Aşkın Bir Senfoni
Birsen Çay, kitaphaber için kaleme aldı...
Fırtınanın esintiye dönüşmesiydi o. Her an kendini yenileyen hücre gibi, her yeni güne bir keşifti o. Sükûnetti tüm gürültülere mukabil. Mola vermekti durmaksızın dönen dünyaya rağmen. Huzurdu, manaydı. İnsan adedince seyir, çiçekler nevince renk cümbüşüydü. Ve en önemlisi kalbin kibrini paramparça eden gözü kara bir cengâverdi. Her insandaki aksiyle; yeniden yeniden tarifi yapılan ve yapılmakta olan bitimsiz kelime ve tek heceydi "Aşk."
Cizre'den ses veriyor bu sefer aşk. Doğu kara peçesini indiriyor yüzünden. Acının kuşandığı coğrafyanın aşka da nasıl sahip çıktığını anlatıyor. Bir buhurdan gibi kokluyoruz sevdalarını. İçimize çekiyoruz. "Dokunamıyorsan aşk değildir!" diyenlerin okumasını ne çok isterdik.
Yalnızca söylemlerine aşkı malzeme edinenlere ve onu elle tutulan, gözle görülen bir nesneye çevirenlere; güzelliğiyle şaşkına çeviren, heva ve hevesini ilah edinenlerin duygularını ortaya çıkaran yaşanmış bir hikâyedir Mem û Zin. "Herbirinin ruhu, kendi derinliklerinde kaybettiği değerli bir eşyasını ve göründükten sonra kaybolan yüce bir gerçeği arıyor gibiydi." (s.28)
Aşkın güzelliği burada başlıyordu, "aramak"la. Esasen aşk, fark atmaktı tüm bilinenlere. Zira aşk ile; bilginin ötesinde bir bilginin, kapıları aralanır arayana. Aşkı çekilesi yapan kaybolan cevherin büyüleyici güzelliği karşısındaki cezbedir ki Yunus Emre dilince;"Ballar balını buldum kovanım yağma olsun" dedirten bir haldir.
Kimini hakikat incitir, kimine hakikat güç verir. Kiminin aydınlığıdır hakikat, kiminin karanlığı. Mesele "sır"daydı. Sırrın ne ise gördüğün oydu. Aşk sırrın kendisi değildi bu hikâyede ama sırrın anahtarını verdi bu iki gence ve okuyucusuna. Kişinin manevi âlemini kuşatan aşk, kalbine akseden güzellik miktarınca ve ruhuna ilişen keşiflerce bedeninde görünür hal almaya başlıyordu. Yine Yunus'un dilince; "Ben sevdiğimi demez isem sevmek derdi boğar beni" cümlelerinde yerini alıyordu.
Zıtlıklar; paylaşmak duygusunun o tatlı bağlılığıyla birbirimizde tamam olmaktı. Yitiğimiz birbirimizdeydi. Zıtlıklar bir araçtı o yitiğe götüren. Fakat insan kibrine yenik düştü. Yitirdi. Ve hep eksik kaldı. İşte bizi zıtlıklarımızla tamamlayıcı yapabilen sadece ve sadece kalbimizin kibrini kıran aşktı. "Bütün evreni hayat şafağının söktüğü zamandan bu yana, birbirine zıt manzaralara sahnedir. Şu görünen gece ile gündüz, karanlık ile aydınlık, alev alev yanan güneş ile yayılan gölgeler, ayrılık ile vuslat, matem ile düğün, üzüntü ile sevinç, darlık ile bolluk, yumuşak çiçekler ile kanatan dikenlerin tümü evrendeki bu tezadın örnekleridir. Allah bunları, hayır ile şerri anlamlandırmak, birini öbüründen ayırmak, her unsuru zıddıyla tanımak, evrende hareket ve mücadele ruhunu yaymak ve yaratıkların çabalama ve yardımlaşma sistemine bağlanmasını sağlamak için yaratmıştır." ( s.65)
