Bir Anti-Totaliter Olarak Hannah Arendt

Totaliter ideolojiler doğa ve Tanrı gibi doğaüstü güçleri referans alarak kendi meşruiyetlerini üretirler ve bunu çoğunluğun görüşüymüş gibi topluma dayatırlar. Burada ne çoğunluğun görüşü vardır ne de toplumun rızası. Bir azınlık grubu "ideolojik darbe" yaparak iktidarı ele geçirmiştir, devletin icracısı konumuna yükselmiştir. Azınlık grubu toplum ve hakikat arasına girerek kendi başlangıcını ve sonunu hazırlamıştır; bu durum tarih boyunca böyle olagelmiştir. Sadece kan ve gözyaşlarıyla yıkanmış bir başlangıç ve son. Toplumun kan ve gözyaşlarına karşılık azınlık güruhunun kibri ve kahkahası.
Totaliter ideolojiler güçlerini korumak ve varlıklarını devam ettirmek için halkın elindeki farklı bilgi kanallarını tekellerine alırlar. Burada bilgiye ulaşma yolları tekelleştirmek suretiyle hem totaliter rejim yüceltilmektedir hem de totaliter rejimin güçlendirip tahkim eden yeni imkanlar elde edilmeye çalışılmaktadır. Halk kendi aklını kullanabilme ve sorgulama hakkını kaybettiği için, daha doğrusu bu imkanı totaliter rejime kaptırdığı için sürekli tasallut ve tahakküm altındadır. İdeolojik yağmurların altında sırılsıklam olan halk başka bir şey düşünemez olur; rejim ne derse onu yapar hale gelir. Çünkü artık halk düşüncenin öznesi değil, iktidarın her türlü bilgi bombardımanına maruz kalan bir nesnedir.
Hannah Arendt hayatı boyunca totaliter ideolojilerle savaştı. O hep bireyselliği aradı, ötekini önemsedi. Totalitarizm aynılaştırır, akıl özgürleştirir. Bu açıdan Arendt'in Sokrates'in doxa'ları karşısında duruşu farklıdır. O doxa'ların olduğu gibi korunması değil, zamana ve koşullara göre geliştirmek gerektiğini söyler. Totaliter ideolojiler kendilerine göre yorumladıkları doxa'larla her kesin onlara itaat etmesi gerektiğini söylerler. Bu açıdan iktidarın çıkarlarını korumak bakımından Sokrates'in doxa'sı ile geleneksel İslamcılığın nas görüşü birbirine benzemektedir. Nasta da muktedirler kendilerine göre Allah'ın kelamını ve peygamberin hadisini yorumlamaktadır. Doxa'da da, nasta da görülmesi gereken, muktedirlerin kendi ellerinde bulundurdukları bilgi kanallarından kendilerine itaati esas alan bilgilerin ortaya çıkarıldığı gerçeğidir. Doxa'nın ve nas'ın iplerini ellerinde bulunduran iktidarlar halklara her istediklerini söyletirler, yaptırırlar.
Arendt'e göre totaliter rejimlerin sömürge araçları olan koltuk değneklerinden ve koruyucu parmaklıklardan kurtulmak gerekir. Koltuk değnekleri düşüncemizi zayıflatır ve sakatlar; bizi iktidarın güdümüne sokarlar, muktedirlerin "gönüllü kölesi" ve "fedakar hizmetkarı" yaparlar. Aynı şekilde koruyucu parmaklıklar özgüvenimizi zayıflatırlar, içten içe bizi çökertirler. İktidarın koruyucu parmaklıklarına bağımlılık bir zaman sonra bizi tamamen iktidarın fedaisi kılar. Totaliter rejimler düşüncesiz fedailerle varlıklarını devam ettirirler. Bu koltuk değneği ve koruyucu parmaklık ilişkisi bir zaman sonra tam kompleks ve çarpık bir hal alır. Zira bu ilişki totaliter rejimi korumak için korkmadan hayatını feda etmeye hazır halk kitlesi gerçeğine dönüşmüştür. İktidar düşüncesiz halk kitlesine şu mesajı verir hep: Hayatın ve çıkarların benim iktidarımın devamına bağlıdır. Nihayetinde düşüncesiz halk kitlesi iktidarın ucuz ve insanlıktan uzak koltuk değneği ve koruyucu parmaklığına dönüşmüştür.
Arendt'e göre insan başkalarıyla iletişim kurabildiği müddetçe, başkalarıyla konuşabildiği müddetçe, kendi özgür düşüncesini elde edebilir, kendi olabilir. Fakat totaliter rejimler tam da bunun karşısında yer alırlar. Totaliter rejimlerde düşüncenin tek elde tutulması ve her kesin onların dayattığı görüşlere göre düşünüp hareket etmesi gerekir. Bu görüş, bütün felaketlerin sebebidir. Bütün savaşlar totaliter rejimlerin sonucudur. Totaliter ideologlar kendi gibi düşünmeyenleri kabul etmezler, onu yok etmek için her yola baş vururlar. Totaliter ideolojiler özgürlüğün ve özgünlüğün, kendi olmanın ve ötekilerin düşmanıdırlar. Bu haliyle dünyada iki tür insan vardır: Totaliterler ve bireyseller. Totaliterler tek seslidir, her kesi aynılaştırmak ve birbirine benzetmek isterler. Bireyseller çoğulcudur, farklılıkları severler ve desteklerler, çok seslilik esastır. Bu açıdan Arendt'in Düşünce Güncesi'ne karşın, totaliter ideologların "itaat kanıtları" vardır. Onlar sadece üyelik, aidat, kayıt ya da fotolu "belgeli itaat" isterler.
