Bozkırın Sırrı - Ahmet Turgut

Meryem Betül Altuntaş, kitaphaber okurları için kaleme aldı.
"Üç bin yıl önce, Bozkırdaki yarı-göçerler 'Türk' adıyla henüz bilinmezken doğdular. Erkek: Çadırı tutan ana direk olması için Öktem diye çağrıldı. Yüz yirmi dört bin peygamberden biriydi o. İkizi: müjdelenen yoldaşın eşi ve sırrın anasıydı. Tarihçiler onu Aşena diye andı... " (arka kapak)
Sahaflar çarşısında ilk bakışmamızda adı ile merakımı celbetmişti ilkin. Hem çok satan kitaplara karşı bir ön yargının etkisi hem de türk lafzının aklıma düşürdüğü ırkçılık olabileceği hissi ile gayet mütereddid bir halde kitabı aldım. Amacının dikkat çekmek mi, farklı bir konuyla ortaya atılmak mı, yoksa Mevlana kitapları gibi dindarlık üstünden geçinmek mi olduğu şüphelerini duyduğumu da itiraf etmeliyim. Eh, bakalım neyin nesiymiş diyerek okumaya koyuldum. Fakat okudukça kurgusunda kof bir iddia olmaması, karakterleri ayetlerden temellere oturtması takdir ettirdi. Gerçekten çok iyi! Türk edebiyatına zannediyorum ki ilk defa misafir oluyormuş türk bir peygamber konusu.
1975 Malatya doğumlu olan Ahmet Turgut, inşaat mühendisliği mezunu. Uluslararası inşaat projelerinde çalışmış. 2005'ten itibaren "Ekmek teknesi, Ayrılık, Kurtlar vadisi" gibi dizilerin hikaye ve araştırmalarını yapmış. Ve halen "Kurtlar vadisi pusu" dizisinin yayın grubundaymış. 'Aşkın Şehidi' kitabının da yazarı olan Ahmet Turgut, bu kitabın öncesinde 2 yıl boyunca ön-türkçe, atçılık, sanat tarihi, askeri tarihçilik, dinler tarihi araştırmaları yapmış. Sağlam adımlarla ilerleyen yazarın eleştiri alan tek yanı: Kurtlar vadisi dizisinde bir sahnede Polat Alemdar'ın elinde bu kitapla görülmüş olması olmuş. Reklam yüzünden yok satanlara girdiği iddiası biraz iticilik katıyor olsa da, Öktem karakterini temalandırdığı ayetler sayesinde hem kitap boyunca ayetler arası ufak bir gezintiye neden oluyor, hem de beyinde bir peygamber portresi yanı sıra güzel ahlak çizelgesi yansıyor. Bunlar güzel şeyler diye düşünüyorum.
Kırgızistan ile Kazakistan arasında bulunan Issık Göl yakınlarındaki Aladağ'da buluyorsunuz kendinizi. Bozkırdaki rutini bozabilen bir toy düğün ile başlıyor hikaye. Gülce'nin düğünü bu. Kamların ayini oluyor önce. Sonra babası son kez sesleniyor Gülce'ye. "Boyuna geldin, yaşına girdin ama boynumu bükmedin." Sonra da damadına hoş bir şiirle:
"Onunkini de kendi canın, aşınızı işin belle. Derdini ne ellere de ne de nazlımıza sert eyle!"
Ardından babasının düzdüğü çadıra gitmek üzere atına atlıyor Gülce. Yuvayı dişi kuş kurar sözü buradan kalmış. Atının terkisinde bulunan küpün kulpunu kırıyor önce. Uzatıyor kaynanasına, o da oğlu Begrek'e. Begrek bal koyup iade ediyor küpü. Gülce küpü 3 kez başının üzerinde döndürüyor ve yere fırlatıyor. Sızan bala parmaklarını çalan Gülce her gelinin tekrarladığı sözleri tekrarlıyor heyecanla: "Ata ocağından getirdiklerimin hepsi yitti de, erimin verdikleri kaldı sadece. Nasibim onun bu yuvaya getireceklerinde.. Teze yuvam bana bal şerbet olsun."
