Bir Eserden Fazlası; Salgın Edebiyatına Giriş
Yirmi birinci yüzyılda yaşadığımız SARS-COV-2 adlı bu salgın tecrübesinde, diğer salgın dönemlerinde olduğundan farklı olarak dil, görsel ve yazılanlar bir üçlü olarak daha çok ön plana çıkmaktadır. Sosyal medya ile de desteklenen bu veriler hiçbir zaman kaybolmayacak bir nitelikte olup, salgının etkilerini kişilerin dilleri üzerinden dolaysız olarak istenildiği zaman okuyabilme fırsatını da beraberinde getirmektedir.
Dil yanında fazlaca görsel verilerle desteklenen bu durum, anlık olarak yaşananları hem bireysel hem de toplumsal çerçeveden görebilmeyi kolaylaştırmaktadır. Anlık aktarımlar, devletlerin ve sağlık teşekküllerinin aldıkları doğru kararların niteliklerini ve bazen yanıltıcı boyutlarını da gözler önüne sermektedir. Bütüncül bir bakış açısıyla geçmişte en az 15-20 eserle birlikte tecrübe edebileceğiniz "veba" hastalığına benzer covid-19 pandemisini, belki de bugün 15-20 sosyal medya hesabıyla daha ayrıntılı görebilmeniz mümkün olmaktadır. Ayrıca geçmişin kısıtlı imkânlarını düşündüğümüzde yazılan eserlerin azlığına mukabil; bugün imkânların çoğalması ve yazma mecralarının çeşitlenmesi olabildiğince fazla eserin oluşmasını da zemin hazırlamaktadır.
Salgın Edebiyatına Giriş
Salgın eserlerinin çeşitlenmesi bu eserlerin derli toplu bir değerlendirmeye olan ihtiyacını gün geçtikçe ortaya çıkarmaktadır. Ülkemizde bu alanda Haziran 2016'da Selçuk Çıkla'nın kaleme aldığı "Edebiyat ve Hastalık" adlı eser kısmen bu açıklığı giderse de, daha geniş bir anlatım ile bu alanın ele alınması ve güncellenmesi gerekmekteydi. Eczacılık Fakültesinden mezun olduktan sonra edebiyat alanında yoğunlaşarak görevini akademik mecrada Öğretim Görevlisi olarak sürdüren Gülsün Nakıboğlu, bu alandaki eksikliğe merhem olabilecek daha geniş bir metot ile salgın edebiyatını genel olarak ele alırken, salgın öykülerimizin kategorik olarak bir değerlendirmesini de okurları ile paylaşmaktadır.
Eser üç temel konu üzerinden dallanarak gelişmektedir. Bu üç konunun ilki öncelikle "Türk Salgın Öykülerinde" yer alan salgın hastalıkları yakından tanımak üzerinedir. İkincisi "Türk Salgın Öykülerinin" yapısı, oluşturulma şartları ve bununla ilgili karakteristik yaklaşımlardır. Üçüncü bölüm ise tüm bu anlatılanların özeti mahiyetinde bir sonuç bölümüdür. Dil olarak nezih ve güzel bir anlatım tarzına sahip eser, vurgulamak istenilen konuları sık sık tekrar ederek muhatabının zihninde konunun yer etmesine ya da farklı vurgularla aynı meselenin nasıl okunması gerektiğini göstermeyi amaçlamaktadır. Salgın konusunda batı kaynaklarında yer alan temel eserlerle ülkemizdeki eserleri karşılaştırmalı bir okumaya tabi tutarken; Sait Faik'in "On Milyonerin On Metresi" eseri üzerinden de bir salgın eseri okuma analizini sunmaktadır.
Covid-19 salgını ile tekrardan sağlık ve edebiyat bölümünün aktif hale geldiği günümüzde, salgın eserlerini derli toplu bir okumaya tabi tutma; hastalıklar ve bunların yayılımları hakkında bilgi sahip olma; salgın eserlerindeki kurguyu okuyabilme, üst kurgu ile değerlendirme; ülkemizdeki salgın öykülerinin kendine has kurgusunun gelişimini takip edebilme de dâhil salgın sürecinin yazılı kaynaklarına genel olarak bakabilme ve bir usul ile bu alanı okumaya tabi tutmak için kılavuz niteliğinde bir eserdir: "Salgın Edebiyatına Giriş".
