Bal Ülkesi: Bir Belgeselden Daha Fazla

Kuzey Makedonya’nın sarp dağlarının yamaçlarındaki bir patikadan adeta akrobat gibi yol alan Hatice’nin görüntüleri ile başlıyor film. Ardından Hatice bir taş oyuğundaki arıların petekleriyle ilgileniyor. Hatice Muratova bir aktris değil. 2002 resmi sayımına göre sadece 5 Türk’ün yaşadığı köylerinde yaşlı annesiyle yaşam mücadelesi veren bir Yörük kadını. “Bal Ülkesi” olarak lanse edilen yapım; doğa ve insan uyumu konusunda ders verirken Oscar’a aday bir yapım. Eski bal toplama geleneğini gözler önüne seren Hatice’nin hayat felsefesi gereği doğa ile olan adil paylaşımlı hayatına açgözlü göçebe ve gürültülü bir ailenin karavanlarıyla köye gelişi huzursuz günleri de beraberinde getiriyor.
“Honeyland” dram-belgesel türünde bir film ve süresi 1 saat 27 dakika. Yönetmenleri Tamara Kotevska ve Ljubo Stefanov. Film bir belgesel olsa da herhangi bir anlatıcı yok, dış ses de yok. Doğanın konuşması, inekler, köpekler, kediler ve tabi ki arılar var. Film mesajını etkileyici bir görsel anlatımla ve insan hikâyesine odaklanarak veriyor. Makedonya dağlarındaki ekosistemin bir parçası olmuş enerjisine hayran bırakan “Hatice" karakteri üzerinden çevre ve doğal kaynakların kullanımını ele alan bir yapım.
Kuzey Makedonya yapımı "Honeyland" tanıtımlarında “Avrupa’nın son kadın arı avcısı” olarak lanse edilmiş. Hatice unutulmuş eski bal toplama geleneğini adeta bir sanat icra ediyormuşçasına uyguluyor. Arılarla gerçekleştirdiği pratikler modern arıcılığın çok uzağında. Hiçbir koruyucu önlem almadan arılarla temas etmekte. Dağlar, tepeler, kayalıklar, terkedilmiş virane evlerin yıkıntı taş duvarları, geniş gövdeli yıllanmış ağaçların kovukları O’nun bal topladığı yerlerden bazıları. Tüm tedbirsizliğine rağmen arılar O’nu ısırmıyor ve hatta (sanki) ona güveniyorlar. Bu gün; incelikleri nesilden nesile aktırılmış yayla aracılığı bölgede çok az kişi tarafından yapılmakta ve köylülerin ana gelir kaynağı olmasa da Hatice’nin tek geçim kaynağı…
Film, ABD'nin Utah eyaletinde geçen yıl düzenlenen Sundance Film Festivali'nde "Uluslararası Belgesel Film" dalında Jüri Özel Ödülü aldı. Filmin yönetmenleri Ljubomir Stefanov ile Tamara Kotevska Büyük Jüri Ödülü'ne, görüntü ekibinden Femi Daut ile Samir Luma da Jüri Özel Ödülü'ne layık görüldü. İsviçre Kalkınma ve İşbirliği Ajansı ile Makedonya Film Ajansının destekleriyle çevre koruma programı doğrultusunda çekilen filmde, Hatice Muratova, Nazife Muratova, Hüseyin Sam, Lütfiye Sam ve Mustafa Sam yer aldı. Çekimleri üç yıl süren dünya prömiyerini geçtiğimiz yılın başlarında yapılan film yine geride bıraktığımız senenin en çok konuşulan filmlerinden biri olmuştur. Filmin başarılı serüveni, hem En İyi Uluslararası Film hem de En İyi Belgesel dallarında Oscar adaylığı kazanılmasıyla devam etmiştir. 92. Oscar Ödülleri’ne en güçlü aday olarak gösterildiği belgesel kategorisinde ödülü American Factory isimli yapıma kaptırsa da çok ses getirmiş ve dünyada pek çok festivalden ödül almıştır.
