Castells’in Kent’ine Kısa Bir Bakış

Kent, kurgu ve ortaya çıkış itibariyle yoğun nüfusun olduğu ve farklı çelişkileri, gerginlikleri bir arada yaşayan makro yerleşim yerleri olarak organik bir biçim sergilemektedir. Gittikçe büyüyen bu mekânlar obezleşmiş ve içerisine dâhil ettiği unsurlar bakımından önüne geçilemez rahatsızlıkları doğurmuştur. Kentler gittikçe kalabalıklaşıp büyürken karşılaştığı gerilim ve çelişkiler direkt olarak insana yansımış, insan da mekânın etkisi dâhilinde bunu hayatına eklemlemiştir. Bu bakımdan, kentte ortaya çıkan her ne varsa insanda o ortaya çıkmıştır. Kentin sorunu, insanın sorunu olmuş, kentin rahatlığı insanın rahatlığı anlamına gelmiştir. Kent özelinde ve mekân genelinde insanlığın yaşadığı tecrübeler, insan mekân ilişkisi açısından büyük önem arz etmektedir. Kazanılan bu tecrübe ilk insandan bu güne birbirine eklemlenerek bu seviyeye erişmiştir. Yaşanan tecrübeler, mekânın daha yaşanılır bir hale gelmesi için kullanılması gerektiği halde bu süreç bir süre sonra yaşanmaz mekânların üretimine neden olmuştur. Çünkü eklemlenen tecrübî bilgi kimi zaman menfaat odakları, çıkar grupları, sınıf mücadelesi, ideolojik kaymalar, dinî ve ahlaki öğretilerden sıyrılmalar, yaşanan toplumsal ve siyasal krizler, ekonomi, gibi olgular yaşanılır mekânın belirtilen olgular dâhilinde dönüştürülmesine neden olmuştur. Her olgu, kendi doğruları kapsamında mekânı kurgulamış, mekânı bir değişim ve dönüşüm içerisine sokmuştur. Bu bakımdan mekân bazı zamanlarda ilerlemekten ziyade gerilemiş, içinden çıkılmaz bir hale bürünmüştür.
Mekân genelinde ve kent özelinde yapılan çalışmalar, yaşanan değişim ve dönüşümün irdelenmesine odaklanmıştır. Nerden geldiğimiz ve nereye eriştiğimiz arasındaki uzun serüvenin açıklanması tarihsel, ekonomik, siyasal, dinsel ve sosyolojiktir. Geldiğimiz süreç itibariyle büyük çelişkiler yaşadığımız postmodern çağda biz insanlar, gittikçe mekânsızlaşarak kendimize yeni bir dünya inşa etme süreci içerisine girdik. Bu sürecin okunması için çalışmalar yürüten sosyal bilimciler ve kent bilimciler mekânın değişim ve dönüşümüne odaklanırken insanların bu dönüşen mekândaki insanların tutum ve davranışları üzerine de yoğunlaşarak “kent insanı”nın yorumlanmasını sağlamıştır. Bu isimlerden biri de Manuel Castells’dir. Castells’in Kent, Sınıf ve İktidar adlı eseri 1970’lerden itibaren yazmaya başladığı ve konu itibariyle “kent” üzerine yoğunlaştığı makalelerini topladığı eser.
Kent Sorunları ve Kent Politikaları
Kent sorunları üzerine bu güne kadar birçok yaklaşım söz konusu olmuştur. Belirli bir gelenek haline dönüşmüş bu kuramlar, kenti birçok açıdan ele alarak, onun sorunları hakkında ayrıntılı malumatlar vermektedir. Bu durum, kentlerin geçmişi, şimdisi ve geleceği bakımından irdelenerek tarihsel süreç içerisinde bir bütün olarak ortaya konulmasını sağlamıştır. Castells’de bu bağlamda kent sorunlarına eğilerek, bu kentlerdeki sınıflaşma, sınıfların iktidar/muhalefet ekseninde kent yönetimini anlamaya ve anlatmaya çabalabamaktadır. Bu konuda belirli bir eleştirisellik bağlamında kentlerin durumunu ortaya koyar, Marksist kuramın kent sorunlarını ele alınışının yetersiz olduğunu vurgular (Castells, 2017, s. 28) bunun sebebi olarak da marksizmin kent sorunları bağlamında yeni kavramlara kapalı olmasını ve “yorumlama biçimleri gerektiren kentsel sorunların yeni yönleri göz ardı” etmesi olduğunu ifade eder.
