Bu Böyledir Eserine Genç Bakış
Sema KORU* yazdı…
Mustafa Kutlu, bugün hikâye tarzıyla bir ekol olmuştur. Baştan beri sürdürdüğü hikâye üslubunu son hikâye kitabına kadar sürdürmekte, her hikâyede insana, insana dair meseleleri odak noktasına yerleştirerek, bir anlatıcı gibi, insana insanı anlatır. Biz bu yazıda Bu Böyledir adlı eseri üzerinde duracağız. Bu Böyledir'de karakterlerin, mekânların ve anlatılan olaylar üzerinden kısa değerlendirmelerde bulunacağız.
Bu böyledir adlı eseri okumaya başlamadan kitabın kapağı dikkatimizi çekiyor. Hat ile 'hiç' yazılmış. Hiçlik tasavvufta önemli bir mertebedir. Bu mertebeye ulaşabilmek için dünyevi zevklerden feragat etmek, nefsin arzularını yerine getirmemek, çile ve riyazetle meşgul olmak, en başta da sevgi dolu olmak gerekir. Tasavvufun temeli sevgidir.
İçerik
Kitabın içeriğine gelince, hikâye lunaparkta başlıyor. Süleyman, eşi Zinnure ve kızı Fatma ile birlikte lunaparka gelmişler. Süleyman sürekli bir tavşanı vurma çabası içerisinde. Tavşan aslında burada sadece bir metafor. Tavşan, Süleyman'ın gerçekleştiremediği hayalleri, kalbinde sakladığı arzular, söylemek isteyip söyleyemediği, yaşamak isteyip yaşayamadığı, mutlu olmak isteyip olamadığı, bir türlü ulaşamadığı şeylerdir. Kitap ara ara Süleyman'ın geçmişine dönüp bize hayatından kesitler sunuyor. Süleyman'ın kitapta pek üzerinde duyulmayan dul bir annesi var. Annesi Süleyman'ı bir şeyler öğrensin, Yorgancı Hafız Efendi onu yetiştirtirsin diye yanına veriyor. Hafız Efendi ona: "Bak, diyorum Süleyman: hafızlık geçim yolu değil. Para ile Kur'ân-ı Kerim okunmaz. Bunu kulağına küpe et. Kur'ân-ı Kerim'i okudukça o senin gören gözün, duyan kulağın olur unutma." diyor. Günümüzde Kur'ân-ı Kerim okuyarak ve din üzerinden pirim yaparak para kazanmaya çalışan, insanları aldatan o kadar çok insan var ki. Kitapta da buna değinilmesi güzel olmuş. Kur'ân-ı Kerim okumanın güzelliklerini anlatıyor Hafız Efendi. "Dağa taşa bakarsın, şu gördüğün çiçeklere, sokaktan geçen adamlara, her şeye, her şeye. Bu çiçek neler söylüyor, bu adam nereye gidiyor, bu taşı niçin buraya koymuşlar, hep anlarsın. Geceyle gündüz, uyku ile uyanıklık, hayatla ölüm birleşir. Dünyada niçin varsın, anlarsın. Okudukça açılırsın. Açılırsın ne demek? Ayakbağı olan şeylerden kurtulursun bir, bir. Gittikçe hafiflersin. Hafiflersin ne demek? Bir sana ağır bir söz söyler, biri sana ağır bir yük yükler, biri seni över ve göklere çıkarır, biri sana mani olmak ister, biri seni çekip götürmeye çalışır, biri önüne engeller yağar, bir başkası para yığar, biri der ki aç kalırsın, biri der ki yapamazsın, bir der ki olmaz, imkânsız. Bütün bunları aşarsın anlıyor musun?" diyor. İlerleyen sayfalarda Kur'ân-ı Kerim okumayı cehdetmek olarak adlandırıyor. Çünkü anlayarak, riyasız, kalpten okursak; kendimizle, etrafınızdakilerle, nefsimizle, cahillikle savaşırız.
Hafız Efendi'nin çiçekleri bile konuşuyor. Öfkeli bir karanfil: "Ezan oku, ciğerini parçala, gözlerinden kan akıt, sesini değil kendini havaya savur." diyor. Hafız Efendi'nin çiçekleri bile her şeyin tüketildiği bu sisteme karşı çıkıyor. Bu kapitalist sistemde üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkeme artık su bile yetmiyor.
Her şeyi daha fazla üretip daha fazla tüketirken ibadetlerin gittikçe azaldığından bahsediyor kitap. Dünya işlerine dalıp daha fazlasını isterken Allah'ı unutuyoruz. Süleyman'ın dayısı Rafet Efendi, annesini ikna edip Süleyman'ı Yorgancı Hafız Efendi'nin yanından alıyor, kendisine çırak yapıyor. "Hafızlığı da arada tamamlayıversin." diyor. Bir ara yaparız dediğimiz şeyler zamanda kaybolup gidiyor. Dünya telaşımızı hep Allah'tan önde tutuyoruz. Oysa 'Seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben.' diyebilmek ne güzel. Ama diyemiyoruz. Rafet Efendi aslında dinine bağlı bir insanken mal hırsı onu dininden uzaklaştırıyor. İbadetlerine fesat karışıyor. Bence Rafet Efendi aslında bizi temsil ediyor. İhlaslı iki rekât namaz kılamıyoruz, namazdayken bile aklımızdan bin bir düşünce geçiyor. Zekât verirken kötüsünü, işimize yaramayanı veriyoruz. Biz böyle yaptıkça sahip olduklarımız daha da azalı-yor. Biz elimizdekinin en iyisini verirsek zaten Allah bize kat be kat fazlasını veriyor. Ama biz yetinmediğimiz ve vermediğimiz için bereketini de kaybediyoruz her şeyin. Biz de en sonunda Rafet Efendi gibi kazandıklarımızın keyfini süremeden, bir armudu bile yiyemeden öleceğiz belki de.
