Bir neslin öncüsü Celal Hoca - Hüseyin Yorulmaz

Zehra Erbay, kitaphaber okurları için kaleme aldı.
Gerçekten kimdir bu unutulmuş meşhur bir meçhul?
Yoksa sis perdeleri arasında bırakılmış meçhul bir meşhur?
Meyveleri 70 sonrasında gün ışığına çıkan bir neslin öncüsü Celal Hoca. Çoğu zaman soyadı kullanılmadan anılmış Mahmud Celaleddin Ökten. Vefatından elli yıl sonra portresiyle tanışıyoruz merhum ve merhun Celal Hoca'nın.
Yıllar yılı böyle münevver bir şahsiyeti tanımaktan mahrum edilmişiz doğrusu.
"Belli ki yarım asırdan beri filmin bir yerinde kopukluk var. Kurucusu olduğu okulları, öncüsü olarak yeni bir devrin nesline örnek olması gereken Celal Hoca bugüne kadar anlaşılmaz bir şekilde ihmal edilerek unutulmaya terk edilmiş. İşte ömrünün yarısını Osmanlı döneminde diğer yarısını da Cumhuriyet yıllarında yaşamış benzeri az bulunan bu insan yeniden gündemimize giriyor. Daha doğrusu yarım yüzyıl öncesinin kurak ikliminde inanılmaz çabalar gösteren Celal Hoca ve arkadaşları gündemimizi belirliyor. Umuyoruz ki geçmiş elli yıl Celal Hoca için bir vakti merhun olsun ve rehin alınmış bu süre tamamlanmış bulunsun."
1882 Trabzon doğumlu olan Celal Hoca üç kuşak şehrin merkez camiinde imam ve hatiplik yapan bir aileye mensup. Çocuk denecek yaşta annesinin yatarken kulağına okuyarak ezberlettiği Kuran'ı kerim ve diğer dini ilimleri okuyarak yetiştirilir. Keskin zekâsı ve müthiş hafızasıyla istikbal vadeden bir öğrencidir
5 yaşında babasını ardından birkaç yıl sonra annesini ebediyete uğurlar. Bundan sonraki hayatında istikbali hakkında karar verecek ve onu yönlendirecek kimse bulunmadığından kendi kararlarını kendisi vermek durumunda kalır.
Ve bir gün manasını anlamadan okuduğu Kur'an karşısında duyduğu üzüntüyle şöyle dua eder: "Ya Rabbi! Eğer bana bu kitabın dilini anlamayı nasip edersen, ölünceye kadar senin dininin dellâlı olacağım" ve duası kabul olunur.
Uzun yıllar İstanbul'da devam eden tahsil hayatı kimi zaman maddi sıkıntılar kimi zaman dönemin siyasi karışıklığı sebebiyle kesintiye uğrasa da nihayet darülfünundan mezun olur.
Mezun olduğu yıl 1912 de maarif vekâletinin İstanbul'daki okullarda ders vermek üzere Arabî muallimliği için açtığı imtihana girer ve sınavı ikincilikle kazanır. Artık İstanbul sultanisinde Arabî muallimidir. Bilinenin dışında geliştirdiği metotlarla Arapça okutan Celal Hoca İstanbul'un en meşhur Arapça hocaları arasında anılır.
Özel hayatındaki ciddiyet ve gayreti dersine girdiği öğrencilerinden de bekler. En ufak laubaliliği affetmez hoca. "Bu, Kur'an lisanıdır müsamahası olmaz" der.
Yaptığı işin en iyisini yapmasının yanı sıra, kendini birçok alanda çok iyi yetiştirdiğine şahit oluyoruz. Dil olarak Arapça, farsça, Fransızcanın yanı sıra, felsefe, sosyoloji, edebiyat, kelam, fıkıh derslerine de okutacak kadar meseleye hâkim olduğunu görüyoruz. Kendi tabiriyle "bir mevzuya başladı mı dibine darı ekmeden bırakmayan" bir adam.
Bir Osmanlı münevveri olan Celal Hoca'nın renkli kişiliğinin yanı sıra asabi bir kişilikte olduğundan bahsediyor yakınında bulunanlar.
