Bir İlk Kitabın Sevinci: Bir Talanın Sevinci
Bakkalıyla, fırınıyla, camdaki teyzesiyle, kaldırımda karşılaşan yan yana sokaklardaki komşusuyla; mahalle kültürü. Herkesin birbirini tanıdığı, sevinciyle sevinip üzüntüsüyle üzüldüğü insanlar topluluğu. Bir dert varsa o dert bin kişinin olur. Bir sevinç varsa coşkuyla kutlanır. Ne yazık ki günümüzde pek rastlanmayan olgular bunlar. Artık sadece ertesi gün için dinlenilen yer olarak tanımlanan evlerde komşusunu tanımayan insanlar haline geldik. Mahalle kültürüyse Perihan Abla, Mahallenin Muhtarları gibi dizilerin senaryolarında kaldı. Unuttuk dediğimiz mahalle kültürünü anımsatan bir kitap okudum kısa süre önce, adı: Bir Talanın Sevinci.
Okurken kendimi on sekiz sokaklı bir mahallede hissettim. On sekiz öykünün her biri o sokaktan birer evdi sanki. İçinde mahallenin sakinlerinin yaşam sürdüğü. Yazar sanki yitirilmesin diye, mazinin tozlu sayfaları arasına gömülmesin diye yazmıştı bu mahalle kokulu öyküleri. Bir öykünün son satırlarıyla bir evin kapısı kapanırken sıradaki öykünün ilk satırlarıyla diğer evin kapısı aralanmaktaydı sanki. Duygu durumumuzu ve düşüncelerimizin seyrini değiştiren komşu kapıları. Öyküden öyküye değişen hayatlar. Beyne, kalbe, düşüncelere ve duygulara ivme kazandıran öyküler. Yavanlıktan, malumatfuruşluktan, yapmacıklıktan uzak, doğal bir anlatım. Hayatın gerçek yanına dokunmuş kitabın yazarı Gülnaz Eliaçık Yıldız. Yatalak hasta da, hayırsız evlat da, evlilikten kaçan damat da çok bildik. Ölçülü ve aşina bir dille hayatın içinden. Bizden, bizce…
Şule Yayınlarından Ekim 2023'de çıkan öykü kitabında on sekiz öykü bulunuyor. Kimisi ben anlatıcısı kimiyse üçüncü kişi anlatımıyla kalem alınmış. Kursaktaki Heves adlı öyküyle başlıyor eser. Yedi yıldır hareket edemediğinden yatağa mahkûm bir hasta var öyküde. Hasta yıllar boyu beyaz bir tavanı seyretmiş. Her Şeyin İlki adlı ikinci öyküdeyse görme engelli bir birey var ki kendisi eşinin ona eşlik etmesiyle hayatına devam etmeye mahkûm. Öykünün adındaki ilk kelimesi, eşiyle kavga ettikleri bir gün tek başına sokağa çıkma cesareti göstermesinden kaynaklanıyor. Kitabın başındaki iki öykünün ana karakterlerinin yaşam sürmesi için diğer insanlara bağımlı olmalarıyla birlikte Günler böyle sürüp gitti, ölmedim ve Yalan yok, onun varlığını ilk fark ettiğimden beri öldürmek istiyorum ve beni hayata bağlayan tek şey onu öldürmek arzusu gibi cümlelerini okuyunca tematik bir kitap mı okuyorum acaba diye düşündüm. Hatta ardından bir de Nuri Efendi Neden Öldürüldü adlı öyküyü görünce bu his iyice pekişti. Zira Stefan Zweig okurken de ölüm, intihar ve savaş karşıtlığı temaları tıpkı bir parfümün alt notalarındaki kokular gibi varlığını korur ya öyle sandım. Sandığım gibi olmadı tabi.
Öyküler arasında dolaştıkça, okuyup üzerine düşündükçe onların uzun bir sürede yazıldığını hissediyorsunuz. Bir birikim merkezinde birikmişler gibi. Bir barajda mesela. Sonrasında barajın kapakları açılmış ve okura doğru akmışlar ahenkle. Yorulup sıkılmadan okunan ve tekrar okumaya gerek kalmadan bir çırpıda anlaşılan bir öykü kitabı olmuş. Anlatıdaki nefis cümlelerden radarıma takılan birkaçını hemen burada sıralamak isterim:
İnanmak çürük bir halata asılmak gibidir.