Rafet Efendi oğlunu okuldan alıp çalıştırmayı düşünüyor ki kendince haklı da. Bu ekonomik şartlarda, eğitime önem verilmeyen bu dönemde oğlunun okuması yerine çalışması daha makul geliyor ona. Süleyman'ın da öyle. Süleyman okuyor ama bir türlü felsefeden geçemiyor. Süleyman'ı 2 yıl felsefeden bırakıyor Şinasi Bey. Ruhsal bir bunalımda olduğu için Süleyman'ın durumunu bilmesine rağmen onu dersten farkında olmadan bırakıyor. (Kitapta emin olmayarak sarhoşken bıraktığını kendisi söylüyor.) Hep sarhoş. Eşi ve çocukları var ama ayrı yaşıyorlar. Eşi onu ilgilenmemekle suçluyor fakat Şinasi Bey'in istediği tek şey anlaşılmak. Kendisine "Şinasi Bey, sanki burada değil de başka bir mekânda yaşıyorsunuz." diyen, kendisindeki başkalığı fark eden kadına gönlünü kaptırıyor. Şinasi Bey, "İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de." diyen George Orwell'ı haklı çıkarıyor.
Süleyman daha sonra felsefeden geçip diplomasını alıyor. Bankaya girip maaşı olunca da bu duruma herkes seviniyor. Süleyman'a hediyeler veriliyor. "Güç dediğin nedir ki?" diye soruyor Süleyman. Bu soruyu bi yerlerde daha sormuştu. Arkadaşlarıyla sohbet ederken iyimserliğin, saflığın, kahkahanın birbirlerine bulaştığı zaman. Güç dediğin paradır, diyor çağ. Süleyman'ın artık kısmen de olsa gücü olduğu için Zinnure'yle evleniyorlar. Lakin Zinnure Süleyman ne yaparsa yapsın hiçbir şeyden memnun olmuyor.
Lunapark Metaforu
Kitapta lunaparktan kasıt aslında dünya. "Yavaşlayacak, duracak. Binenler inecekler. Bu defa başkaları binecek." diyerek hayatın döngüsünü anlatıyor. Hayat lunaparka benzetiliyor. Allah (cc) da En'âm Suresi 32. Âyette "Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" buyuruyor.
Son bölümde Süleyman ve eşi Zinnure çektikleri piyangodan çıkan fırınlarıyla çıkışı arıyorlar ama bulamıyorlar. Fırın aslında onlar için yükü temsil ediyor. Yerine getirilmesi gereken görevleri, sorumlulukları büyük bir davul fırın gibi onlar için. Bu yükle çıkışı bulmak daha da zorlaşıyor, birilerine soruyorlar fakat kimse onları çıkışa ulaştıramıyor. Derken yanlışlıkla bir topluluğun içine karışıp başka gösteriler seyrediyorlar. Lunaparktan kasıt dünya olduğu için biz de ne kadar dünyevi zevklerimizden uzaklaşıp Allah'a yakınlaşmak istesek de kendimizi arkadaşlarımızın yahut hiç tanımadığımız bir topluluğun etkisiyle kendimizi nefsani arzuların karşılandığı bir yerde buluveriyoruz. Biz bu sistemden kaçıp gitmek istesek de hayat şartlarımız buna izin vermiyor.
Kitaptaki betimlemeler yeterince hoş. Su ve karanfil çok güzel betimleniyor. Akıcı bir dil ile hikayeler sunulmuş. Bir Kutlu klasiği olarak insana kendini sorgulatan sorular soruyor. Zıtlıklardan faydalanılıyor. Kapımızın önündeki, ayağımızın dibindeki güzelliklerin kıymetini bilemediğimizden, ulaşabildiğimiz şeylerin bizim için önem arz etmediğinden…
Kitapta yazım, noktalama hataları bulunuyor. Şinasi Bey için kullanılan "Kırkından sonra saz çalmaya kalktı." İfadesi, Rafet Efendi'nin karısına köroğlu diye hitap etmesi -sanırım Erzurum taraflarında bu hitap şekli yaygınmış- karısına bu yaştan sonra lunaparka gidiyor diye laf etmesi ve "karı aklı" gibi sözlerle kadını küçültücü ithamlarda bulunması kitabın hoşuma gitmeyen kısımlarıydı.
Bir de kitapta bahsedilen zaman kavramı var ilgimi çeken. Saat hep 11'e geliyor gözüküyor ama hiç 11'e gelmiyor. Bazı inanışlara göre 11 sayısı manevi açıdan en güçlü ve en önemli sayılar arasında yer alır. Özgürlüğü, değişimi, uyumu ve yeniden başlangıcı temsil eder. Saatin hiç 11'e gelmemesi yeniden başlangıcın bir türlü olamadığı ve şu an ki koşullarda belki de hiç olamayacağı içindir. Veya belki de bu böyle değildir. Hayat şartlarını öne sürüp kendimizi tamamıyla geri plana atıp bahanelerle yaşamayı tercih edemeyiz. İnanıp gerektiği gibi yaşarsak yeniden başlangıç yapmak neden mümkün olmasın?
Bu Böyledir
Mustafa Kutlu
Dergâh Yayınları
90 sayfa
İstanbul
*11. sınıf öğrencisi
Necip Fazıl Kısakürek Anadolu Lisesi
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 05.07.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 04.07.2023 11:28