Bir Varlık Savaşı: Kör Baykuş

Ölüm... Daima varlığı bilinen ama hiç gerçekleşmeyecek gibi yaşanan olgu. Ölüm... Hem ürkütücü hem ferahlatıcı kapı. Kaçınılmaz gerçek...
Delpierre'ye göre tek bir korku vardır o da ölümdür. Jung'a göre ise bu korkusunun temelini yaşama korkusu oluşturur. Bunun nedenini de bireyin yaşama bağlanıp psiko-sosyal bir uyum sağlayamamasına bağlar. Nihayetinde karşı konulamaz tek gerçek ölümdür. Şüphesiz edebiyatta da yeri büyüktür.
Ölümün ön planda tutulduğu, Sadık Hidayet'in Kör Baykuş isimli kitabından bahsetmek istiyorum. Kör Baykuş, çok sayıda eseri olan yazarın tek romanı ve başyapıtıdır. Diğer eserleri hiçbir zaman bunun önüne geçememiştir. Sadık Hidayet, Paris'te yazmaya başladığı eseri ilk olarak Bombay'da, el yazısıyla 50 kopya ile yayımlamıştır. Ve yazar, eserinin kendi ülkesinde yasaklı olacağından o kadar emindir ki kitabın kapağında yazarın İran'da satışının yasak olduğuna dair bir notu vardır. 1937 yılında çıkan roman artık günümüzde yasak değildir. İran edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Post modern bir yapıttır ve Sadık Hidayet, İran edebiyatına modernist teknikleri getiren ilk kişi olarak bilinir. Kör Baykuş'u dilimize ilk çeviren Behçet Necatigil'dir. Necatigil, Hidayet'in yakın arkadaşı olan Bozorg Alevi tarafından Almancaya çevrilen eser üzerinden Türkçe çevirisini yapmıştır. Günümüzde çok sayıda farklı çevirisi mevcuttur. Çevirmen Ari Çokana kurgu çevirileri için "edebiyat eserlerinde anlatılanın nasıl anlatıldığı biraz daha öne çıkar. Çevirinin doğru yapılması yetmez, benzer estetik değerlere sahip olması, okurda kaynak metnin doğurduğu duyguları uyandırabilmesi beklenir." der. Bu çerçeveden de bakıca birçok eserin aracı dilden yansıyanı aktardığını göz önünde bulundurarak, asıl metinden çeviri yapan Okan Alay'ın çalışmasının çok daha titiz olduğunu söylemek istiyorum. Romandan bahsetmeden önce Okan Alay'ın, Kör Baykuşa Başlarken... başlığı altında yer verdiği "Dünya edebiyatında haklı bir üne sahip olan bu başyapıt, salt İran'ın, çağdaş Farsça edebiyatının değil, çağdaş dünya edebiyatının da önemli yapıtları arasında yer alır." (s. 10) sözlerinin dikkate değer olduğunu da belirtmek gerekir.
Evet, Kör Baykuş'un sayfalarında ölümün soğuk yüzü daima hissediliyor. Ölümün korkusu ve isteği aynı yoğunlukla işlenmiş. Merak duygusunun tetikleyici gücünün de hissedildiği bu olgu üzerine çokça düşünüldüğü aşikâr. Yazarın bu dünyadaki sonu da düşünüldüğün de eserin yarı otobiyografik olduğu fikri daha çok anlamlanıyor. Başka çıkar yol bulamayarak intihar eden Sadık Hidayet'in tüm kurguda yer alan ölüm ile yaşam arasındaki git gelleri, kendi savaşının yansıması olarak yazma ihtimali hiç de uzak gözükmüyor.
Eserin çarpıcı bir girişi var. "Öyle yaralar vardır ki hayatta, ruhu cüzam gibi yalnızlıkta yavaşça yiyip bitirirler. Kimseye anlatılmaz bunlar;" (s. 13) sözleriyle başlıyor ve sanki okurunu, güç bir anlatımın içine sürüklediğinin mesajını en başında veriyor yazar. Evet, Kör Baykuş okuması güç ancak öylesine derin bir eser ki defalarca okunulacak, her okuduğunda farklı bakış açısı katacak, yeni noktalar keşfettirecek, güçlü ve büyülü bir yapıya sahip.