Dilim de bir çukur, kelimeler sürekli düşüyor oradan.
Arzularının altında kalan insanlar değişirler.
Ölüm dünyanın söylediği en eski şarkıydı.
Sıkıntılı bir gülümsemeye kiralardı yüzünü böyle zamanlarda.
Mutluluğun ilk şartı mutsuzluktur.
Herkesin türküsünü söyleyip kendiminkini sadece dinledim.
En parlak görünen niyetlerden bile en kötü sonuçlar doğabilir.
Merak öyle bir şeydir ki, insanı olduran da öldüren de odur.
Çok işle uğraşan az düşünür derler.
Karanlık yas tutanın evidir.
Güçlü zayıfı çeker sanırsın ama nafile, zayıf halkaya benzemek hep daha kolaydır.
Çünkü anlatmak çıplak kalmaktır.
Her şey değişmiş ama bir o kadar da aynı kalmıştı.
Gölgeme bir çukur açıp içine girmek istedim.
O değerinin altında satılmaya razı bir arsaydı.
İntikam sevginin bir basamak üstündedir.
Hafıza unutur, eşya hatırlar.
Her Şeyin İlki
İlk göz ağrısı diye bir olgu var malumunuz. İlk evlat, ilk ev, ilk araba, ilk iş, ilk aşk gibi. Konumuz olan eser de bir ilk. Ne var ki ilk kitap olduğunu anlamak imkânsıza yakın. Zira içinde uzun bir yazınsal süreç olduğunu fısıldıyor, yazarının gururu niteliğinde. Cümlelerine hüzün giydirilmiş bir bilgenin ayak seslerini duyuyoruz.
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; kitabın ismi durup düşünmeye sevk eden türden. Talan ve Sevinç nasıl yan yana gelir, matematiği, anlamı, metaforu var mı diye sorgulatıyor. Tıpkı şenlikli keder olarak nitelenen coğrafyanın hüznünü taşıyan dokuz sekizlik ölçüsüyle Balkan şarkıları gibi. Bana sorarsanız kitabın bendeki adı 'bir ilk kitabın sevinci'.
Zengin psikanalitik malzemeler var sayfalarda. Örneğin görme engelli bireyin hislerinin anlatıldığı satırlarda. Psikolojinin ve felsefenin uzun uzadıya anlatacaklarını yazarımız bir öykücü diliyle çözmüş, yazmış, nakletmiş. Bilgelik asasını bu anlamda eline alan yazar benzetmelerden faydalanmış. En beğendiğim benzetmelerden nedir denilirse onları da sıraladım:
Omuzlarım başıma yastık olarak vücuduma takılmış gibiydi.
Mahalleli ortakulak iltihabına yakalanmış gibi.
Zararın teminat mektubunu sunmak.
Annemin yakasında bir kabahat gibi gezdirdiğim kendim.
Yaşamış, gözlemlemiş, biriktirip damıtmış, hayal edilmiş öykülerin kimisi bir novellanın başlangıcı özelliğindeler. Nuri Efendi Neden Öldürüldü polisiye bir novella olabilir çok rahatlıkla. Genişlemeye, dallanıp budaklanmaya müsait. Bu kadar yoğun duyguyu bu kadar az sayıdaki satıra sığdıran yazar denese roman yazabileceği gibi metni daha da daraltarak küçürek öykü dahi yazabilir izlenimi veriyor.
Kitabın bir özelliği de içinde konuşma çizgisi bulunmayışı. Konuşma cümleleri tırnak içine alınmadığı gibi italik olarak dahi yazılmamış. Yani düzyazı gibi kurgulanmış. Bu yazım stili öykülerin sayfa sayısı olarak oldukça kısa olmasına olanak sunmuş. Zira her bir öykü maksimum on sayfa uzunluğunda. Şöyle bir bakıyorsunuz ve diyorsunuz ki zaten kısa bir öykü hadi onu da okuyayım da çayımı sonra tazelerim. Yazarın konuşmalar için kullandığı taktiği şu an yukarıdaki cümlemde ben de kullandım. Yazmak için çok rahatlatıcı bir yöntem olduğunu düşünüyorum şu anda. Yazana özgürlük veriyor. Galiba José Saramago ve Kim Mehmeti bu özgürlük için bu tarzda yazdılar, kim bilir.