Çağımızın aşksızlık sorunu var zira aşk; anlayabilmekti. Ruhu, karşısındaki ruhta seyir ettirmekti. Ruhunu göremediğimizi anlayabilir miydik? Ayıplamak, kınamak; anlama becerisinin yoksunluğunun işaretinden başka ne olabilir ki bu minvalde. Yaralı gönüle nasihat vermek... Anlamak yüz fetvaya bedel oysa. Anlamanın ne olduğunu bize "yaşayarak ve keşfederek" öğreten, aşka ne çok ihtiyacımız var. Delillerin peşinden koşan aklımızla, tuttuğumuz gördüğümüz vardır. Oysa aklın tüm harflerini silerdi "Aşk." Mekân kurduğu kalp sahibiyle; dünyanın tüm akıllılarını cahil bırakacak donanımıyla bozguna uğratırdı. Ölüme de akılla değil aşkla gidilirdi değil mi! Kalbin terbiye oluşudur bu hal. Ve bedenin kalbe teslim oluşuydu. İnsanın merkeziydi kalp. Orada ne olursa olsun beden de tabi olmak zorundaydı. Neşesi, sancısı, coşkusu, durgunluğu, duası, umutsuzluğuyla... Binlerce mananın oluk oluk yüreğe aktığı sonsuz deryaydı aşk. Sırları aşikâr eden bir anahtar, aşığı derece derece yerlerin ve göklerin derinliğinde gezintiye çıkaran buraktı. Nefsin görünmesine eteklerinde dahi hazmedemeyen, şefkat ve merhamet kökenli aşk; acısıyla sahibinin yüreğini acıtmıyordu. Mesafeleri ürkütmüyordu, unutturmuyordu. Geceyi, gündüzü, düşü, anıyı elçi yaparak sevenle sevilen arasındaki bağı kuvvetlendiriyordu. Ve bazen kalbe üflenerek sevilenin ismi, nisyana karşı ayık tutuyordu aşığı.
Mem ve Zen; aşkın ilahi tarafının bir tarifidir. Duyguların safiyâne ve menfaatten uzak yaşanmasıyla nasıl bereketli ve kalıcı olacağının hikayesidir. Acının harmanladığı insanın; nefsin efendisi olma kıvamına, nasıl geldiğinin cevabıdır "Mem û Zin." İnsan bir insandı. Aşk geldi ona. Binlerce insan doğdu içinde. En başta dediğimiz gibi aşk aramaktı. İnsan arayan. Arayan aramakla bütünleşince hakikatin yolu açılmaya başlardı. Öldükten sonra dirilmeyi hakikati arayanlara sormak boşuna değildi. Zahmetsiz bir yol değildi zira. Kolay aşılacak dağ değildi. Bedelsiz hiç değildi. Bedelin büyüklüğü ödülün kıymetini arttırıyordu. Acısı büyük olanın aşkı büyük oluyordu. Aşkı büyük olanın da ödülü büyük olacaktı elbette.Aşk nefisle birleştiğinde ya zulüm çıkıyordu ya da sapkınlık. Ama aşk merhametle birleştiğinde; hakikatin güneşi sızmaya başlardı. Mem ve Zen; aşkın, saflık ve merhametle birleştiğine, ne güzel bir yaşanmışlık örneği. Ve yaşanmış olması ne umut verici.
Kürt edebiyatının şaheserleri arasında yer alan, Ahmede Hani tarafından mesnevi tarzında kaleme alınan Mem û Zin ile tanışmam; dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir konuşması sırasında bu kitabı tavsiye etmesi üzerine olmuştu. Kendisini Fıkhus-siyre kitabıyla tanıdığım ve hayatını okuduğumda pek çok İslami eserleri olan Ramazan El Buti gibi alim biri tarafından kitabın Arapçaya çevrilmesi ayrı bir güzellik.
Bazı kitaplara hazır hissedemezsiniz kendinizi. Merak giderme düşüncesiyle okumaya gönlünüz razı gelmez. Hazır olduğunuz gün belki de vakit ayıramayacağınız gündür. Aşkın işi işte; gelir en vakitsiz anda. Ve zamanın nasıl bereketli olduğuna, şaşırtarak şahit eder sizi. Algılarımın kapalı olduğu, tıkanık bir ruh haliyle elime aldım Mem û Zin'i. Yorgunluğun had safhada olduğu bir demde; Mem ve Zen aracılığıyla aşkın durağında dinlenir buldum kendimi.
Sözcüklerimize aşkın tarifi düştü bu iki gencin destansı sevdalarından.
Yorgun düştüğümüzde
Biz aşkta mola verirdik...
Ne kazandıksa ve ne kaybettikse
Aşk Ola Bize!
Mem û Zin
Ahmede Hani
Arapçaya çeviren: Ramazan El BUTİ
Türkçeye çeviren: Abdulhadi TİMURTAŞ
Kent Işıkları
150 sayfa
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 24.06.2016 10:00 - Güncelleme Tarihi: 06.03.2023 23:10