Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Transhümanizm

“Beşerin böyle dalâletleri var Putunu kendi yapar, kendi tapar.” Tevfik Fikret
‘’Nedir bizi insan yapan şey, Kodlayabileceğimiz bir program değildir…Onu bir çipe sığdıramazsınız...İnsan yüreğinin gücü budur…! Bizi makinelerden ayıran fark budur…! ‘’ (Terminatör -4 Kurtuluş)
İnsan, ‘'ne ise o olmayı' reddeden tek yaratıktır.” der Albert Camus. Sürekli bir arayış, sorgulayış, keşif, icat, başkaldırı ve savaş içinde olan bir canlıdan bahsediyoruz. Bu kadar huzursuz olan başka bir canlı var mıdır evrende? Hakikaten insan, diğer canlılardan farklı olarak verili olanı kabullenemeyip kendisine ve doğaya savaş açmış, çevresini ve kendisini sürekli değiştirmiş, büyük de başarılar elde etmiştir. İnsanlığın tarihini okuduğumuzda, kademe kademe, safha safha doğadan uzaklaşarak kendisine nasıl ikinci bir doğa, farklı bir evren yarattığını görürüz. En küçük aletlerden tutun da en büyük makinelere kadar her şey insanın yarattığı ikinci doğanın yani kültürün bir sonucudur. Fakat son geldiğimiz noktada, yaşadığımız birtakım gelişmeler hepimizin kafasında birçok soruyu ve endişeyi de beraberinde getiriyor:
‘’Acaba insan kendine yeni bir tanrı mı yaratıyor? Yoksa kendi kendisinin sonunu getirecek bir projeye mi imza atıyor?’’
Neden bahsediyoruz? Son günlerin en çok konuşulan ve kafamızı kurcalayan konularından birisi olan ‘’transhümanizm’’den bahsediyoruz. Hep hayalini kurduğumuz ölümsüzlük arzusu bilim ve teknoloji sayesinde sanki gerçek olmak üzere. Yaşlanmak, acı çekmek, hastalanmak, felç geçirme ve engellilik tarihe karışacak. Yaralanma ve öldürülme korkusu olmadan toplum içinde yaşayabilecek, spor salonlarına, estetik cerrahiye gerek kalmadan güzel görünebilecek, savaşlarda insanların ölmesine artık gerek kalmayacak. Açlık, yoksulluk, sosyal adaletsizlik, ırkçılık, doğuştan gelen birtakım şansızlıklar ortadan kalkacak. Herkesin mutlu olduğu, herkesin yaşamaktan zevk aldığı, ideal bir toplum, ideal bir dünya kuracağız. Bu saydıklarım hepimizi heyecanlandırdı sanırım. Fakat gerçekten kazın ayağı öyle mi? İşte sayın Ahmet Dağ hocamızın yazdığı ‘’Transhümanizm’’ kitabı aslında bu meselenin hiç de göründüğü gibi masum olmadığını anlatan güzel bir eserdir.
Kitaba göre, ilk olarak J. Huxley tarafından kullanılan ‘’transhümanizm’’, insanlığın hem fiziksel, hem zihinsel, hem de sosyal açıdan çok daha üst seviyelere ulaşabileceğine inanan felsefedir. İşte bu zihinsel, fiziksel ve sosyal açıdan en üst düzeye erişmiş insana da transhüman (üstinsan) denmektedir. “Trans’’ burada geçiş anlamındadır. Transhuman (geçişsel insan), post-human (insan sonrası) varlığa geçiş aşaması olarak adlandırılır. Arttırılmış ya da geliştirilmiş bir insandır transhuman. Bedenin getirmiş olduğu birtakım dezavantajlardan kurtulmuş, zihinsel ve fiziksel açıdan gelişmiş, insana göre daha zeki, daha uzun ömürlü ve daha kullanışlı bir varlık gibidir. Yani bir süper-man ya da süper-humandır. O, insanlar gibi hastalanmaz, yorulmaz, şaşırmaz, yanılmaz, yalan söylemez, bunalıma girmez, bir işi yarım bırakmaz, hatasız, kusursuz, hatta ölümsüz bir varlıktır.
Transhuman düşüncesinin dini ve mitolojik bir kökeni ya da esin kaynağı var mıdır? Yazar Hristiyanlıktaki Adem ve onun yeniden doğmuş şekli olan İsa ile mitolojideki Prometheus mitinin transhümanizmin dini ve mitolojik kökenine işaret ettiğini söyler: ‘‘Güç ve ölümsüzlük talebi: semavi dinlerde ‘’yasak ağaç’’ anlatımında ve Grek mitolojisindeki Prometheus’un ateşi/hikmeti çalması meydan okuyucu bir arayışın anlatımıdır.’’(sf-21)
İnsan dini ve mitolojik hikâyelere göre sorunlu bir varlıktır. Nitekim Batı mitolojisi ve dini inanç literatüründeki anlatımlar bir isyan veya meydan okuma içeriği taşır. Hz Âdem’in yasağa rağmen yasak elmadan yemesi, Prometheus’un yasaklanmasına rağmen Tanrılardan ateşi çalması ve insanlara getirmesi insanla tanrı arasında zıtlığın ve çatışmanın tezahürüdür. Fakat yazara göre, mitolojideki ve Tevrat’taki bu zıtlık ve düşmanlık İsa-Mesih aracılığıyla aşılmaya çalışılmıştır: ‘’Tanrı, İsa- Mesih’e dönüştürülerek insan-tanrı olmuş ve yeni bir insanlık/hümanitiy süreci oluşmuştur.’’ (sf-31) Bu dönüştürücü antropoloji insanın artık tanrılaşma sürecinin başlangıcını temsil eder. Âdem’in işlediği günahla insanlık cennetten kovulmuş büyük bir düşüş yaşamıştı. Bu ezeli günah, İsa’nın kendini feda etmesi ve Tanrının İsa’nın bedenine bürünmesiyle ortadan kalkmış, insanlık yeniden yücelmiştir.