Filmin proje aşmasında bahsetmek gerekirse; aslında Makedonyalı yönetmenler bölgede bulunan nehre odaklanarak kısa bir çevre belgeseli çekmeyi amaçladıklarını söyleyerek söze başlamak yerinde olur. Yönetmenlerin çevreyi tanımak üzere yaptıkları keşif gezisinde yabani bal arılarının kovanlarıyla ve Hatice Muratova’yla tanışırlar. Yaşlı annesiyle yalnız sürdürdüğü yaşamının tek geçim kaynağı doğal yollarla yaptığı arıcılık olan Hatice onları oldukça etkiler. Böylece yönetmenler filmlerinin yapısını Hatice’ye odaklanacak şekilde değiştirirler. Yönetmenlerin "delice bir macera" olarak tanımladığı film, çekimlerinin 3 yıl montajının 1 yıl sürdüğü ilk uzun metrajlı çalışmalarıdır. Verdikleri bir röportajda: "Montaja geldiğimizde, bir hafta ya da daha fazla bir süre tam anlamıyla tıkandık. Bu elimizdeki görüntülerle ne yapacağımızı düşündük. Sonunda en iyi çözüm olan, sessiz montajı tercih ettik. Bu da bize, görsel hikâyenin gücünü aktarma imkânı verdi. Gelecekte yapacağımız, filmler konusunda da bize en önemli ders bu oldu. Artık görsel olarak oluşturulan hikâyelere karşı iyi bir gözümüz var." demişlerdir.
Kotevska, çekimlerin başından itibaren birçok sıkıntı ile başa çıkmak zorunda kaldıklarını ve bunlara karşı yöntemler geliştirdikleri anlatarak "Bu sıkıntılar bizi, oldukça yaratıcı yaptı. Ürettiğimiz bazı çözümler bayağı eşsizdi." demektedir. Tamamında yerel Türkçe konuşulan filme dair Stefanov’un aktardığı bilgiler arasında; eskiden bu bölgede 10 Türk köyü olduğu ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra birçoğunun Türkiye'ye göç ettiği, Kuzey Makedonya'da bugün 78 bin civarında Türk yaşadığı ve ülkenin 2,1 milyonluk nüfusu içinde yüzde 4'üne tekabül ettiği yer almaktadır. Ayrıca filmin dili Türkçe ile ilgili olarak; “Dili anlamamak çekimler sırasında bizim için problemdi ama yine de onları konuştukları dilde çekmeyi tercih ettik." demektedir.
Zor bir uğraş olan yayla arıcılığını Hatice’nin hayat mücadelesi verdiği birinci cephe olarak adlandırılabilir. İkinci cepheye ise gençlik yıllarını geride bırakmış olan Hatice’nin ölüm döşeğindeki annesiyle ilgilendiği sahnelerde tanık oluyoruz. Film boyunca benzerlerini izleyeceğimiz bu sahneleri filmin en mahrem anları olarak niteleyebiliriz. Evin dışında bal üreten, kendi çabasıyla ürettiği balı yine kendi çabasıyla şehirde satmaya çalışan Hatice’nin zemini taş olan derme çatma evlerinde annesiyle olan görüntüleri yaşam ve ölümün döngüsünde bir evladın çabası olarak yorumlanabilir. Tüm bunlar ilk anda oldukça zor bir hayata işaret ediyor olsa da Hatice Muratova bunlarla baş edebilecek kadar güçlü bir kadındır.