Yakın arkadaşı, Sadık Hidayet'in afyona olan düşkünlüğünden bahseder ve ümitsizlikle dolu olduğunu söyleyerek hayatını yavaş yavaş ölüme teslim etme arzusunu anlatır. Kurgu bir romandan bahsediyoruz ancak bu noktada eserin yarı biyografik olduğunun düşünüldüğünü de belirtmek gerekir. Eserde ölüm ve afyon kelimelerini sıkça duysak da Hidayet'in Kör Baykuş'u yazarken yine Bozorg Alevi'den öğrendiğimiz kadarıyla en az afyon aldığı zamanlar olduğunun altını da özellikle çizmek gerekir. Zira okurken ayık bir kafayla yazılmış olduğunu düşünmekte zorlanabilirsiniz. Yalnız bir maddenin etkisi altında yazılamayacak kadar da zeki bir kurgu olduğu aşikârdır. Bu açıdan hissedilebilecek çelişki için şahsi fikrim bunalımlı hayatı olan yazarın gündüz düşü gördüğü ve bunu romanlaştırdığı yönündedir. Esasen yoğun gündüz düşleri de zekânın üstün belirtisi değil midir?
Kör Baykuş da altı çizilecek oldukça fazla cümle bulacaksınız. Her biri altına paragraflar dizilebilecek derinliklere sahip.
"Tek korkum henüz kendimi tanımamışken yarın bir gün ansızın ölüvermek!" (s. 14)
Eserde ilk dikkat çekenin ölüm teması olduğundan bahsettim ancak öne çıkan tabii ki sadece bu değil. Din, gölge, hayal, gerçeklik gibi pek çok konu aynı zamanda kültür kâşifi olan yazarın bu zenginliğiyle de beslenerek sürrealizm yansımasıyla kaleme alınmış. Özünde dönemin sistem eleştirisini barındırıyor. Deist olan Sadık Hidayet'in, Kör Baykuş isimli romanında din olgusu kendi görüşüyle örtüşüyor. Yazar, Allah'ı reddetmiyor ancak ritüelleri kabul etmiyor. Ona göre bir tanrı var ve ona ulaşmak bireysellikle ilgili.
"Gerçi daha önce sağlığım yerindeyken birkaç kez, mecburen, camiye gittim ve kalbimin diğer insanlarınkiyle uyumlu olması için çalıştım, ama gözlerim duvarlardaki çinilere, nakış ve desenlere takılıp kaldı....ben Tanrı'yla, o yüce kudret sahibiyle konuşmaktansa, tanıdığım biriyle, dostumla konuşmaktan daha çok hoşlanıyordum. Çünkü Tanrı benden çok üstündü." (s. 71)
Gölge ise en önemli noktalarından biri. Çünkü yazar daha en başta sadece gölgesi için yazdığını belirtiyor. Anlatıcı-yazar duvara yansıyan gölgesinden bahsederek "Kendimi ona tanıtmalıyım" diyor. Eser ismini de bu yansımadan alıyor. Yazar gölgesini bir baykuşa benzetiyor. Üstelik bu kör bir baykuş. Nesneleri üç boyutlu gördüklerini bildiğimiz baykuşun kör olması oldukça manidar değil mi? Bu baykuş yazarın kendisi ise ki öyle olduğunu net hissettiriyor, yalnızlığa mahkûm olup kısır bir döngüde körleştiğini mi ima etmek istiyor? Yoksa herkesin bakar kör olduğunu mu? Yoksa kötülüğün, uğursuzluğun ve ölümün sembolü olan baykuş ile tüm bunları görmek istemeyen insanlık mı tasvir edilmek istenmiş? Tüm kitapta içeriğinde olduğu gibi bu mesele de birçok yoruma müsait. Öylesine iç içe geçmiş bir kurgu ki birçok disiplinin uzmanlarının bir araya gelerek incelemesini gerçekten isterdim. Bu oldukça doyurucu ve keyifli olurdu şüphesiz.
