Bir Defter Açsam, Dert Saçılır mı?
Hasta olmak mı, Hastane de Hasta Olmak mı?
Hasta olmanın zaman olarak uzun veya kısa, bilinmezlik içeren, kasvetli, meşakkatli ve bitkin düşürücü boyutu her zaman kaygı vericidir. Buna bir de, mekân olarak hastanede hasta olmak eklenirse, süreç daha yorucu, psikolojik olarak hasta ve yakınlarını da kuşkulandıran kapsamlı bir sürece kapı aralar.
Hastanenin kesif kokusu, alışkanlıkların değiştiği bir yerde zorunlu konaklamanın verdiği yabancılık duygusu, sizin hakkınızda kara vericilerin eğreti bakışları ve bilinmezlik içeren fısıltılı cümleler psikolojik bir açmazı da beraberinde getirir. Bu açmazdan kurtulmak mümkün değilken, hasta yakınları hastayı motive etmeye çalışırken, hasta da olan bitenden yeni şeyler çıkaran bir paranoyaya kendisini teslim eder.
Defter ve Hastane
Yönetmen olarak tanınan Melik Saraçoğlu, Hastane Defteri adlı bu ilk romanında bir yürekte biriken çığlıkları hasta yataklarında yoğurup, serumlarla ıslatıp, doktor ve hemşirenin talimatlarıyla yıllandırıp, yanı başındaki hastalarla da bütünleştirerek okurlarına sunuyor.
Edebiyat ve Sinema alanında eğitim gören Saraçoğlu, dilin tüm imkanlarını kullanıp duyguları kimi zaman ağdalı, kimi zaman açık ve kimi zaman ise kapalı ama hep bir mizahi şekilde sunuyor. Yer yer esprili bir dil kullanırken, bazı yerlerde acıyı bam telinizi sızlatarak aktarıyor. Roman genel olarak bilinç akışı tekniğinde oluşturulurken, yer yer iç diyaloglarla da ruhi portrenin daha net verilmesi sağlanmıştır.
Roman bir hastanın hastanede kalış süresi boyunca tuttuğu notlardan oluşuyor. Kendiyle, çevresiyle ve yaşadıklarıyla hesaplaşan bir hastanın notlarıyla hayata tutunma azmini konu ediniyor. Hastalığı nedeniyle ameliyathane, yatak ve serum/ilaç üçgeninde süregiden bir ömrü: “Kaç senedir bu yatakta yattığımı merak eden varsa, beni belimden ikiye bölüp içimde iç içe geçen çemberleri saysın.”
Defter mi, Dert mi?
Hasta üzerinden yaşanan trajediyi, hastanenin bütün ekipmanları üzerinden okumaya çalışıyor yazar. Yazmayı bir nevi hasta ile hastane arasındaki duvarlar olarak konumlandırarak bunu hasta için bir motivasyon kaynağı olarak görüyor: “Yazıyorum, çünkü varlığıma göz diken bu soysuz hastaneye ait olarak değil, ben olarak yaşamak ve ölmek istiyorum.”
Hastalık insanın varlıkla imtihanını bitiren bir süreç değildir. Varlığını kendi kabul çerçevesinde kanıtlamaya çalışmasını ve ömrünü buna insan olduğu için vakfetmenin gerekliliğini hasta hiçbir şekilde bırakamaz. Yazar, sıfatı hasta da olsa, bu kişinin bir insan olduğunu hatırlatırken aynı zamanda “hasta” olarak da özel bir yerinin olduğunu ve bunu anlamanın kolay olmadığını belirtmeden geçmiyor: ”Birinci çoğul şahıs kullanmakla hasta olunmuyor doktor. Önce hastalığı hak etmek, hastalanmak için emek vermek gerek.”
Röntgen, tekerlekli sandalye, ameliyathane, anestezi, kelebek, steteskop ve daha birçok kavram hastanın notlarıyla bambaşka birer forma kavuşarak ortaya çıkıyor. Hasta, kalemiyle elbiseler dikiyor, harflerle saçlarını tarıyor, cümleleriyle makyaj yapıyor ve kendi gerçeğiyle kelimelere farklı anlamlar katarak hayatı bir paragrafa sığdırıyor.
Hastanın, hastabakıcı ile ilgili notlarını ise Julia Stephen hiç duymasın. Hasta bakıcılık hususunda noktasına virgülüne dikkat eden Julia, şimdiki hasta bakıcıları görse muhtemelen onları rahat bırakmaz ve tekrar eğitimden geçirirdi.
Hastane mi, Evet Hastane?
Kendi dertleriyle hemhal olmak yanında, hastane ile hesaplaşmasını da unutmuyor: “Kendimizi kandırmak yersiz, hastane bizi yaşatmak için burada değil, biz hastaneyi yaşatmak için buradayız.”
Ayrıca bulunduğu hastanenin inşaatı bittiği gün gelen hasta yataklarının koridorlarda kaldığını, oda kapılarının hasta yatakları düşünülmeyerek dar olarak yapıldığını bir asistanın ağzından aktarırken, işin ehlince yapılmadığında çıkacak sıkıntıları da hatırlatıyor.
Son Söz
Keyifli satırlar hüzünlü satırlarla kesiştiğinde bir birlerine yol verirlermiş. Ne hüzün mutluluğun yerini, ne de mutluluk hüznün yerini almak için mücadele verirmiş. Bu durum ta ki, bir mürekkep satırların üzerine dökülene kadar sürmüş gitmiş. Mürekkep dökülünce ne hüzün kalmış ne mutluluk. Oysa yaşanılan şeyler hem hüzünmüş hem de mutluluk. Eser tükenirken insan tükenmezmiş, kalem tükenir…
“Ne için tüketiyorsun bu satırları?” diyor romanın sonuna doğru yazar. Kendi gerçekliğine çevirmezsen kavramları bunlar ne anlatır ki sana. Oysa hepimiz hayatı bir defter misali doldururuz. Notlar tutuştururuz zihnimize. Beklentilerimizi, kırgınlıklarımızı, sevinçlerimizi ve hayallerimizi olabildiğince hiç çıkmayacak kalemlerle yazarız.
Hasta, hayatı bir defter olarak okumanın imkânını sunarak bize sesleniyor: “Her şeyin başı sağlıksa, sonu ne?
Hastane Defteri
Melik Saraçoğlu
Everest Yayınları
168 Sayfa
Yazar: Mustafa ATALAY - Yayın Tarihi: 26.02.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 17.02.2021 15:13