Camekânlaşma Ya da Bir Toplumun Podyuma Çıkması
Nur Sena Akın yazdı...
Vitrinde Yaşamak, 1980li yılların Türkiye'sinde sahne olmuş sosyo-kültürel, ekonomik ve politik anlamdaki dönemin baskın eğilimlerini, hâkim paradigmalarını, kültürel bağlamda yaşanan değişimleri farklı bir bakış açısıyla ele almıştır. Küreselleşen dünyada, kapitalist döngünün getirmiş olduğu hız, haz ve tüketim odaklı yaşam biçiminin insanî değerleri değiştirip dönüştürmesi ve bu etkinin doğurduğu gösteriş toplumu ya da başka bir deyişle kendimizi vitrine sunma biçimimiz var olma çabamız ve vitrinde yaşama arzusuyla âdeta bir gösteriş toplumu inşa edilmesi gibi konulara eleştirel yaratıcı bir üslupla yaklaşılmıştır.
Eserin genel olarak sosyolojik tabanlı bir okuma edimi ve eleştirel-yaratıcı bir üslupla yazıldığı söylenebilir. Kitapta bulunan denemelerde Türkiye'nin 1980'lerde yaşadığı kültürel değişimi farklı açılardan aydınlatmak üzere kaleme alınmıştır. Özellikle 80lerde kentsel mekanların değişmesi, gösteri ve her şeyi seyirlik nesneye dönüştüren bir tüketim toplumunu konu alır.
80lerin ilk yarısında darbenin, baskının şiddetin ve yasakların dönemiyken ikinci yarısında ise görece özgürleşmenin yasaklamaktansa dönüştürmeyi, yok ekmektense içermeyi baskılamaktansa kışkırtmayı hedefleyen bir kültürel stratejinin var olmaya çalıştığı yıllardır. Ona göre 80'ler iki farklı iktidar projesinin, söz siyasetinin iki farklı kültür stratejisini sahnesi olduğunu bir dönemdir.
Türkiye, Batılı görünebilmek adına dışlamış olduğu öteki yani taşrayı kente taşımıştır. Modern olmak için bastırılan taşra, 1980'lerle birlikte geri dönmekte ve kentte varlığını hissettirmektedir. Taşra, kamu imkânlarını kullanmaya başlamıştır. 70'lerdeki arabesk yapı toplumun ezilmişliğinin adaletsizliğin sesi Orhan Gencebay'ın "batsın bu dünyası" iken bu karamsarlığın yerini 80'lerin başlarında İbrahim Tatlıses'in, büyük kente gelenin hayata tutunması özellikle de arabesk müzikle umudu özgürlüğü sembolize etmekteydi.
80'lerin ortalarına doğru kültürel yapıda değişimler meydana geldi. Daha sonraları kültür endüstrisi galip gelmiş alt kültürler vitrinleşmiş ve piyasada dolaşıma giren tüketim kültürünün öğeleri olmuşlardır. Mekanlarda dönüşümü uğramış metanın ziyaret edildiği AVM kültürü doğmuştur. 80'lerde daha çok etnik temellere dayalı geleneksel mahallenin yerini sınıfsal temellere dayalı mahallelerin alması şehrin bir çok bölgesi yoksullara terk edilmesi (gecekondulara) zenginler ise yoksulların görüntüsüyle bile karşılaşmayacakları yerlere şehir içindeki "özel "şehirlere sitelere çekilmişlerdir. Mekânsal ayrışmaları AVM ler birleştirmiştir. Artık alışveriş şehir hayatının parçası olmaktan çıkarılıp kendi başına bir amaç haline gelmiş bakılanla kurulan ilişki önemli ölçüde değişmiştir. İnsanlar saatlerce amaçsız vitrinleri seyreder hale gelmiştir. Günümüze baktığımızda insanın ne düşündüğü ne yaptığı ne ürettiği önemli olmamakla beraber nasıl göründüğü ve nasıl bir imaja sahip olduğu önemli kabul edilmektedir. Kendine inşa ettiği alan kendi vitrinidir. Kendini sunduğun var ettiğin yer taşra ve kent den ziyade artık günümüzde sosyal medya olduğunu görüyoruz. Mahremiyet kavramı zedelenmiştir. Önceden yatak odaları mahremdi şimdi kendin fotoğraf çekip kendi mahremiyetini sunuyorsun meta olarak sunulan artık bir yerde sensin. Mahremin gizemi çözülerek seyretmenin hazzı bir tüketim nesnesi gibi pazarlanmış olduğunu görüyoruz. Walter Benjamin'in "Cemekânlaşma" kavramından bahsederken "Cemekânda yaşamak en büyük devrimci erdemdir " der, yapmış olduğu çalışmada Yediğimiz yemeğe kadar paylaşmamızı kast etmiş olamaz. Kendi vitrinimize kendimizi hapsediyoruz. Gürbilek başka bir ifadesinde de Birçok şeyin gösterildiği için ve göründüğü kadarıyla var olduğu; sergilendiği için ve seyredildiği kadarıyla değer kazandığı bir toplumun ortaya çıktığını da ekler. Goffman'nın "Dramaturji" kavramında belirtmiş olduğu gibi de aslında sahnenin önü ve arkasındaki oyunları oynuyoruz. Sahnenin önünde başka bir gerçeklik ağı arkasında bambaşka gerçeklik alanına sahibiz. Derken günümüz enformasyon çağında ve içinde bulunduğumuz durumu özetlemiş bulunmaktadır.
George Simmel, kitle ulaşımın gelişmesiyle birlikte insanların ilk kez uzun süre hiç konuşmadan birbirlerine bakmak durumunda kaldıklarından söz eder "işitmeyen ama gören kişi görmeyen ama işiten kişiden çok daha tedirgindir. "Gözün kulağa üstünlüğü" der. Trenlerde ve metrolar da belki de her gün aynı kişilerle yolculuk ediyoruz fakat kimse kimseyle konuşmadan saatlerce vakit geçiriyor. Bedensel yakınlık ve mesafesizlik, zihinsel mesafeyi ilk kez gerçekten görünü kılar.
Denemelerde özel hayatın kamusallaşmasından da bahseder Gürbilek, "özel" ve "kamu" kavramlarının tarihsel gelişiminden kısaca söz ettikten sonra 80'lerde bu kavramların iç içe geçerek âdeta ayırt edici niteliklerini kaybettiklerini savunur. Mekânsız mekanların oluştuğundan bahseder. Bugün özel hayata fazlaca dokulunulduğundan, kamusal alanın kişisel alanı istila ettiğinden mahremiyetin kamusalın altında olduğuna dikkat eder. Önceden bir işi yapmak için orda bulunmak gerekirken şimdi "home ofisler"de yada işe gitmeden uzaktan halledebildiğinden kamunun da mekânsal değişimden etkilendiğini bahseder.
Vitrinde Yaşamak
Nurdan Gürbilek
Metis Yayınları
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 29.01.2020 09:00 - Güncelleme Tarihi: 24.10.2022 08:30