Kısa Bir Özet
Çekimler; Köprülü ile İştip arasında kalan (Bekirlija) Bekirli Köyü’nde gerçekleştirilen filmde doğa ile bütünleşmiş bir hayat yaşayan Hatice var ve doğaya inanılmaz saygı duyuyor. Kovanlarda bulunan balların ihtiyacı kadar olanını alıyor gerisini arılara bırakıyor. Baştan aşağı içtenlikle bezeli hayatı inek sürüleri, gürültülü araçları, söz dinlemez yedi çocuklanın olduğu karavanlarıyla köye gelen göçebe Sam ailesi tarafından sarsıntıya uğruyor. Başlarda Hatice’nin hayatına renk katan yeni komşular sonraları üzüntü sebebi oluyor. Çünkü Hatice gibi düşünüp davranmıyorlar. Normalde büyükbaş hayvancılıkla uğraşan aile bir anda arıcılığın da para ettiğini düşünüyor ve bu işe girişiyorlar. Üretimi arttırmak için doğal yolların dışına çıkıyorlar. Sam ailesi köye taşındığında, Hatice onları samimiyetle karşıladığı gibi yayla balcılığı konusunda nesiller boyu öğrendiklerini yeni komşularına aktarıyor. Her ne kadar aile ile (özellikle de çocuklarıyla) sıcak ilişkiler kurarak birbirlerine ısınsalar da, yeni komşuların arıcılık konusundaki agresif tavrı doğa üzerinde hakimiyet kurma çabası Hatice’yi rahatsız ediyor. Böylece Hatice, gözünü arılarına diken aileye karşı doğayı korumak için büyük bir mücadeleye başlıyor. Çünkü O, kovanlarda bulunan ballarda arıların payını da gözetiyor, hatta arılarla konuşup onlara şarkılar söylerken Sam ailesinin babası olan Hüseyin, balı daha fazla bal satıp daha fazla kazanmak için kendi balının tamamını hasat ediyor. Peteklerde (bizim “petek” dediğimize onların ise “dalak” dediği) aç kalan arıları Hatice'nin kovanlarına saldırıyor. Hatice’nin kovanları yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca komşular arasındaki sorunlar su yüzüne çıkıyor.
Bal gibi akan kurguda bölgede uzun süre geçiren çekim ekibi belli ki belgesele ekleyecek malzeme konusunda zorluk çekmemiş. Yeni komşunun günlük yaşantısından gelen görüntüler başta olmak üzere izlediğimiz tüm sahnelerde belgeselin gerçeklikle ilişkisini sorgulatmıyor. Bu tespite; yaktıkları tütsülere rağmen arı soktuğu için gözü şişen kız çocuğu, yine aynı sebeple aniden ağlamaya başlayan henüz yürümeyi yeni öğrenen bebek, oyun oynarken göğsü ağaç kütüğüne çarpan çocuğun nefesini kesen ağrıya şahit olduğumuz anları örnek gösterilebilir.
İnsanın doğayı arsızca işgal etmesi, sorumsuzca sömürüp zarar vermesi, anlık ihtiyaçları için yok etmekten geri durmaması yeni komşular üzerinden aktarılıyor seyirciye. Filmde mevcut doğal düzenin yıkıcısı olarak tanımlanan Sam ailesi gelecek kaygısıyla hayatta kalmaya çalışırken, belki de çoğumuzun verdiği yanlış kararlara ayna tutma özelliği de taşıyor. Çocukları için “Onlar benim hazinem.” diyen Sam Ailesini reisinin tutumuna yılda 200 kg bal üretmelerini talep eden paragöz tüccarın da eklendiği sahnede; Hatice’nin bal aldığı asırlık ağacın gövdesin kesilerek arıların peteklerinin çıkartıldığı anda sanki birinin öldürülmesini izliyormuşçasına öfke hissi beliriyor izleyicide. (Yani en azından ben öyle oldum.) Hatta ağacın kesildiği sahnede adamın bindiği dalı keserek dalla birlikte yanı başlarındaki nehrin sularına düşmesi ise doğaya zarar verirken aslında kendimize/insanlığa verdiğimiz zararı anlatan filmdeki en önlemi ve çarpıcı sahne bana göre.
