Aytmatov’un İki Yeni Öyküsü

Cengiz Aytmatov'un kitaplarını okuyup da iliklerine kadar titremeyen okur var mı acaba? Pamirler'de dolanmayan, Tiyenşan dağlarına tırmanmayan, "Öğretmen Duyşen"i okurken çocukluğuna doğru bir yolculuğa çıkmayan, "Toprak Ana" ile oğlunu arayıp da yapayalnız kalmayan, "Selvi Boylum Al Yazmalım" a âşık olmayan, "Cemile" ile Danyar'ın dramatik aşkına hüzünlenmeyen, "Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek" le ürpermeyen, "Erken Gelen Turnalar"dan haber gözlemeyen, "Elveda Gülsarı" ile zincirlerini koparmayan, "Gün Olur Asra Bedel"i okuyup da Mankurt hikâyesini, Nayman Ana efsanesini ezberlemeyen, Raymalı Aga'yla zincire vurulmayan var mı acaba? Çekilen onca ıstırabın arasında kardelenler gibi boy veren acıklı aşkın buruk tadına kapılmamak elde mi? "Kassandra Damgası" uyandığımız derin uykudan uyandırmıyor mu bizi? "Dişi Kurdun Rüyaları" bizim de rüyalarımıza girmiyor mu? "Beyaz Gemi"ye binmek için can atmıyor muyuz? "Kızılelma"uzak diyarlardaki yurtlarımıza olan hasretimizi depreştirmiyor mu?
Cengiz Aytmatov'un daha önce Türkçeye çevrilmemiş iki öyküsünün yayınlanacağı haberi bile içimizde tarifsiz bir heyecan dalgası oluşturdu.
Bazı insanlar vardır ki öldükten sonra da konuşmaya devam ederler. Sözleri tükenmez onların. Cengiz Aytmatov da bunlardan biri.
Aytmatov'un bütün kitaplarını tutkuyla okumuş birisi olarak bu öyküleri merak etmemek olmazdı elbette. Sözünü ettiğim kitap yakın denecek bir zamanda yayınlanan "Bulgar Kızı Talas'ın Kıyısında"[1]
Bulgar Kızı öyküsünde; eski bir köy öğretmeni olan Bahiana'nın rahibe olmak için yaptığı yolculuk anlatılır. Bu yolculuk manastıra mı yoksa insanın kendi özüne dönüş için yapılmış bir yolculuk mu? Okuyunca siz karar vereceksiniz.
Yayan yapıldak yola düşer ve uzun bir yolculuktan sonra Marmara denizinin ortasındaki bir manastıra varır. Amacı bütün dertlerini, sıkıntılarını daha doğrusu dünyayı dışarda bırakıp kendini tanrıya adamak ve sadık bir rahibe olmaktır.
Manastırın kendine göre bir düzeni ve hiyerarşisi vardır. Başrahibe Mitrodora Bulgar kızı Bahiana'nın itirafını dinlemeden, onu manastıra almak niyetinde değildir. Aralarında uzun uzadıya konuşurlar ve sonunda onu manastıra almayı kabul ederler.
Bahiana'nın bir isteği vardır. Adının değiştirilmesini istemez. Oysa "Tüm geçmişini reddetmişti. Geçmişi, ardında bıraktıkları ve yitip giden her şey, kayıkçılara incisini verişi; göçün son durağı olan İstanbul'un hangi yakada olduğu kadar önemsizdi"(s.9) Böyle düşünen Bahiana neden adının değiştirilmesini istemiyordu. Aytmatov'un, Gün Olur Asra Bedel romanında Nayman ananın mankurtlaştırılan oğluna "Adını unutma, Senin adın Dönenbay" diye seslenmesi boşuna değildi. Bu sefer bir Bulgar kızı olan Bahiana'yla bize "adını, andını, kim olduğunu ve atalarını unutma" mesajını veriyordu belki de.
Talas'ın Kıyısında bizi ne bekliyordu acaba? Hani şu kaderimizin yunduğu, talihimizin döndüğü coşkun ırmak Talas. Aytmatov'un dünyaya "Merhaba" dediği topraklar.
Gelenekle yeniliğin karşı karşıya geldiği, sizi iliklerinize kadar ıslatacak bir öykü. Öykünün başında bir efsaneden bahsediliyor. Talas'ın azgın sularını geçemediği için sevdiği kızı başkasına kaptıran bir gencin öyküsü. Belki de başka gençler sevdiğine kavuşsun diye dizginlemek gerekiyordu Talas'ı. Bu efsaneyi okuyunca Aytmatov'un son kitabında yer alan Üzengileş dağlarında yaşayan ebedi nişanlı geliyor aklımıza.
Talas ırmağıyla insanların boğuşması o kadar güzel anlatılıyor ki siz de o yağmurda sırılsıklam oluyor, dev dalgaların içinde buluyorsunuz kendinizi.
Beknazar eski bir sıpaycıydı yani ırmağın önüne saman, çalı ve kütüklerle bent çeken biri. Dedelerinden devraldığı bu işi çok iyi yapan Beknazar adeta ırmakla konuşurdu. Suyun dilinden anlardı. "Beknazar olduğu yere çömelip uzunca bir süre kanyonda akan suyun çıkardığı gümbürtüyü dinler tıpkı bir kitap gibi nehri okurdu." (s.31) "Bir doktor gibi nehrin nefesini dinlerdi."(s.33) Nabzını tutardı suyun. Talas'ta ne badireler atlatmıştı. Buna rağmen oğlu Alımbek'i de sıpaycı yapmak istiyordu. Alımbek babası gibi düşünmüyor, azgın sularla baş etmenin yolunun sıpay değil, kanal havuzu açmak olduğunu" düşünüyordu. Başka türlü baş edilemezdi Talas'la. Nihayet Alımbek büyümüş Vadhoz'un hidroteknisyeni olmuştu. Dediği gibi yaptığı kanallarla Talas'a boyun eğdirmişti.
Baba oğul çatışması gibi anlatılsa da Beknazar "Sen okuryazar adamsın. Ben olmadan da halledersin işini" (s.42) cümlesiyle oğluna destek vermiş, tabiatla baş etmek için yeniliğe kapı aralamış ancak yine de "İyi iş becerdin Alımbek. Kaç nesildir sıpaycıyız senin gibisini görmedik. Sen büyük bir sıpaycısın" (s.44) demekten de geri durmamıştır.
Ne diyelim. Süleyman Nazif olsaydı "Eski fikirler paslanmış çiviye benzer. Söküp atsanız da izi kalır" derdi.
Victor Hugo "vakti gelmiş bir fikrin önünde hiçbir güç duramaz." demişti. Atymatov'un anlattığı da bu.
[1] AYTMATYOV, Cengiz. (2023) Bulgar Kızı Talas'ın Kıyısında. (Çev. Hatice Sevde Seyman) Ketebe, İstanbul.
Yazar: Hayrettin DURMUŞ - Yayın Tarihi: 22.07.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.07.2024 11:37