağırlıklı olarak Akif'in tahayyül ürünü olan Köse imamın oğlu olduğu kabul edilmektedir. Ancak Haluk, Tevfik Fikret'in öz oğlu yani gerçek yaşayan bir kişidir. Fikret, şiirlerini oğlu için yazmıştır, Haluk, simgesel değer olarak, ideal Türk gençliğidir. Aslında Fikret, oğlu Haluk'un şahsında Türk gençliğine seslenmektedir. Şiirlerindeki ana temaya bakıldığında iki konunun öne çıktığı görülmektedir;
1-20. yy.'ın başlarında Osmanlı toplumu bir bütün olarak, bireysel, ahlaki, eğitim ve aile bakımından tam bir çürümüşlük yaşamaktadır,
2- Bu çok yönlü, toplu çürümüşlük, batı değerlerine sahip iyi eğitimli, idealist ve fedakâr gençlik eliyle kurtarılabilir
İşte bu düşünceden hareketle Fikret, aile, okul ve üniversite ve medreselerden, idealize ettiği Haluk gibi batı değerleriyle donanmış, eğitilmiş fedakâr ve idealist gençler yetiştirmelerini istemektedir.
Fikret, oğlunun eğitimini tamamladıktan sonra ülkesine bilim, teknoloji ve sanat getirmesini beklemektedir. Büyük bir eğitimle donanmış olarak, kendisi gibi düşünen cesaret ve güven sahibi gençliğe rol model ve lider olarak ülkede bir "inkılap" gerçekleştirerek çürümeye yüz tutmuş toplumu tekrar sağlıklı bir yapıya kavuşturacağını tahayyül etmektedir. Fikret'in ideal Haluk modelinde kesinlikle her hangi bir inancın yer almadığı katı bir batı hayranlığı ve materyalizm yer almaktadır. Ancak haluk, okuduğu okulun etkisi ve yanında yaşadığı İngiliz ailenin de telkiniyle, ülkesini, kültür ve uygarlığını önce küçük görmüş, geri saymış, daha sonra ise tamamen koparak ilgi ve alakasını kesmiştir. Fikret'in dönmesini beklediği Haluk ülkesine dönmeyip Amerika'ya yerleşmiştir. Tevfik Fikret'in idealize ettiği ve Türk gençliğine model olarak tasarladığı/düşlediği Haluk, Amerika'da Papaz olmuş ve bundan sonraki hayatını bir yabancı olarak orada sürdürmüştür.
Tevfik Fikret Haluk'u Sirkeci istasyonundan Avrupa'ya yolcularken:
-"Seni medeniyetin kucağına gönderiyorum. Oradan medeniyeti al ve getir, burasını da medeniyete kavuştur" diyerek uğurlamışken maalesef Haluk, 14 yaşında gittiği Avrupa'da eğitim görmüş, papaz olmuş, yüksek rütbeli bir Protestan papaz olarak 72 yaşında Amerika'da ölmüştür.
Aslında yaşamın başlamasıyla beraber bir karşıtlık ve çatışma başlamıştır. Asım ve Haluk da bu sürecin tabii bir neticesidir. Her ikisinde de imar ve inşa düşüncesi bulunmaktadır. Ancak, bakış açısından, zihniyetten kaynaklı teşhis ve tedavi yaklaşımları farklılaşmakta, bu farklılaşmada kaçınılmaz olarak bir ikilem, çatışma ortaya çıkmaktadır.
Yazar, konuyu işlerken Asım ve Haluk'un çocukluğundan başlatmış, meşrutiyet dönemi, kurtuluş mücadelesi, nihayet 2016 15 Temmuz ihanet girişimi ve 2023 yılında bitirmiştir. Okunması zor olan biyografiyi kurmacalaştırarak akıcı bir şekilde okunur kılmıştır. Eserde Haluk'un ötekileştirilmeden işlenmesi de Akif'in ideal genci Asım'la uyumlu olup uzlaşı kültürüne de bir katkı olmuştur.
Yakın tarihimizin birbirine muhalif, ancak daha da geçerli ve gündemde olan iki dünya görüşünün ele alındığı bu eserin okunmasının bilhassa genç nesiller de bir tarih ve kimlik bilincinin gelişilmesine katkı verecektir. Kurgu ve dil açısından bir realiteden beslenen eser, biyografik roman özelliği bağlamında ele alınabilse de mukayeseli bir yaklaşım ile bağlamdan kopmadan, Türk edebiyatında adeta fenomenleşmiş iki isim üzerine odaklanmış, bu iki ismin gerek sosyal, gerek kültürel ve gerekse de dinî bağlamda irdelenmesine imkân sunmuştur. Çocuk edebiyatı ve şiir alanında önemli eserlere imza atmış olan Behçet Gülenay'ın roman türündeki bu eseri, edebiyatı bütüncül bir biçimde okumasının bir sonucu olarak, iki farklı ucu kıyaslamaya imkân sağlayarak, konunun irdelenmesini sağlamıştır.
Asım Haluk'un Ellerinden Tuttu
Behçet Gülenay
Çıra Yayınları
164 Sayfa
2023 1. Baskı
Yazar: Nihat ÇINAR - Yayın Tarihi: 30.08.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 07.09.2023 16:37