Bir Kitabın Notları 2

Müellifimizin bu kitapta takip ettiği metodun temel fikirlerini şöyle özetleyebiliriz:
a) Araştırmadaki temel hedef, Kur'an-ı Kerim'e dayanan Ahlâk'ın nazarî ve amelî genel özelliklerini göstermektir
b) Daha önce ele alınmayan bir yaklaşımla, Kur'an-ı Kerim'in ahlâkî prensiplerini incelemektir.
c) Ahlâk sahasında, yeni ve eski Batıdaki ve Doğudaki belli başlı mütefekkirlerin ahlâkî görüşlerini mukayese için ele almakta, yalnız incelemesinde merkez noktayı daima Kur'an-ı Kerim teşkil etmektedir.
Ahlâkî yükümlülüğün derin analizinde, Fransız filozofu Henri Bergson, iki ana kaynak keşfetmiş bulunmaktadır. Biri toplumsal baskı gücü, diğeri daha geniş olarak beşerî veya daha doğrusu ilâhî cazibe gücü. O, toplumun bize verdiği rolü oynamak, onun bize çizdiği yolu izlemek; bal arısı veya karıncanın içgüdüsünü taklit eden, pek az düşünülmüş bir çeşit alışkanlıkla günlük olarak kendimizi ona vermek, işte alışılmış olarak ödevini yerine getirmek denilen şey budur, diye açıklamaktadır.
(Fizikî, sosyal, mantıkî veya başka) her kanun, ona tâbi olan bütün fertleri ve çeşitli şartlarda aynı bir ferdi, zorunlu olarak ve değişmez bir şekilde yönetir. Aksi halde kanun, kanun; yani genel ve değişmez bir kural olamaz. Gayet özel bir karaktere sahip olmakla birlikte, ödevin kanunu da bu ortaklaşa özelliğe bürünür: O, evrensel ve zorunludur. Ahlâkî kanunun evrensel karakteri, Kur'an-ı Kerim'de tartışma götürmez bir açıklıkla görünmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de ahlâkî mükellefiyet çift yönlü olarak şartlandırılmış bulunmaktadır: Onun amaçladığı aksiyon aynı zamanda hem genel olarak (insanın iradesine tabi olan) beşer tabiatına açılabilir ve hem de hayatın somut gerçeğine yanaşabilir (uygulanabilir, zorbaca değil) olmak zorundadır. Hepsi bu kadar değil. Hatta ahlâkî iyilik alanından çıkmaksızın, ödev kategorisinin içine girmesi için bir fiilin mümkün ve pratik olması da yetmemektedir. Burada biz, ustaca düzenlenmiş ve zengin bir şekilde nüanslara ayrılmış, bir olumlu ve olumsuz değerler ıskalası ile karşılaşacağız. İlk önce, uygulanması hiçbir karışıklığa meydan vermeyen temel ve açık ödevler bir yana bırakılırsa (örnek: yalan söylememek, emaneti iade etmek, ihtiyaç içerisinde bulunan başkasına yardım etmek...) yaratıcı ve yapıcı fazilet önünde, tüm mümkün ve uygulanabilir olanların sonsuz derecelerini ihtiva edecek kadar geniş bir faaliyet sahası kalmaktadır.
Şurası tartışma götürmez bir gerçektir ki, eğer ahlâk bir bilim ise o, özel ve muhtemel önermelerden hareketle değil fakat evrensel ve zorunlu kanunlarla birlikte inşa olmak zorundadır. Yine şu da bir gerçektir ki, eğer o, konusu insanın davranışını düzenlemek olan normatif bir bilim ise onun, hayatı somut gerçekliği içerisinde göz önüne alması gerekir. Oysaki hayat, temelinde çeşitlilik, değişme ve yeniliktir. Şu halde müteakip alternatife götürülmüş olunmaktadır. Ya bu bilimin bize sunmuş olduğu davranış modeli değişmez ve evrensel olarak anlaşılacak veya çeşitlemelere ve değişmelere elverişli bulunacaktır. Birinci varsayımda insanlık, daimî olarak kendi kendisinin aynı olan emsalsiz bir tipe dönüştürülmüş olacaktır; mekân bir noktaya, zaman bir ana irca edilmiş, kainatın hareketi durdurulmuş, bizzat hayat lağvedilmiş ve yeri sadece ahlâkçının hayalinde var olan soyut bir düşünceyle doldurulmuş olacaktır.
Gerçekten de hiç şüphe yoktur ki, yükümlülük terimi ile ifade olunan münasebet, iki farklı ve hatta tabiatları icabı hasmane temayüller göstermek eğiliminde olan iradeyi karşı karşıya koyan bir ilişkidir: otoritesini boş yere kullanmayarak kumanda eden kanun koyucu ve hürriyetini savunarak fiil ve harekette bulunan kişi. İmdi kanun koyucunun otoritesi, tesis ettiği kuralların, ifadelerini el değmemiş şartların değişmesinin hiçbir yerde onu sınırlamak veya hafifletmek üzere müdahalede bulunmadıkları son derece sağlam bir şekilde muhafaza etmeleri ölçüsünde saygı görür. Bu şartlarda ahlâk kanunu bir tabiat kanununa benzer hale gelir, ona konu teşkil eden insan sadece pasif bir şekilde ona katlanır ve onu körü körüne uygular. Böylece katıksız yükümlülüğe zorunlu olarak hiçbir değere sahip olmayan hürriyet ve kölece itaat karşılık vermektedir.
Kant düşüncesinin şeması. Genel hatları ile onun üç zamanda oluştuğu söylenebilir:
a) Temel bir olayın tesisi,
b) En genel prensibe kadar çıkmaya izin veren analiz,
c) Beşerî ahlâkın temel kaidelerini koymak için yeniden inmek.