Bir diğer önemli sahne ise arılara balın yarısını bırakmasıyla ilgili söylediği cümle. Bu cümle bir anlamda O’nun hayat felsefesini de kendi şivesiyle özetliyor: “Em size em bize, yarı sana yarı bana.” Hatta röportajlarından birinde bu cümle kendisine sorulduğunda modern dünyada anlamını yitirmekte olan bu tutumu hakkında şunları söylemiştir: "Ben bunu kendiliğimden biliyordum. Kimse bana öğretmedi. Ben nasıl kışlığımı düşünüyorsam, kış tutar da aç kalmayalım diye unumu ve tuzumu alıyorsam, onlara (arılara) da aynı şekilde kışlık bırakmamız lazım."
Odak Noktası: Balkanlar’daki Taşra
Tek geliri Üsküp'te kurulan pazarda sattığı baldır Hatice’nin. Üsküp’e Bitpazarı’na giderek ballarını sattığı sahnelerde Türkçenin dışında Makedonca da bildiği anlaşılan Hatice aslında bize diyor ki: “Balkan insanı dağda yaşasa bile belli bir çok kültürlülüğe sahiptir.”
Hatice’yi hiçbir sahnede isyan ederken, olan bitene lanet okurken görmüyoruz. Daima hayat dolu, sürdürmek zorunda olduğu mücadeleden keyif almayı bilen bir karakter olarak yansımış beyaz perdeye. Güçlü bir kadın karakter olan Hatice’nin zorlu hayatına geniş bir açıdan bakılırken olabildiğince minimal bir sinema dili yakalanmış. Tam da bu noktadan gerçeğe, gerçek hayata oldukça yakın bir çizgi tutturulmuş.
Filmde annesi ile birçok sahnesi olan Hatice, annesini yitirdiği sahnede ise acısı tüm izleyiciyi sarıyor. Annesinin vefatından kısa süre önce rahatsızlandığını, film ekibinin kendisine ve annesine daima iyi davrandığını ve ilaçlarını eksik etmediğini söylemekte ve annesinin önce üşüttüğünü sanmış ancak günden güne kötüleşmesiyle "Annem bana, 'Kızım bu kışı zor çıkarırım'” dediğini ve kendisinin “Kukuklar (kuşlar) öttüreceğiz gene ilkbaharda, çıkaracaksın kışı. İyi olacaksın inşallah' dedim." cevabını verdiğini söylemiştir röportajlarında. Bu cevap bana şu sahneyi hatırlattı: kışın peçkanın ısıttığı oda içerisinde yaşlı annesine diyor ki Hatice;
-Ana ilkyaz gelsin mi?
-Ne?
-İlkyaz, ilkyaz gelsin mi? Bahar gelsin mı ana?
Mevsim geçişleri hususunda başarılı olan filmde ilkbahar geliyor gelmesinde de mevsim sonbahar olunca yaprak dökümünü de beraberinde geliyor. Yaşlı anasını kış mevsimi Hatice’den ayırıyor. Mevsim kış olduğu için komşusu olamayan Hatice yalnız kalıyor. Ve tüm seyirci eminim ki şu soruyu soruyor kendisine: ”Şimdi ne olacak?”
Aile Kurma Özlemi
Belgeseldeki bir sahnede Hatice annesine, kendisine gelen evlilik tekliflerine neden hayır dediklerini soruyor. Annesi kendisinin değil ölen eşinin bu teklifleri geri çevirdiğini söylüyor. Yönetmen Stefanov, "Bu bölgedeki geleneksel toplumlarda, etnik kökenden ve dinden bağımsız olarak son doğan kız çocuğun, anne ve babası ölene kadar ailede kalması geleneği var" diyor. Ve düşünüyorum benim çevremde de böyle birçok insan var. Açıklayabilmek için; gelenek mi desem, sorumluluk duygusu mu desem, vicdani yük mü desem, mahalle baskısı mı desem… Ne desem bilemedim. Herkesin sebebi farklı olsa da bu gerçeğin varlığını değiştirmiyor. Ancak Hatice'nin kendi ailesini kurma özlemi var. Ve bu özlem filmde, Sam ailesinin çocuklarından biri ile kurduğu bağda ekrana yansıyor.