Arendt'a göre özgürlüğün iki ayağı vardır: Düşünsel ve eylemsel. Düşünsel özgürlük, kendini tanımak ve kendini bulmakla alakalıdır. İnsan düşünsel özgürlüğünü bir anda kavrar ve ele geçirir. Önemli olan bunu başkalarıyla paylaşmak, pratiğe dökmektir. Bunun yolu da politikadır. Politika insanların birlikte yaşamak için bulduğu en ideal yönetim uygulamasıdır. Politika gerçek bir dünyada yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur, bu koşul anayasal güvence altına alınırsa ortaya şiddetten arınmış hukuksal bir düzen ortaya çıkar.
Arendt'e göre dünyaya karşı sorumlu bir insanın yapması gereken şey ahlaki açıdan donanımlı bir rol model olmaktır. Rol model insanın, üzerine bastığı zemin sağlamdır ve duruşuyla insanlara vermek istediği mesaj açık ve nettir. Sorumluluk, bu sağlam zemini ve açık ve net mesajı bütünlemektir. Devlet aygıtı hükümet sistemleriyle ayağının altındaki zemini kaydırmaya çalışır, duruşunun ifadesi olan açık ve net mesajını bulanıklaştırıp belirsizleştirmeye çalışır. Toplumsal güç birlikteliği oluşturulursa devletin ve devletin somut aygıtları olan hükümetlerin ayakların altındaki zemini kaydırmasının, açık ve net mesajları bulanıklaştırmasının önüne geçilebilir.
Arendt'in sorgusu: İnsan varlığını kime borçludur? Arendt otorite kavramından hareketle şöyle bir çıkarımda bulunuyor: Totaliter rejimlerin ortaya çıkması ve kurumlaşması, varlıklarını başkalarına (ki bu da devlet ya da hükümete şekil veren totalitarizmdir) borçlu hisseden insanları bir arada tutma beceresine bağlıdır. Çoğu zaman da işin içine "dostluk", "erdem", "güzellik", "yardımseverlik" gibi evrensel insani değerler girer. Totalitarizmin geri dönüşümü yoktur; çünkü totaliter ideolojiler insanlara ancak savaş, yıkım, gözyaşı verebilir.
Totaliter rejimleri "politik şiddetin en üst biçimi" olarak gören Arendt'e göre buna karşı çıkmanın tek yolu insan çoğulluğunun sağlanmasıdır. Totalitarizm "ön görülmez ve yeni olanı" kontrol ettiği müddetçe varlığını devam ettirir. Bunu da çeşitli siyasal, iletişimsel, eğitsel vs. araçlarla yapar. Totalitarizm insanları parçalara ayırır, her bir parçasını kendine göre tanzim eder, biçimlendirir ve anlamlandırır. Totalitarizmin hedefi insan çoğulluğunun önüne geçmektir, bu da baskı ve kuvvet kullanımı ile mümkündür. Baskı ve kuvvet kullanımının olduğu yerde de şiddet vardır. Totaliter rejimleri ayakta tutan şiddettir, şiddeti ortadan kaldıracak olan ise insan çoğulluğuyla meydana gelecek olan güç birliğidir.
Totalitarizmin asla kontrolü kaybetmek istemez. Totalitarizm kontrolü kaybetmemek için her türlü şiddete baş vurur. Kontrol çoğu zaman devletin ve hükümetin kolluk gücü olarak çalışan kitle iletişim araçlarıdır. İnsan çoğulluğu kendi araçlarıyla kendi anlam dünyasını oluşturursa totaliter rejimlerin kontrolünün dışına çıkabilir, şiddetin önüne geçebilir, anayasal zeminde hukuksal bir güç birliği oluşturabilir.
İnsan sözü ve eylemini birlikte görünür kıldığında çoğulluğa ulaşır. Sözün ve eylemin tesirli ve geçerli olması için bireyin kendi içinden çıkmış olması lazım. Bu şekilde yan yana gelinir ve eşitlik sağlanır. Yan yana olmak, başkası tarafından görünmek ve başkasını görebilmek demektir. Eşitlik politik örgütlenme sayesinde deneyimlenir. Eşit olmak, çoğunlukla ilgili tutarlı bir görüş oluşturmak için bir gerekliliktir.
Anti-totaliter bir siyasal görüşü olan Arendt'ın dünyayı "onlara" bırakmaya niyeti yoktur. Her şeyiyle dünyaya sahip çıkmak, dünyayı insanca yorumlamak ve anlamlandırmak gerektiğini söyler. Bunun için de çoğulluğun politik bir birliktelik geliştirerek yeni bir yaşam modeli geliştirmesi, birlikte yaşama olanaklarının artırılması gereklidir. Böylece kutsal olan yaşam korunur, özgürlüklerin önü sonuna kadar açılır, dünya biraz daha yaşanılır kılınır.
Doğumunun 100. Yılında Hannah Arendt
Haz. Sanem Yazıcıoğlu
Yapı Kredi Yayınları
Sayfa 228
İstanbul, 2009
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 21.02.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 30.01.2025 11:19