Bilinenin İfadesiyle Bilinmeyeni Bulmak: İslâm’ı Düşünmek
İslâm’ın Avrupa ile olan münasebeti tarih boyunca çok aktif ve karmaşık olmuştur. Avrupa'nın İslâm’ı hem bildiği hem de bilmediği bir olgudur. Araştırıp ama anlayamadığı, arayıp ama bulamadığı bir Avrupa ve İslâm olgusu vardır. Bu bağlamda Avrupa'nın niyet ve algı boyutlarını sorgulamamız elzemdir.
Avrupa'nın niyeti tarih boyunca doğuyu keşfetmek ve bir şeyler elde etmekti. Seyyahlar ve her türlü sefer her zaman Avrupa'dan doğuya yapılmıştı. Tüm bu münasebetlere rağmen hiç bir zaman bir kaynaşma ya da birleşme olmadı. Bu analizlerin bilinen ve bilinmeyen yönlerini Frank Griffel, “İslâm’ı Düşünmek” kitabında anlatmaya çalışmaktadır.
Avrupa topraklarında algılarında İslâm hiç bir zaman hakkıyla anlaşılmamıştır. İletişimin ve bilginin zenginliği çok olmasına rağmen İslâm, Avrupa için hem bilinen hem de bilinmeyen bir olgu olmaya devam etmektedir. Frank Griffel, kitabında İslâm’ın bilinen taraflarını gösterip bilinmeyen tarafları hakkında da düşündürmeye çalışmaktadır. Başka bir deyişle bilinenin içinden bilinmeyeni ortaya çıkartma çabalarını göreceğiz. Bu çabayı altı bölümle yapmaya çalışır.
Griffel, İslâm çiçek açan bir deve dikeni midir? Başlığıyla Lev Tolstoy'un “Hacı Murat” romanı ele alarak bu kitabın Avrupa'nın Müslümanlarla olan çatışmasının tarihi olduğunu söyler. Rus yayılma ve istilasına karşı Çeçen ve Avar Müslümanlarının direniş sahası olan Kafkasya'ya giden Tostoy'un burada yaşadıkları yazdığı “Hacı Murat” kitabı üzerinde etkili oldu.
Hacı Murat kitabını 1896 – 1904 yılları arasında Tolstoy'un yazdığı ile 1994 – 1996 ve 1999 – 2009 yılları arasında Rusya’nın Çeçenistan’a yürüttüğü iki savaşın genel hatlarını ve Avrupa'nın İslâm hakkında oluşan algıları ele alıyor.
Modernite – ve İslâm moderniteye nasıl yaklaştı? İkinci bölümde ise 19 ile 20 yüzyılın modern tabirine girme sürecini anlatıyor. Avrupa’da modern olgusunun fikri zeminini ekonomik başarıların beslediğini söyler. Ayrıca yazar, Avrupa ile Islâm ülkelerde ki doğum oranlarında karşılaştırma yaparak, modernlik olgusu hakkında çıkarımlarda bulunur.
“İslâm kültüründe bir çöküş yaşandı mı?” Soru başlığı ile ikinci ve üçüncü bölümlerin ortak mantığı Ortaçağ İslâm Medeniyetinin zirve noktalarının hangi olaylarla silinmeye başlandığı ve buna karşılık Avrupa’nın kaderi bu çağda nelerle değiştiği teorik yönlerini açıklıyor.
17. yüzyılın son yirmi yılı, aydınlanma ve askeri konuda Osmanlı’dan üstün gelmesi oldu. “modern” dediğimiz bir düşünce tarzıyla rasyonelleşme faaliyeti eski düşünce kalıplarını kırarak liberalleşme sürecini getirdi. Bu durum Avrupa’nın bakış açısını maddi zenginlik uğruna hırslı bir yapıya kavuşturdu. Yazar, Arapların Güney Avrupa’dan ve Osmanlı’nın Orta Avrupa'dan çıkartılıp hezimete uğratmaları modern aydın kesimin siyasi aklın bir başarısı olarak görür. Avrupa’nın 18 ve 19 yüzyıllardaki hızlı siyasi ve ekonomik ilerlemesi ile rasyonelleşmeye dayandılar. Bu rasyonelleşme entelektüel dayanağı da Avrupa’nın felsefî geleneğinden geldiğini söylerler. Bu felsefî gelenek Yunanistan’da doğdu ancak daha sonra Avrupa’da kaybolduğu ve Orta Cağ'da yeniden doğmasından bu yana Avrupa’da kendini gösteren ilerlemeyle yakından ilişkili olduğu bir felsefe tarihi anlatısı oluşturdular. Griffel, burada bir soru sorar: eğer felsefe 13. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ilerleme kaydettiyse, o zamandan beri bu ilerlemenin “İslâm Düşünce” tarihindeki tezahürü nasıldı?
Griffel, Arap – İslâm “yüksek kültürü” olan Islâm felsefesi hakkında kitabında iki çıkarımla anlatır. Birincisi üçüncü bölümün son kısımlarında Avrupalı bazı filozofların Arap – İslâm Felsefesi hakkında ki yanlış bir yanılgıdan bahseder. Hegel ve Renan'ın Arap – İslâm Felsefesinin Yunan felsefesinin sadece yüzeysel bir şekilde koruyan ve yeniden üretmesinden ibaret olduğunu söylemeleri yanılgısı olduğundan söz eder. İkincisi dördüncü bölümdeki “Tamamen Farklı Bir Felsefe” başlığıyla bu durumun aksini iddia eder.
Ernest Renan, İbn Rüşd’ün 1198’de ölmesiyle özgür felsefî ruhun son temsilcisinin ölmesiyle, Kur'an'ın özgür düşünceye karşı zaferini en az altı yüz yıl boyunca güvence altına aldığını, ifade eder. Griffel, bu tezlere karşılık dördüncü bölümde eğrileri düzeltmeye çalışır. Bu doğruldu da İbn Rüşd’ün İslam’ın son filozofu olmadığı, İslâm’da klasik sonrası felsefe olarak adlandırılan yeni bir felsefe türünün ilk filozofu olduğunu, söyler. Ayrıca yazar, Fahreddin er-Razi’den bahsederek genç yaşta İbn Sînâ’nın eserleriyle tanışarak ve kendini felsefeye adayan çok önemli bir örnek olduğunu söyler. Fahreddin er-Razi, ilk felsefe kitabı 1000 sayfadan uzun kalın bir kitap, İbn Sînâ felsefî sistemini açıklamaz bile; sadece argümanlar sunarak derin bir ilmî çalışma olduğunu gösterir.
Tamamen Farklı Bir Felsefe, başlığının dördüncü bölümünde İslâm felsefe ve kelâm ilimlerinin Tanrı tasavvuru gibi ontolojik konular hakkında Müslüman filozof ve kelamcıların görüşlerini görmekteyiz.
Griffel, kitabının son iki bölümlerinde ise İslâm Dünyası ile Avrupa’nın 20 yüzyılda en güncel meselelerine değinmektedir.
Frank Griffel, “İslâm’ı Düşünmek” kitabının tarihsel bir süreç içinde İslam’ı anlama konusunda siyasi, felsefî, sosyal ve ekonomik konulara atıf yaparak anlatır. Bilinen ve ezberlenen bakış acısının kalıpları kırılması gerektiğinin önemini anlatır ve bunun olumlu İslâm ve Batı ilişkisini mümkün kılacağını belirtir.
Frank Griffel, İslâm’ı Düşünmek, çev Mücahid Kaya, Albaraka Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2020.
Yazar: Yunus ÖZDEMİR - Yayın Tarihi: 13.01.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 11.01.2021 11:53