Filmden sonra hayatında büyük değişiklikler olmuş Hatice’nin. Bunlardan biri dünyanın her yerine birçok seyahatte bulunması. Diğeri ise yeni bir eve sahip olması. Filmden elde edilen gelir Hatice'ye bir başka köyde yeni bir ev alınmasını sağlamıştır. Çekimlerin yapıldığı Bekirli Köyü’nden merkeze yürüyerek 3-4 saatte ulaşabilen Hatice’nin yeni evi Dorfullu Köyü'nde. Yeni eviyle merkez arasındaki mesafenin kısa oluşu O’na mutluluk veriyor. Elektriği ve suyu olan nispeten daha konforlu yeni evine rağmen O, arı sezonunu halen eski köyünde taş kulübesinden yıldızları izleyerek geçiriyor.
"Yörük" yerine "Eski Türk" olarak tanımlanmasını istediğini dile getiren Hatice, davetler sayesinde ilk uçak seyahatinin İsviçre'ye olduğunu söyleyerek hissettiklerini şu cümlelerle aktarıyor: "Çok sevinçli gittim. Kuş gibi uçuyormuşçasına gittim.” Ardından “Korkmadın mı?” diye sorulduğunda “Neden korkayım, Allah yazdıysa, yerde de ölüm var havada da ölüm var." cevaplamıştır. Hatice Oscar ödül töreni için gittiği Los Angeles'a dair gözlemini ise şu cümlelerle özetlemiştir: "Yüksek binalardan, yıldızları göremedim."
Bal Ülkesi Türkiye’de
2. Ayvalık film Festivali kapsamında Hatice Muratova ve filmin görüntü yönetmenlerinden Samir Ljuma, Türkiye’ye geldiler. Festivalde her şeye rağmen arıların geleceğinden umutlu olduğunu ifade eden Hatice bir de türkü söyledi. Ve festivalde bir gazetecinin gelecek planlarını sorması ile hayallerinden bahsetti: “Dizlerim tuttuğu sürece dağlarda balcılık yapmaya devam edeceğim. Dizlerim tutmadığı zaman geldiğinde ise çok sevdiğim şarkıcılığı yapacağım!" Çekimler hakkında gelen bir soruya ise çekimler başladığında korktuğunu ve utandığını söyleyerek ilk 2 ay zorluk çektiğini söylemiştir. Zaten filmi izlerken 3 yıl süren çekim sürecinin başlangıç tarihlerinde çekildiğini anlayacağınız sahneler var. Bunu Hatice’nin yüzünden, annesiyle olan çekimser konuşmalarından, mimik ve vücut dilinde ne önemlisi de bakışlarından rahatlıkla anlıyorsunuz. Artık zamanla kameraya alıştığı sahneler ise çekim yolculuğunun sonuna doğru kameraya alındığını kendiliğinde ele veriyor.
Türkiye'de çok sayıda akrabası olduğunu söyleyen Hatice film festivallerinin parıltılı dünyasına oldukça uzak olan hayatının bir uzantısı olarak Oscar ödül törenine yerel giysileriyle katılan Hatice ve Bal Ülkesi, Hollywood’un ünlü ismi Sarah Jessica Parker’ın da ilgisini çekmiştir. Parker Instagram sayfasında “Bal Ülkesi, arıcı Hatidze Muratova'nın şaşırtıcı, görsel olarak nefes kesici, samimi ve destansı hikâyesi. Asla unutmayacağım bir kadın. Bu filmin tüm belgesel ödüllerini toplamasının bir nedeni var.” diyerek övgüsünü ifade etmiştir.