Salgın Hastalıklar ve Edebiyat
Salgın hastalıklarla ilgili eserlerin kurgusuna bakmadan önce usule uygun olarak önce salgın hastalıklara ve bu hastalıklarla ilgili eserlere genel bir bakış açısı sunmak ister yazar. Detaylı biyolojik ve sağlık terimleriyle konuyu boğmadan, girizgâh için yeteri kadar bir bilgiyle bu hastalıkları ele almaktadır. Dizanteriden cüzzama, vebadan sifilize, difteriden kabakulağa, çiçekten koleraya kadar geniş bir yelpazede hastalıkların salgın kısmına ve salgın edebiyatına bakan yönünü irdelemektedir. Yirmi beş hastalığı ele aldığı bu bölüm eserin iskeletini oluşturmaktadır.
Salgın hastalıkların her birinin kendi içindeki zorlukları, mücadele yöntemleri ve eserlerde ele alınma biçimlerini yazarımız titizlikle incelemeye tabi tutar. Gerçeğin kurmaca ile izdivacında yaşanan boyutları ve salgın eserlerinde olan üst kurmaca yöntemlerini örnekler üzerinden tanımlamaya çalışmaktadır. Özellikle Dünya Edebiyatında "salgın" hastalıkları konu edinen eserlerin roman türünde ele alınmasına karşı, ülkemizde halk arasında yaşanan sözlü aktarımın bir nüvesi olarak eserlerin genelde hikâye olarak şekillendiğini belirtmektedir: "Türk yazarı 'modern batı salgın edebiyatı'yla salgın romanları vasıtasıyla tanışmış olsa da modern Türk salgın edebiyatı Batılı örneklerin aksine halk hikâyelerinden değişip dönüşen ve gelenekle bağlantısını bir nebze olsun her daim koruyan öykü türünde gelişmiştir. (S. 36)"
Her salgın hastalığın öykülere aynı usulle aktarılmadığı, kimi zaman salgının hastalık isminden hiç bahsetmeden bir yan konu olarak işlendiği, kimi zaman ana konu da olsa salgın-iktidar ilişkisinin detaylarına girmemek adına özellikle hastalığın isminin kullanmadığı ifade edilmektedir. Örneği Reşat Nuri'nin "Salgın" adlı eserinden vermeye çalışan yazar; dönemin şartları altında bir köyde yaşanan salgının özellikle detaydan ve hastalık isminden kaçınılarak kaleme alındığını belirtir. Zira salgın eserlerinde "birey-toplum-iktidar-salgın" dörtlüsünü "birey/toplum-salgın" olarak ikili değerlendirip, iktidarın bu ilişkideki yerini bu ikili üzerinden okumanın daha sağlıklı olacağı ve bunun geniş bir alan yaratacağı görülmektedir. Bu nedenle Nakıboğlu, salgının adının konulmadığı eserlerin temel mesajını iktidar-salgın üzerinden verdiğini, diğer konuların bir yan konu olduğunu ve iktidarın iktidarsızlığının bu eserlerde esas mesele olduğunu belirtmektedir.
İkinci bölümde daha çok Sait Faik ve "On milyonerin on metresi" adlı öyküsü üzerine yoğunlaşan eser, bu öykü temelinde Türk Toplumunda salgın hastalıkların ele alınma metodunu da detaylı olarak analiz eder. Öyküye giriş mahiyetinde Batılı salgın edebiyatı eserlerini ve salgının çok katmanlı yapısını, daha önce ele aldığı hastalıklar üzerinden inşa eden yazar, örneklemindeki eserlerin satır aralarına odaklanarak salgın türlerinin keskin ayrımlarını okura göstermeye çalışır: "Bedene yüklenen hastalık bedene dayalı eğlenceyle atlatılmaya çalışılır. Salgın edebiyatı türlerindeki eserlerde hastalığın yuvalandığı beden mutlaka öne çıkarılır, ruhi aşkın yerini bedensel aşk, erotizm alır: Decameron'daki hikâyeler bu sebeple erotiktir. (S.276)"
Salgın-mekân ilişkisini de bu bağlamda değerlendiren yazar, karantinanın salgın hastalıkların vazgeçilmezi olduğundan bu yana, mekânın yeniden kurgulanmasının da bir zorunluluk olarak ortaya çıkışını örnek metinler üzerinden ele alır. Karantinanın getirdiği şehirden kaçış temasını imkânlar dâhilinde ele alan oldukça fazla eser olduğu düşünüldüğünde, mekânın yeniden ele alınmasını kent-kırsal ölçeğinde kurgulayan sağlam bir salgın eseri eksikliğini de belirtmeliyiz. Genellikle şehirde ortaya çıkan salgınlarda köy veya kırsala taşınan sosyal yaşamın, kentteki alışkınlıklardan uzak olmadığı, hatta Sait Faik öyküsünde olduğu gibi bir "eğlence" şeklinde kentin ışıltılı yaşamından kopmadan hayata devam etmenin sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu bağlamda bakıldığında, salgın eserlerinin mekân tasvirlerinin "kent"lerdeki gösteriş ve zevk/haz üzerine kurulan boyutu da dikkat çekicidir.