Klasik isimleri tercih eden yazarın öykülerindeki kadın isimlerinden bazıları; Şermin, Gülçin, Meryem, Bahriye, Fatma Zarife, Aysel, Behiye, Perihan, Aynur, Mualla, Zübeyde, Besime, Müberra, Süreyya. Burada Süreyya adına dikkat çekmek istiyorum zira bu ad birden fazla öyküde bulunduğundan yazar için özel bir anlam içeriyor olmalı. İsimler konusunda altmış beşinci sayfada bir sürpriz vardı beni bekleyen. Hem adımı hem de soyadımı aynı paragraf içinde görmek bir okur olarak kelimenin tam anlamıyla bir sürprizdi. Antikacı Dursun ve eşi Necla.
Öykülerdeki kadınlar içinde beni en çok etkileyeni Açık Kapı adlı öyküdeki Mualla oldu. On iki yıldır nişanlısının gurbetten dönerek düğün yapmasını bekleyen Mualla. Erkek karakterlerden ise Yerden Yüksek adlı öyküdeki karakterde etkilendim. İşi olmayan erkeklerin toplum içinde kapladığı alanı, bir sirkte ip cambazı olarak çalışan erkek karakterin annesiyle olan güçlü bağını ilave ederek aktarması bağlamında oldukça kayda değerdi.
Yazar Fahri Tuna'nın Yazİstanbul5 Yazarlık Mektebinin 26 Mart 2024 tarihli konuğu Yazar Necip Tosun idi. Benim de dinleme şansına eriştiğim atölyede katılımcılardan birinin yönelttiği Bir öykücüyü en çok ne besler sorusuna Bir öykücü pek çok şeyden beslenir; hayattan, gerçeklerden beslenir. Ama en çok da hayal gücünden beslenir. Bir şeyi anlatacağımız zaman, o şeyi yaşamamız gerekmez yanıtını vermişti. Tam da o günlerde Bir Talanın Sevinci'ni okuyordum ve bu cevabın yazar Gülnaz Eliaçık Yıldız'ın yazma kaynaklarını işaret ettiğini düşünmüştüm. Tıpkı İmtiyazlı Yedi öyküsünde olduğu gibi. Bana göre kitabın okuması en keyifli öyküsüydü. Yedi rakamının haytamızı nasıl da istila ettiğinin ayırdına vardıran. Hatta kitabın ilk öyküsünde yazarın tavana bakan hastanın bu halinin yedi yıldır sürdüğünü söylemesini düşünürsek yazarın da yedi rakamının büyüsüne kapıldığını görmek şaşkınlık verici. Aynı zamanda yazarımızın mizahının da gün yüzüne çıktığı öyküde yedinin kutsanması gözler önüne seriliyor.
Sonuç
İnsanlar bana adres sormaz çünkü onlara güven vermem diyen karakteriyle Oysa Herkes İncinir adlı öyküde iki turistin kendisine adres sorması ve tokalaşmalarına büyük mana yükleyen karakter Ellerim sıcacık. Birkaç gün yıkamasam mı? Bir daha kim bilir elimi kim sıkacak? demesi beni oldukça etkilemişti. Şimdi kitap bitti ve benim de ellerim sıcak. Öykü dolu. Hakkında düşünmek için kendime zaman verecek kadar dolu hem de. İçime kaskatı bir şey oturmuş da onun yavaş yavaş çözülmesini bekleyeceğim gibi hissediyorum.
Samimi ve yer yer espiritüel bir dili olan kitabın heyecanla okunan bir ilk eser olmasının yanında yazarın gelecekteki eserlerini yeşerten umut dolu bir başlangıç olmasını dilerim.
Bir Talanın Sevinci
Gülnaz Eliaçık Yıldız
Şule Yayınları
Ekim 2023
124 sayfa
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 30.04.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 04.05.2024 02:23
Sevgili Necla Hanım, bu kıymetli değerlendirme için çok teşekkür ederim.