İşçi Arı: Hatice
Yönetmen Kotevska, Hatice'yi işçi bir arıya benzetir. Haksız da değildir. O çok çalışkan ve güçlü Balkan kadınıdır. Yönetmen Kotevska’nın Hatice’nin annesini kraliçe arıya benzeterek:“ Anne Nazife ise kraliçe arıya benziyor. Film süresince Nazife hiç evden çıkmasa da bilgeliği ile kızına kriz anlarında kılavuz oluyor.” demektedir ve Hatice’nin çalışkan genlerinin kaynağı ile ilişki kurmaktadır. Bu konuya bir katkı da filmin bir sahnseinde Hatice’den gelir. Arıların çok düşük ve aşırı yüksek sıcaklıklara karşı dayanıklı olduklarını söylerken izleyici olarak ben de bir yandan düşünüyorum; tıpkı bu coğrafyanın insanları gibi…
Bir kavanoz balı 1.000 MKD veya 10 EUR’ya satan Hatice balları ölçerken kantar kullanmıyor. “Kendim ölçüyorum, kantarım yok, ama tam çıkıyor.” diyerek “el yordamı ”denilen betimlemenin yıllar içinde eriştiği noktayı anlatıyor izleyiciye.
85 yaşında, muz yemeyi seven annesine ekmek paporası hazırlıyor Hatice. Ama sütle olacak papora ayranla olanı sevmiyor çünkü annesi. Bal satmaya gittiğinde Bitpazarı’ndan annesine yelpaze kendisine de kestane rengi bir saç boyası alıyor. Paketi 2,5 EUR olan boyayı incelerken satıcıya pahalı bulduğunu söylese de alıyor, çünkü Hıdırellez şenlikleri yaklaşmakta. Bahar bayramı olan Hıdırrellezden bir gece önce saç boyasını saçına sürerken annesiyle şivesince sohbet ediyor Hatice: “Yarın Hıdırellez, herkes olacak giyili, ben de isterim giyili olmak.” diyerek Hıdırellez’in hayatlarındaki yerini belirginleştirirken izleyiciye de “Kadın her yerde ve yaşta kadındır” dedirtiyor. Ardından da bir türkü tutturuyor:
Karşıdan gel göreyim gel gel gel aman
Saçını da öreyim öreyim aman aman
Hıdırellez günü çekimlerinde yağlı güreş müsabakası, seyyar satıcılar ve büyük bir kalabalık var. Hatice orada ballarından satmaya çabalıyor. Bu sahneler, çocukluğumda babamın bizi aksatmaksızın her yıl 6 Mayıs günü götürdüğü Hıdırellez Panayırının aynısıydı diyebilirim. Öylesine eskiye gittim ki izlerken filmden koptuğum sahneleri geri sararak tekrar izledim.
Ne kadar bal üretirsin diye sorulduğunda “Senede 10 kilocuk. “ diyen Hatice filmin neredeyse tamamına yakınında sarı bir gömlek ve çiçekli başörtüsünü giyiyor. Son sahnelerde ise üst ön dişlerinden birinin olmadığını görüyoruz.
Filme ait küçük anekdotlarıma ver verdiğim son bölümle annesinin “Ah be şanssız kızım” diyerek sevdiği Hatice’nin annesine söylediği türkünün sözleri kulaklarımda çınlıyor:
"Yandı Kumanova, Tutuştu Preşova
Üsküp’ün içinde Vali Bey hovarda"
Birçoğumuz için ihtiyaç miktarını bilen fazlasına el uzatmayan birini görmeyeli çok olmuştur. Yaşadığımız sisteme kendini kaptırmadan yaşamaya çabalayanlara bile bir şekilde bulaşan sistem bazı güzellikleri kirletiyor ne yazık ki. Hatice; direnen, üreten, var eden, umut dolu, sevincini ve acısını yaşama biçimi katışıksız olan, bir yanı çocuk kalabilmiş, art niyetsiz, coşkulu biri.
Bir göçmen olarak filmi izlerken oldukça etkilendim. Çoğu sahne film olamayacak kadar gerçekti. Altyazısız da izleyebileceğiniz bir film ve şive inanılmaz güzel. Göçmenlerin, göçemeyip kalanların hayatı...
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 29.04.2020 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.04.2020 14:59
Necla Hanım,
Tespitleriniz ve anlatımız o kadar güzel ki, sanki bir daha izledim belgeseli. Emeğinize sağlık