Sonuç
Her eserin kendi imkânlarını zorlayıcı boyutu, genel kural ve kaidelerden sapmadan belirli bir yol ve yöntemi takip ederek ortaya çıkmaktadır. Hastalıklar, ölüm, yaşam, mutluluk, hüzün gibi insani özelliklerin eserlerde değerlendirilmesi, toplumun bu kavramlarla ilişkisindeki geleneksel belleğinden ayrı bir biçimde ele alınamaz. Bu nedenle her eser kendi içinde bir geleneği de bünyesinde barındırmaktadır.
Modernist bakış açısının bu geleneği yoğurması ile farklı bir pencereye geçişin olduğunu, fakat bu geçişle birlikte de modernizmin insanı mecburi bir tematik alana sığdırmaya çalıştığını da bu noktada tespit etmek gerekmektedir. Metaforların ortaya çıkışı, simgesel dilin kuvvetlenmesi ve eserlerde yer verilen anlatının genişlemesi gibi katkıların da elbette olumlu olduğunu atlamamalıyız. Bu olumlu özelliklerine rağmen, hayatın tek katmanlı olmayan boyutu dilin de tek katmanlı kullanımını yetersiz bularak post-modernist anlatının önünü açmıştır. Kurgunun-dilin- anlatının- mekânın- zamanın özgürlük mottosuyla harmanlanması, eserlerdeki çok katmanlı yapıyı artırmış, geleneksel ile modern içinde sıkışıp kalan anlatılara yeniden kurgu imkânı sunmuştur.
Her eserin kendi içindeki bu yapısı, dönemsellik itibariyle salgın hastalıkları ele alan eserlerin kurgusunda da görülmüş, böylece içinde bulunulan zamanının fikri alt yapısının da değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Salgın hastalıkların tek tip bir düşünsel zemine sığmayan boyutu, salgının ele alınabilecek birçok konu için iyi bir zemin olduğuyla birlikte düşünüldüğünde; salgın hastalıkların toplum-iktidar ilişkilerini yeniden kurgulamak için iyi bir fırsat olduğunu da açığa çıkarmaktadır.
Bugün covid-19 ekseninde ortaya atılan trans-hümanizm ve tek tipçi dijital toplum projelerinin sermaye sahipleri tarafından geleneksel-modern arasında sıkışmış devletleri bir post-modern tavrın içinde konumlandırmaya çalıştığını da tespit etmemiz gerekmektedir. Kapitalizm, tüketim çılgınlığı, küresel alış-veriş, zevkin dorukları, mahremiyetin gereksizliği, köyün kentleştirilmesi gibi çalışmalar salgın hastalıklar ve salgın eserleriyle yeniden kurgulanmaya çalışılacaktır. Salgın eserlerinin tematik bir zeminde ele alınması sadece geçmişi veya "Salgın Edebiyatını" anlamak değil, hayatı anlamak ve anlamlandırmak adına da mecburi bir çizgiye gelmiştir.
Bu anlamda değerlendirdiğimiz eser, sadece tek bir amaca meftun olarak kaleme alınsa da, geniş bir ölçekte bakıldığında, bu alandaki büyük bir boşluğu doldurmakta olduğu da görülecektir. Salgın eserlerin kurgulanma biçimlerinden hangi mesajı vermeye çalıştıklarını, birey-salgın üzerinden hangi kurmacaların toplum-iktidar-salgın boyutuna evirilebileceğini de bu eserden çıkarabilmek mümkündür. Değişen dünyada her eserin kendi içinde değerlendirme sürecinin de değişebileceği, metin asıl kalsa da anlamın bugünle irtibatının elbette yeni bir eserle tekrar kurgulanabileceğini de görmemize imkân sağlamaktadır.
Türk Salgın Öyküleri/Salgın Edebiyatına Giriş
Gülsün Nakıboğlu
Kesit Yayınları
423 Sayfa
Yazar: Mustafa ATALAY - Yayın Tarihi: 21.01.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.01.2022 21:26