İnsanlığın tanrılaşma süreci Aydınlanma ve ona bağlı olarak ortaya çıkan Hümanizm felsefesiyle doruk noktaya ulaşmıştır. Bacon, Descartes, Kepler, Newton, Galileo, gibi 17. Yy. filozof-bilim adamları, teo-santrizmin (tanrı merkezciliğin) geriletilip antropo-santrizm (insan merkezciliğin) önünün açıldığı bir dönemde maddeci- akılcı bir dünyanın oluşumunu sağlamışlardır. Zihnini hurafelerden temizleyerek insanı merkeze alan, tabiatı ve tanrıyı yabancılaştırarak karşısına alan zihniyet, dini ve kutsalı günlük hayattan uzaklaştırmıştır. İşte insan burada da durmamış, hümanizmin varlığıyla yetinmemiş, radikalleştirme sürecini daha ileri götürerek trans-hümanizm sürecini başlatmıştır:
‘’Transhümanizm; modern bilim ve teknolojinin güç ve imkânlarıyla, ölümsüzlük veya hayatın uzaması ayartıcı vaadini, aşkın (kutsal) bir varlıktan daha çok beşeri çabalarla başarmayı özetler. Bilim ve teknolojisinin yüceleştirme ve aşkın tanrının yersiz olma temsilinde transhümanizm, kendini seküler bir proje olarak dinin yerine konumlandırır.’’ (sf-37)
Artık yeni bir din doğmaktadır, bunun adı trans-hümanizmdir, tanrısı bilim ve teknolojidir, peygamberi de trans-humandır. İnsanlık bu yeni din sayesinde kurtuluşa erişecektir. Hümanizm sayesinde hurafelerin ve doğanın kafesinden kurtulan insanlık, trans-hümanizm sayesinde bedenin de kafesinden kurtularak “super-man’’e dönüşecektir: ‘’Benzeri görülmemiş fiziksel, entelektüel ve psikolojik kapasiteli, kendini programlayan, potansiyel ölümsüz ve sınırsız bireyler olan insanlar olacaklar.’’ (sf-46) Peki burada şu soruyu sormak yerinde olacaktır sanırım: ‘’Ortaya çıkan bu yeni varlık, insan olma özelliğini devam mı ettirecek yoksa tamamıyla başka bir yeni türe mi dönüşecek? Yine yazarın bir konuşmasında verdiği örnekten yola çıkarak bu soruyu şöyle yanıtlamaya çalışalım:
" Plutark'ın aktardığı Yunan efsanesine göre, Gririt'ten muzaffer dönen Theseus'un gemisi Atina'da hatıra olarak uzun süre muhafaza edilir. Zamanla geminin tahtaları çürüdükçe yenileriyle değiştirilir. Öyle ki, bir gün geminin değiştirilmedik hiçbir parçası kalmaz. Bu durumda gemi hala Theseus'un gemisi sayılır mı, yoksa başka bir gemi haline mi gelmiştir? Gemi, antik filozoflar için tartışma konusu olur.’’ Biz buna felsefede Theseus’un gemisi paradoksu deriz. Buradan yola çıkarak hemen, “Bütün parçaları değiştirilmiş insan gerçekten bir insan mıdır?’’ sorusunu soralım?
Aslında burada insan bedeni ile yapay zekâlı robotların bir bileşiminden bahsediyoruz. İnsan beynini yapay zekâyla güçlendirilmiş makinelere ve robotlara taşıyarak yarı insan yarı robot (cyborg) biçiminde androidler oluşturmak amaçlanıyor. Nitekim bunun ilk işaretleri de geldi zaten. Elon Musk, insan ve bilgisayar arasında doğrudan bağlantı kuracak Neuralink çipinin insanlı deneylere bu yılın sonlarında (2022) başlayabileceğini belirtti. İnsan beynini bilgisayara aktarmak mümkün olursa peşinden mutlaka robotlara aktarma denemesine geçilecektir. Yani şimdilik yarı insan yarı robot bir varlıktan bahsediyoruz. Peki bütün bu gelişmeler ne gibi itikadî, ahlâksal ve çevresel sorunlar doğuracaktır?