Gelenekler usulünce işlene dursun, tanımadığı bir göz delici bakışlarıyla izliyor Gülce'yi. Gülce çadıra girdiğinde de o adam var. Bir ihtiyar! Bir elma uzatıyor Gülce'ye ve " Korkma sana verilenle yücelmen gerek." diyor, gidiyor. Begrek aniden çadıra girdiğinde, Gülce elmayı saklayacak bir zaman bulamıyor ve eşine sarılırken elma yere düşüyor. Begrek hiç bir sual sormadan elmayı ikiye bölüp yemeye başlıyor. Aylar sonra obasını ziyarete gelen Gülce geri dönüş yolunda rahatsızlanıyor. Ebe getirmeye giden Begrek dönmeden, onu bıraktığı mağarada doğum yapıyor. İkizlerin doğumun ardından gene o ihtiyar gözüküyor. " Korkma, tanrı şu masumları her türlü beladan koruyacak olandır." diyor. Bu sözler üzerine Gülce; Seni bildim ihtiyar, sen Erdenay'sın. Sen osun." diyor. Gülce ile birlikte siz de öğreniyorsunuz Erdenay'ın 'Cebrail' demek olduğunu..
Bereket versin, Begrek Gülce'nin son anına yetişiyor. Gülce, o esnada mağarada doğan kırtayın oğlu Öktem'in yoldaşı olmasını ve kızı Aşena'nın ise yoldaşını beklemesi isteğini tutsuk edip, son nefesini veriyor. Ve Öktem peygamber daha doğumunda öksüz kalıyor.
Çeşitli yönleriyle birçok peygambere benziyor Öktem. Babasının sonradan çocuklarına baksın diye evlendiği Umay'ın gözetiminde büyüyor. Koca inal'dan otacılık dersi alıyor. Her peygamber gibi kendi kazandığını yiyor. Yine, oba halkından zalim Tigin'e karşı gelen bir tek Öktem oluyor. Tahsildarın öldürülmesinden çoban Bazgan sorumlu tutulurken Öktem'e mağarada, hem de kendi doğduğu mağarada vahiy geliyor. " Masum ateşin kenarındadır. Zalim ise boynundan kan sızandır. " Bunun üzerine hızla obaya dönen Öktem, Umay'dan olan kardeşleri Aybars ile Gürhan'ın gömleklerini yırtıyor. Gürhan'ın boynundan ince bir kan sızıyor. İlk görevi hakikati ortaya çıkarmak olan Öktem peygamber, zor günler ve zor imtihanlar yaşıyor. Önce kardeşi Gürhan, ardından babası Begrek'i kaybediyor. Bu acılara dayanamayan Gülçiçek düşük yapıyor. Lut peygamber gibi, karısından tasdik görmüyor ilkin. Halk mucize isteyince 'bozkırın sırrı' zuhur ediyor. Bozkırın sırrı: kılıçtır. Her peygamber o zamanın en meşhuru ne ise onun üzerinden mucize gösterirdi. Öktem'in getirdiği 4 kılıç ise o zamandaki en mahir ustanın bile yapamayacağı kalite ve yücelikte idi. Yazar bu dört kılıç hakkında çok farklı iddialarda bulunuyor. Zira inen kılıçların sapları ayrı ayrı renk. Kızıl saplı kılıç Öktem'in, gök rengi kılıç Bazgan'ın, kara saplı kılıç Aybars'ın ve beyaz olanı da Temir'in. Bu renklerin anlamlarını şöyle açıklıyor. Kara - kuzey, kızıl - güney, ak - batı, gök - doğu. Denizlerin isimlerini de buna bağlıyor. Akdeniz vs. İstanbul'u fethinde Fatih Sultan Mehmed'in çadırına kızıl bir küre taktığını da hatırlatmayı ihmal etmiyor.
Aşena'nın Tigin'le imtihanı, Temir'in sırrın emanetçisi olması ve zalim Tigin'in kızlarının imanıyla olaylar zinciri sürüyor. Kitabın kurgusu gerçekten iyi. Bir senaristin elinden çıktığı belli, kopukluk yok. 438 sayfa boyunca heyecan aynı tazelikte. En azından benim için öyle oldu. İbrahim suresi ayet 4'u referans alan yazar, esmaül hüsnadan da isimlerle süslemiş. Ve kitapta konusu geçen Tigin'in Öktem tarafından toprağa gömülen altın elbisesi hakkında ilginç bir kaynak vererek bitirmiş.
"3000 yıl toprak altında kaldıktan sonra, 1970 yılında Kazakistan'ın adı ne hikmetse Alma-Ata olan şehrinde yol inşaatı kazısı esnasında bu altın elbise bulunuverdi. Halen Alma-Ata Devlet Müzesinde geçmişten ibret almak isteyen ziyaretçileri beklemekte..."
Hoş bir betikti, tavsiye ederim.
İyi okumalar!
Bozkırın Sırrı
Ahmet Turgut
Profil Yayınları
438 sayfa
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 20.02.2012 02:24 - Güncelleme Tarihi: 03.12.2021 11:59