Kent sorunlarını çözmek, insan sorunlarını çözmek olduğu için değişen ve dönüşen toplumları kent ekseninde ele almak bir nevi modern insanın çözümlemesi anlamına gelmektedir. Bu bakımdan bu alanda çalışmaların sürdürülebilir olması için “yeni araştırma hedefleri saptayabilir ve toplumların toplumsal değişim sürecinde ortaya çıkan kentsel çelişkilerin rolünü kavrayabilen sosyolojik düşünce biçiminin gelişiminde yeni aşamalara ulaşabiliriz” (Castells, 2017, s. 29).
Castells, kent sorunlarını, kent politikaları ekseninde masaya yatırarak pratikte uygulanan politikaların toplumun tüm kesimi anlamak ekseninde bir zorunluluk olduğunu, toplumsal sınıfların genel dinamiği içerisinde iktidar ve kent ilişkilerinin irdelenmesinin anlamlı olacağını ifade etmektedir. Kentle ilgili sorunların sanayileşmiş kapitalist toplumların siyasi eksenini oluşturduğunu, İtalya ve Japonya örneğinde sosyalistlerin ve komünistlerin kent ve çevre sorunlarına öncelik tanımalarından dolayı iktidar olduklarını ifade etmektedir. Bu da daha yaşanılır bir yerleşim yeri politikası ortaya konulduğunda o kente yaşayanların ideolojik farklılığa girmeden bu politikayı temel ilkesi haline getirdiklerini ve kent politikasında başat aktör haline getirmek istemenin bir sonucu olarak okunmaktadır. Dünya genelinde yerleşim ve kentleşme politikalarında orta sınıfların yükselişi ve kentte daha yoğun bir nüfus yoğunluğuna sahip olmaları, kent politikalarının tekrardan gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Dünyada bir mekân sahibi olma duygusu temel bir ihtiyaç haline gelmiş yahut getirilmiştir. Mekânsızlık, yurtsuzluk yahut evsizlik toplum tarafından soğuk karşılanmış, insanların her daim bir mekâna sahipliği önemsenmiş yahut özendirilmiştir. Bu bakımdan geçmişten günümüze değin insanlar belirli bir mekân kurma, belirli bir mekân elde etme çabası içerisinde olmuştur. Özel mülkiyetin de bu bağlamda irdelenmesi yanıltıcı olmayacaktır. Mekânlar tüm insanların odağında olduğu gibi bu durum sınıflar arası bir çekişmeyi, bir gerginliği de beraberinde getirmektedir. Castells bu duruma odaklanırken aslında toplumu bir nevi parçalara ayırır, bu durum onun toplumun tamamını görmesi noktasında ideolojik bir pencereden görmesini ve eksik görmesine neden olmuştur. Ele aldığı unsurlar bakımından mekânın bir “getto”laşma evresi yaşadığı çıkarımını yapmak yanıltıcı olmayacaktır. Mekân ve iktidar bağlamında irdelediği temel mesele; insanların yaşadıkları mekânlarda hoşnut olma yahut olmama durumuna göre değişkenlik göstermektedir. Yaşadığı mekândan hoşnut olanlar iktidar yanlısı olarak lanse ettirilirken hoşnut olmayanlar muhalif olarak yansıtılmakta, hatta sol tandsa sahip oluşumları destekledikleri çıkarımını orta sınıf özelinde, bu sınıfın yaşadığı toplu konutlardaki hoşnutsuz durumlarına bağlamaktadır.
Sonuç itibariyle Castells, mekân – iktidar bağlamını irdelerken bunu seçimler, siyasi partiler ve kent/yaşam alanları ile ilgili politikalar bağlamında ele alarak bir “mekân siyaseti” yapmaktadır. Bu tür bir çıkarım insanların yaşadıkları mekânların daha yaşanılabilir, daha insancıl, daha doğacı yahut daha temiz ve çevreci yaklaşım biçimleriyle açıklanabilir. İdeolojiler çağının bitmesi, bunun devamında postmodern kırılmasının yaşanması itibariyle insanlar daha kişi odaklı bir yaşam biçimi sergileyerek kendi kişiselliklerini yaşayabilecekleri mekânların kurgusu içerisine girmiştir. Fakat bu arayış kentlerde sıkışıp kalma, apart dairelerde kıstırılmışlığın vermiş olduğu bunalımla ışıltılı caddelere “akma” şeklinde bir flanörlüğe büründürmektedir. Castells’in ifade ettiği biçimde “yaşam kalitesi bir bağlam değil, bir pratiktir” (Castells, 2017, s. 264) bu bakımdan bağlamdan yoksunluk pratik ile pratikten yoksun bir bağlamın birbirini sabitesiz bırakacağı muhakkaktır.
Kaynakça
Castells, M. (2017). Kent, Sınıf, İktidar (2 b.). (A. Türkün, Çev.) Ankara: Phoenix Yayınları.
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 28.02.2021 15:12 - Güncelleme Tarihi: 28.02.2021 15:12