Gölge meselesine tekrar gelecek olursak eser bazında üzerinde en fazla durulması gereken nokta belki de burasıdır. Sadık Hidayet, 90 sayfalık eserinde yaklaşık 40 yerde gölgeye değinmiş. Belki de üzerinde düşünülmesi gerektiğinin altını çizmek istemiş. Tabii ki ilk akla gelen Jung'un gölge arketipi oluyor. Carl Gustav Jung, arketipini bireyin karanlık yanı olarak tanımlar. İdeal benlik algımıza uymayan, bastırdığımız duygu, düşünce ve davranışlardan oluşur. O halde Kör Baykuş da anlatıcı – yazarın, gölgesine kendini tanıtma arzusunu, kendi karanlık yanlarının farkına vararak çevresindeki olumsuzluklara rağmen iyi olduğunu ispat etme isteği olarak da yorumlayabilir miyiz? Gölge bilinç dışının derinlikleridir ve onu fark eden yazar belki de kendinden ürkmüştür. Zira kitap içinde kendiyle savaşına ve nihayetinde yenilerek işlediği cinayete tanık oluyoruz. Bireysel bir hesaplaşma söz konusu.
"Sanki bütün hayatım soğuk bir yerde ve sonsuz bir karanlıkta geçmişti. Ne var ki içimde beni mum gibi eriten bir ateş var daima." (s. 44)
Anlatıcı-yazar için ölüm bir çıkış noktasıdır. Kadın ile ölümü eşleştiriyor olması, kitabın başında tasvir edilen ölü bir kadın ve onu parçalayışı, sonunda ise kendi karısını öldürüşü, zihninin daima yaşamın sonu fikriyle meşgul olması ve daima bir bütünleşme arzusu ile kıvranması dikkat çeken noktalardır. Bütünleşme ruhsal anlamda her zaman dönüşüm ile birliktedir. Ölümü arzulayan karakter bütünleşmek istediği kişileri nihai sona yollamıştır. Her okumada bambaşka sonuçlara ulaşabileceğimizi daha önce de söylemiştim. Bir başka bakış açısıyla da kadın imgesini dünyanın güzellikleri olarak algılayabilir ve anlatıcının güzellikleri öldürüp kötülüğün galibiyetini göstermek istediğini anlayabiliriz. Daha da derin düşündüğümüzde ise kitaptaki tüm karakterler aslında tek bir kişidir ve onun gölge yanlarını tanıyor olabilir miyiz? Her biri kendi iç dünyasının yansımasıdır ve her halini bir karaktere yükleyip gölge gibi silikleşerek gerçek benliğini arıyor da diyebiliriz. Kör Baykuş için birçok tespit yapılabilir ancak kesin olarak budur gibi bir netlik vermek çok zor. Belki de sadece kesin olan şudur ki eserde varlık savaşı söz konusudur. Kör Baykuş da Modernizm ile gelenekselliğin arasında sıkışmış bir ruhun sancıları var.
Kör Baykuş'u benzersiz eser yapan nedenlerden birisi de eserde bir olay akışı olmayışıdır. Sürekli tekrarlar mevcut. Leitmotivelerin dışında zaman ve mekân üzerinden betimlemelerin tekrarı aslında yaşamın kısır bir döngüde tekrar ettiği mesajını veriyor. Birbirinden alakasız ancak birbirinin yansıması mekânlara bütününde bakınca ölümü arzularken içten içe de ölüm korkusunun yaşandığını ve tutunacak bir güzelliğe muhtaç olarak esasen o güzelliğin arayışını hissettiriyor.
Sonuç olarak Kör Baykuş'un tekrar tekrar okunası bir eser olduğunu yinelerken üzerinde uzun mesailer harcanmaya değer olduğunu söyleyebilirim. Çok şey anlarken hiçbir şey anlayamaya da bilirsiniz. Bir labirentin içine düşmüş hissiyle büyülenebilirsiniz. Okan Alay çevirisini tekrar tavsiye ederek keyifli okumalar dilerim.
Sadık Hidayet
Kör Baykuş
Çeviren: Okan Alay
Kırmızı Kedi Yayınevi
99 Sayfa
Yazar: Merve YURTSEVER - Yayın Tarihi: 17.02.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 31.01.2025 11:11
Oldukça bilgilendirici ve doyurucu bir kitap tanıtım yazısı olmuş. Kitabı okumuş olmama rağmen tekrar okuyayım geldi. Teşekkür ederim .