Rauh: Tüm kanun koyucu gücü saf akla atfeden Kant doktrinin tam aksi olan uçta, başka doktrinler tecrübî ben'in hürriyeti davasını savunmuşlardır. Bu zıtlık en çarpıcı ve hatta en isyankar ifadesini, sırası ile ahlâkî bir güzellik duygusuna veya bir yaşama isteğine irca eden bir Guyau ya da bir Nietzche'de bulmuştur. Bu sonuncu görüş noktasına göre, ahlâkî değer ezelî ve ebedî şeylerin düzeni içerisinde mevcut değildir; o onun vasıtasıyla insanın üstün insan olmak için kendini aştığı beşerî bir yaratmadır. Buna karşılık, yükümlülük kavramını ve onunla birlikte hatta ahlâkı tamamen ortadan silip atmak eğiliminde olan bu isyancı düşünceyi ifrata götürmeksizin ve kişiye nisbetle ödev düşüncesinin yüceliğini tamamen kabul ederek, Fransız filozofu Frederic Rauh, her ferdin kendi öz davranış kurallarının faili olduğunu öne sürmüştür.
Yükümlülük kavramından, biri sırasında diğerini gerektiren, destekleyen ve tesis eden iki zorunlu sonuç çıkmaktadır. Bunlar sorumluluk düşüncesi ve müeyyide düşüncesidir.
Fiil noktasından ve sanıldığının tersine olarak, sorumluluk terimi aslında bir fiil ilişkisi değil, fakat onu meşrulaştıran ve özel yargımızda ona tekaddüm etmek zorunda olan bir hukuk ilişkisini ifade eder. Sorumluluk, her şeyden Önce doğal bir durumdur, o ilkin, şu sorumluluğu özerine alma yeteneği ve sonra da kendi öz çabalan ile görevini yerine getirme gücüdür. Bu çok geniş ve ilkel anlamda alındığında sorumluluk insanın bizzat özünde sahip bulunduğu karakteristik özelliklerin sadece biridir.
İnsan ve kanunun ilişkisi bizim gözümüze, üç zamandan oluşan bir gidiş-geliş hareketinin şekli altında görünmektedir. Yükümlülük kavramı ile birlikte, biz onun henüz çıkış noktasında idik. Ama müeyyide kavramı ile bu diyalektik münasebetin dairesi kapanacaktır. O, bir üçlünün sonuncu ünitesi ve bir diyalogun son sözü gibidir. Kanun çağrısına, onu bizim iyi niyetimize yöneltmek suretiyle başlar; o, bizi ona cevap vermeye mecbur kılar.
Ahlâklılıktan kanuniliğe geçildiğinde, karşılık verici müeyyide hemen anlamının yarısını kaybeder. Karşılık verici ve caydırıcı çift yönlü veçhesinden o, sadece ikincisini alıkoyar. "Müeyyide" burada esas olarak, kelimenin geniş manası ile tedip edici cezaların yanı sıra öz anlamı ile cezai tedbirleri de kapsamak suretiyle, cezalandırma anlamını ifade eder. Öteki medenî topluluklar gibi, müslüman toplum da, ödevlerini normal olarak yerine getiren kimselere maddi mükâfatlar vermekten uzak kalmamaktadır.
"Niyet", bir eyleme geçmenin başlangıcında aşağı-yukarı değişmeyen karar (kasd, azm) anlamına gelmektedir. Değişmeyen bu karar, eylemle birlikte olduğu zaman işte "niyet" kelimesinin en elverişli olduğu durum budur o eylemle beraber bulunan psikolojik şuurdur; yani bu ifa ettiği şeyde uyanık ve hazır olan akim davranışıdır. Fakat yapılacak bir görev söz konusu olması kadarıyla bu iki durumda kast veya niyet kavramı, burada terkip edici sadece üç unsuru içinde taşımak zorundadır:
1- Yapılacak şeyi tasarlamak,
2- Onu yapmayı istemek,
3- Onu buyurulmuş ve farz kılınmış nesne olarak kesinlikle istemek.
Gerçekten maksat, İster ahlâkî bir karar almak veya icra etmek, ister deruni bir karakteri düzeltmek veya bir niyeti temizlemek olsun, bu gayelere ulaşmak için insanın sahip olduğu yegâne yardım ve aynı zamanda tek ödevi, onlara ulaştırmaya yetenekli, maddî ve manevî güçlerini kullanmaktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde bazen, fazileti kazanmak için herhangi bir faaliyeti uygulamak faidesiz ve gayr-i makuldür; eğer beşerî ruh, tam ve kâmil bir tabiata sahip ise veya o son derece eksik ise, gelişmeye elverişli değildir. Şu halde etkin müdahalemizin zorunluluğu çift yönlü bir postulatı ihtiva etmektedir.
Fazileti tarif etmeye gücü yetmeksizin insanın faziletli olması mümkündür. Bizim, faziletin tarif edilmesinden daha çok faziletin bize gösterilmesine ihtiyacımız vardır.
Not: Ferdi ahlak, aile ahlakı, devlet ahlakı, sosyal ahlak ve dini ahlak ile ilgili ayetlerin meal metinlerini de kitaptan okumak mümkündür.
Kur’an ahlakı
M.Abdullah Draz
Tercüme edenler: Prof. Dr. Emrullah Yüksel ve Prof. Dr. Ünver Günay
İZ yayınları
Yazar: Ferhat ÖZBADEM - Yayın Tarihi: 02.08.2013 11:52 - Güncelleme Tarihi: 19.11.2021 14:53