‘’Hümanistler, “tanrıyı boşlamakla’’ itikadî ve ahlâki bir sorun oluştururken, transhümanistler Tanrı’nın yaptıkları ya da yapacakları şeyler (biyonik adam vs.) konusunda ne düşündüğünü umursamadıkları gibi onun yaptığından (insan, hayvan, bitki) daha mükemmelini yapma iddiası ve eylemi içinde bulunarak itikadî ve ahlâki sorunların dışında kosmosa dair ciddi ve endişe verici sorunlar doğurmaktadırlar.’’ (sf-52)
Transhümanist teknoloji; askeri, siyasal ve toplumsal doktirin ve eylemlerimizi değiştireceği gibi şiddet ve yıkımı büyük olan savaşları da başlatabilir. İnsanın merhamet, şefkat ve empati gibi duyguları olmasına karşın şimdilik bu süreçlerden yoksun olan bu robotlar acımasız bir savaş makinesi haline gelebilir. Hele hele bir de bilinç kazanarak otonom hale gelen bu duygusuz robotlar, silahlarını insanlara doğrultarak türümüzün sonunu getirebilir.
Ahlâki anlamda düşündüğümüzde, böylesi bir teknolojik ilerleme, cinsiyet farklılıklarını eritecek, biyolojik cinsiyeti bulanıklaştıracak ve erozyona uğracaktır. İnsan-makineler arasındaki sınırı aşmak isteyen transhümanist yaklaşımlar, kadın-erkek arasındaki sınırı da aşıp toplumu cinsiyetsizleştirme amacını gerçekleştirme çabası içine girmişlerdir. Transhümanizmle birlikte cinsiyetsizleştirme ve transseksüellik, toplumsal ve kültürel bir olgu haline getirilmek istenmektedir. Daha da ileri giderek trans-hümanizmi, ‘’nesli tüketme hareketi’’ olarak da isimleştirebiliriz. Ayrıca, Microsoft’un kurucusu Bill Gates ve SpaceX şirketinin sahibi Elon Musk gibi teknoloji geliştirme alanında dünyanın en önemli beyinleri de yapay zekadan ve androidlerin gelişiminden kaygılı olduklarını dile getirmişlerdir. Bill Gates:
“Ben yapay zekâdan kaygı duyanlar grubundayım. Önce makineler bizim için çok iş yapacak ve süper zeki olmayacak. Bunu iyi yönetebilirsek çok olumlu olacak. Ancak sonraki yıllarda zekâ endişe yaratacak kadar güçlenecek. İnsanların neden kaygı duymadığını anlayamayan Elon Musk ve diğerlerine katılıyorum.”
Bill Gates’in atıfta bulunduğu Elon Musk yapay zekânın karşımızdaki en büyük varoluşsal tehlike olabileceğini öne sürmüştü. Musk, ‘’Bu alan firmalara, sektörlere, kişilere bırakılabilecek bir süreç değildir. Bizzat devlet tarafından hukuki normların geliştirilmesi gereken bir süreçtir.’’ diyerek kaygılarını dile getirmişti. Bu iki önemli isme Stephen Hawking’i de ekleyebiliriz. ALS hastalığı olan dahi fizikçi ölümünden kısa bir süre önce yapay zekâ teknolojisi aracılığıyla verdiği bir röportajda: “Yapay zekâ kendisini geliştirmeyi sürdürebilir ve hatta kendisini yeniden biçimlendirebilir. Son derece yavaş bir biyolojik evrimle sınırlı olan insanlar, bu tür bir güçle yarışamaz” demişti.
Bütün bunlara ek olarak insan, kendisinin robot mu yoksa insan mı olduğu hususunda şüpheye düşerek varoluşsal bunalım yaşayabilir. Black Mirror'ın 2. sezon 1. bölümü olan "Be Right Back", ölen kocasını dijital verileri sayesinde klonlayabilen bir şirketten kocasının gerçekçi bir robot kopyasını isteyerek acısını dindirmeye çalışan Martha adında bir kadını konu alıyordu… Martha, ölen kocasına çok benzeyen, hatta aynı olan bu klonla bir süre vakit geçirir. Fakat ne kadar gerçeğine tıpatıp benzese de gerçek insanın vermiş olduğu tepki ve duyguları veremez. Kadın ‘’yalancı bir gerçeklik ve sahicilik’’ sorunuyla karşı karşıya kalır ve tekrar bunalıma girer. Çünkü karşısındaki gerçek bir insan değildir.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde yazar, transhümanizmin Nietzsche’nin ‘üstinsan’ıyla ve evrimle olan ilişkisini, savaş teknolojisine etkilerini, sosyo-kültürel alandaki durumunu sorguluyor. Yer yer tekrarlara ve anlatım bozukluklarına düşmekle beraber içerik olarak çok zengin olan bu eser mutlaka okunması gereken kitaplar arasına girmelidir diyoruz.
İnsansız Dünya: Transhümanizm / Ahmet Dağ / Ketebe Yay. İstanbul, 2020
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 05.03.2021 14:13 - Güncelleme Tarihi: 27.02.2021 14:13
Teşekkür ederim Mustafa Hocam.