Çehov’un Martı’sı

Ben martıyım. Evet, tam da bunu demek istiyorum. Ben Nina'nın martısıyım. Aktris ve yazar olmak için yola çıktım, gittim, dolaştım, kendimi Sanat Gölü'nün kenarında buldum. Ruhumla Sanat Gölü'nde açmıştım gözlerimi, başka yerde yaşamam mümkün değildi. Amacım için yaşıyordum. Aşk kapımı çaldığında, üzerime martı ölüleri yağmaya başladı. Aynı anda oldu, aşkın gelişi ve mart ölülerinin başımın üzerinde yağması. Artık içimdeki Treplev'in cesedini taşıyacaktım ölene deke. Bir cesetle ne kadar, nasıl yaşanabilirse o kadar, öyle.
Bir de Trigorin var. Trigorin sözleriyle, kelimeleriyle beni benden alıp uzaklara savuran meşhur yazar. Belki ben o kadar saf ve körpe, Trigorin o kadar meşhur olmasaydı hikayem başka olurdu. Amacım gözlerimi kör etmişti. Amacımdan başka bir şey görmüyor ve düşünmüyordum. Çok sonradan öğrendim ki bu durum, benim gibi genç insanlar için başa gelebilecek en kötü şeymiş. Tam bir handikap oldu amacım. Trigorin, aşkın Moskova darbesi. Trigorin, ruhumun karartışmış, vurulmuş tarafı. Trigorin, yazar ve aktris olmak arasında kalmış hayatımın son vurgunu.
Ben bir martıyım. Evet, hep bir martı olmak istemiştim ama Sanat Gölü'ne son defa döndüğümde kanatlarım kırılmıştı. Trigorin geri dönmüştü Arkadina'sına. Ben ölü çocuğumla, yarım yamalak hayallerimle kala kalmıştım Moskova'nın izbeliklerinde.
Treplev'in cesedini Sanat Gölü'nün içinde gördüğümde kendi hikayemin ebediyen elimden çıktığını anlamıştım. Çünkü dışarıda da martı ölüleri vardı. Ölüler arasında kala kalmıştım. İnsan ölüsü ve martı leşleri bir olmuşlardı Sanat Gölü'nün karanlığında. Yansımalar ve gölgeler arasında kalmıştım. Sonra aşk uğruna harcanan hayatlara, yıkılan devletlere, çıkılan seferlere bir başka gözle bakmıştım. Sessizce ağlamıştım kendi içimde. Kimsem yoktu.
Sanat Gölü'nün kenarında "Ömrüm Karşılıksız Aşklar Mezarlığıdır" piyesini oynamaya başladım. Yine kimseler yoktu. Sadece ben ve martım, bir de Treplev'in cesedi vardı. Aşk acısıyla bir tuttuğum. Amacımın çok uzağına düşmüştüm. Başkalarının sesleriyle konuşuyordum, başkalarının kelimeleriyle kendimi ifade ediyordum, aşk acısıyla ve vicdan azabıyla kendimi susturuyordum. Birbirine karışmış aşk acısı ve vicdan azabı. Bir tarafta Treplev'in cesedi, diğer tarafı Trigorin'in sesi.
Maşa'dan bir farkım yoktu. Maşa, Treplev'i unutmak için öğretmen Medvedenko ile evlenmişti, ben Trigorin'i unutmak için Sanat Gölü'ne geri dönmüştüm. Hiçbir şey eskisi gibi değildi geri döndüğümde. İnsanlar ve martılar "hüzünlü döngüleri"ni tamamlayıp çekilmişlerdi hayat sahnesinden. Her şey ruhunu kaybetmiş. Ay ışığı geceye küsmüş; ne ay ışığı eski hüznünde ne de gece eski ihtişamında. Çayırlar ile turnaların arasına mesafeler girmiş; için için yanmış çayırlar, ahenkli uçuşlarını ve büyülü ötüşlerini unutmuş turnalar. Ihlamur ağaçları ve mayıs böcekleri arasındaki bütün yollar kapanmış; ne ıhlamur ağaçları eskisi gibi güzel kokuyorlar ne de mayıs böcekleri ilkbahar şarkılarını okuyorlar. Sadece kesik kesik gölgeler ve martı leşleri görüyorum Sanat Gölü'nün çevresinde. Göl kocaman bir boşluk olup açmış ağzını. Kıpırdanırsam yutacak beni gölün boşluğu. Bir martı daha ölürse boylacağım gölün dibini.
Ben bir martıyım. Evet, yanlış duymadınız. Hep bir martı olarak kalacağım insanların dünyasında. Belki kanatları kırık dökük, içten ağır yaralı, yaşamaktan yorulmuş, hayattan umudunu kesmiş.
Martı
Anton Çehov
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çev. Ataol Behramoğlu
Sayfa 94
İstanbul, 2019
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 30.10.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.09.2024 14:20