Okuma aşkının yanı sıra bu fani dünyadaki tek zevkinin enfiye tiryakiliği olduğunu söylüyor latifçe. Bunu da çok görmeyin der gibi… Kırk yaşına geldiğinde Atikali Camii imam ve hatibi Süleyman Sururi efendinin kızı Emine Mahmude Hanım ile evlenir. Ayşe Hümeyra Ökten, Fatma Züheyra Ökten ve Ömer Sadettin Ökten adlı üç çocukları dünyaya gelir. Aynı hassasiyet ve özeni çocuklarının hayatlarında da gösterir Celal Hoca. Hümeyra Hanım cumhuriyet tarihinin ilk başörtülü doktoru olur. Züheyra hanım kimya bölümünden mezun olur. Oğul Sadettin Ökten ise İstanbul teknik üniversitesi mimarlık fakültesinden mezundur. Evlatları ve yetiştirdiği öğrencileri dışında yazılı eser bırakmaya ömrü vefa etmemiştir hoca efendinin.
İmam hatip okullarının açılması için olağan üstü mesai harcayan Celal Hoca mevcut yönetimin çok direnmesine karşın1948 de önce 9 aylık imam hatip kursları, ardından okullarını açmaya muvaffak olur.
"Cumhuriyet kurulduktan sonra çeyrek asırdan fazla bir zaman geçince memlekette din adamları azaldı. Onların yerini bilgisiz, ehliyetsiz ve cahil kimseler doldurdu. Bu durum karşısında halk da münevverler de haklı olarak onlardan şikâyet etmeye başladı. Bunun üzerine müftülüklere başvurarak "imamımız çok cahil Kur'an-ı bile doğru düzgün okuyamıyor, namazlarımız olmuyor " diye bir sürü şikâyet gelmeye başladı. Müftülerde sorumluluğu devlete yükleyerek "ne yapalım yetişmiş elemanımız yok, sakalardan imam, mahalle bekçilerinden müezzin tayin ediyoruz" dedi. Cenaze kıldıracak hoca kalmayınca imam hatip kursları ve okulları bu zaruretten dolayı açıldı"
İmam hatip okulları açıldıktan sonra Celal Hoca bir müddet müdür olarak görev yaptı. Gurbetten gelen öğrencilerin her türlü ihtiyaçlarıyla birebir ilgilendiği gibi morallerini de yüksek tutmaya çabalıyordu. "Okulun umumi temizliği ve ayak işleri için hademe ve odacılar lazım, maariften tahsisat yok. Mektebin temizliği yapılmazsa 280 öğrenci ve onlarca öğretmenin kullandığı helâ ve musluklar pek tabi pislenecek. Talebeler gözümüzün nuru, dinimizin yarın ki hadimleri. Onların izzeti nefislerini kıramam haysiyet duygularını zedeleyemem. Çünkü talebelerime bu yaşta böyle bir iş yaptırırsam cemiyete ve insanlığa kırgın yetişmelerine sebep olurum bunu yapamam" diyerek günlerce temizliği kendisi yapmıştır.
Tükenmek bilmez çabalarının ardından ilerlemiş yaşına rağmen Yüksek İslam Enstitüsünün kurulmasına da vesile olmuş ve artık iyice yorulmuştur Celal Hoca. Gönlünde başka bir ateş yanmaktadır. Hacca gitmek ve orada kalmak arzusundadır.
Birkaç sefer hacca gider ve en son kızı Hümeyra hanımla gider bir müddet orada kalır. Gördüğü bir rüya üzerine geri döner.21 Kasım 1961 tarihinde hiç âdeti değilken, ertesi günü derse bekleyen öğrencilerine verdiği randevuya gidemez. Ani bir kalp kriziyle ahirete intikal eder.
Celal Hoca'nın yetiştirdiği öğrencilerden olan Emin Işık hocasını toprağa verirken şaşkınlık içinde aklından şöyle geçirmiş: "Ya Rabbi; bu beyin toprak mı olacak şimdi, gerçekten de zamanın Ebussuud Efendisi gibi bir adam. Kelam, felsefe, Kur'an, Arapça, tefsir, dil… her alanda derya gibi mütebahhir bir hoca. Yazmadı, düşünceleri şimdi kendisiyle beraber toprağa gömülüyor. Geride bir takım defterlerde tuttuğu notlar var sadece."
"Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir" kavlini hatırlatıyor…
Sadaka-i cariyesi olan yetiştirdiği öğrencileri ve bir nesil onu hayırla yâd etmeye devam edecek…
Bir neslin öncüsü Celal Hoca
Hüseyin Yorulmaz
Hat yayınları / hatırat
396 sayfa
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 04.01.2012 13:06 - Güncelleme Tarihi: 03.12.2021 13:34