Çocuk Edebiyatına İçeriden Bir Bakış: Himmet Karataş
Sizi çocuklar için yazmaya yönelten nedir?
Belki de insanın gerçek anlamda "mutluluğu" yaşadığı tek dönem çocukluk dönemidir. Bu yüzden olsa gerek içimizde hep bir çocukla konuşuruz. Onunla bağımız ne kadar güçlüyse biz de o kadar kendimiz oluruz. Bu da mutluluk demektir zaten. Benim de içimdeki çocuk böyle istedi, yazdım. Hayalleri sınır tanımayan bir çocuk o. Onun hayallerini, düşüncelerini yazmasam olmazdı..
Çocuklar için yazmanın yetişkinler için yazmaktan daha zor olduğuna inanıyor musunuz?
Kesinlikle... Hayal gücü daha güçlüdür çocuklarda. Onlar hep merak eder, soru sorarlar. Bir bilim adamı merakında olan çocuklar için yazmak elbette zor. Onların gözünden görmek, onlar gibi düşünebilmek gerekir. İyi bir empati kurabilmeniz gerekir.
Çocuklara hitap eden metinlerinizde "olmazsa olmaz"ınız nedir? Sizce yazma sürecinizde bu ölçütünüz değişebilir mi?
Elbette en başta "çocuğa görelilik". Kolay okunma, anlaşılır akıcı bir dil ve tabii ki etkin bir zihin yolculuğu. Okuma eylemi sırasında çocukların da sürece katılmasını önemsiyorum. Onlara geleceğin büyükleri olarak saygı ve hayranlıkla bakıyorum Karşımda meraklı bir büyük, saygıyı hak eden bir çocuk vardır hep. Yazma sürecimde bu ölçüm değişmez. Olmazsa olmazım "şaşırtıcı, sürpriz göndermeler ve fantastik kurgu, hayal gücü egzersizleri"dir. Okumayı sevdirecek metinlerin kaygısını sürekli güncel tutuyorum. Çocuklar kafiyeli, tekerlemeye benzer metinleri seviyorlar. Şiiri seven biri olarak şiirsel anlatım ve kafiyeli söylemler kendiliğinden gelişiyor. Burada çocukların eğlenceli bir okuma sürecini hedefliyorum. Okumayı nasıl sevdirebilirim? Sorusuna kendimce böyle bir çözüm buldum.
Çocuk edebiyatının ülkemizde ve dünyadaki gelişimini takip ediyor musunuz? Diğer yazarları okur musunuz? Gidişat nasıl?
Bizim kuşak Kemalettin Tuğcu, Ömer Seyfettin, Muzaffer İzgü, Gülten Dayıoğlu okuyarak yetişti. Tuğcu'da ağladık, İzgü'de güldük çoğu zaman... Sonraları Şeker Portakalı'ndaki Zeze beni çok etkiledi. Tabii ki Küçük Prens daima içimde ve her an onunla konuşuyoruz. Çocuk edebiyatı hem ülkemizde hem de dünyada son 50 yıla kadar hep ikincil önemde kalmıştır ne yazık ki. Son yıllarda ülkemizde güzel eserler yayımlanmaya başladı. Çocuk dergilerinde çeşitlilik artıyor. Özelikle yayınevlerinin çocuk edebiyatı yayınlarında bir canlılık gözlemliyorum. Çocuk edebiyatı yazarlarını okuyorum. Şiirde Gökhan Akçiçek, M. Ruhi Şirin, hikaye ve romanda Abdullah Harmancı ilk aklıma gelenler.. Çok satanları takip etmek gibi bir alışkanlığım yok. Tarzıma uygun eserler daha çok ilgimi çekiyor. Gidişat umut verici, iyi diyebiliriz. Ancak çocukları okuyan bir milletin geleceği parlak olacaktır. Dolayısıyla çocuk edebiyatı çalışmaları teşvik edilmelidir. Çocukluk dönemi alışkanlıkların kazandırıldığı en güzel dönem çünkü. Ve en güzel alışkanlık tabii ki okumak!
Yazarken edebî kurgu ve dile mi yoksa öğreticiliğe mi ağırlık veriyorsunuz? Sanat mı eğitim mi?
Önce dil tabii ki. Anlaşılır, akıcı estetiğe ve müziğe sahip metinler. Kurgu ve dil okura verdiğim değeri gösterir. Öğretici olmak gibi bir kaygım yok. Metni (öykü ya da masal) keyif alarak okuyan bir çocuk zaten kendi yorumuyla bir hisse alır. Önemli olan bence okurun kendi yorumuyla yeni bir sonuca ulaşması. Mesela Tavşan Kral masalımda kahramanımız ana kuzusu bir tavşan. Sınavı dürüstlüğüyle kazanıyor. Okuyanlar tavşanın dürüstlüğünden şüphe etmiyor. Fakat onun annesiyle arasında geçen konuşmalarındaki ayrıntıyı yakalayan çocuklar asıl dürüst olanın tavşanın annesi olduğunu ileri sürüyorlar. Ben de bunu istiyorum. Düşünsenize bir masaldan onlarca farklı sonuç çıkarıyorlar. Hem onları farklı düşünmeye yöneltmiş oluyorum, hem de kendi düşünceleriyle harmanlama fırsatı buluyorlar.
Çocuk edebiyatı hakkında genel kabul görmüş ama katılmadığınız klişeler var mı? Rahat olabilirsiniz biz bizeyiz.
"Mutlaka öğretici, ders verme veya standart metin görüntüsü" gibi klişelere katılmıyorum. Çocuklar meraklı bakışlarıyla, bitmek bilmeyen sorularıyla zaten şaşırtıcılar. Neden onları bir kalıba doğru yönlendireyim? Mutlu Orman Masallarında çocuklarda var olan değerleri yüceltmeye çalıştım. "Sakın büyümeyin!" der gibi. Bugün değerler eğitimi bir ihtiyaç görünüyorsa, bunun nedeni çocuklar değil, çocukluğunda taşıdığı erdemleri yitiren yetişkinlerin sorunudur bu. Eğitici öğretici olmak kaygısıyla edebi metin yazılmaz bence. Çocuğa görelilik olmazsa olmazım. Yetişkinlerin çocuklarla ilgili kaygılarının edebi metinlerle onlara aktarılmasını doğru bulmuyorum. Asıl bizim onlardan öğreneceğimiz, -zamanında bizde de var olan- güzellikler o kadar çok ki...
Çocuk kitapları yayıncılığında sizce en büyük eksiğimiz nedir? Bilgisayarda açtığınız boş dosyadan kitabınız okurun eline ulaşana kadar hangi basamak sizi en çok zorlar?
Çocuk kitapları yayıncılığında en büyük eksiğimiz eserden çok yazarın tanınmış olmasına bakılması. Nitelik her şeyden önce gelmeli. Tabi bu arada yayınevlerinin ekonomik -satış- kaygılarını anlayışla karşılamak da gerekiyor. Kitap projesinin okura ulaşana kadar çileli bir yolculuğu oluyor haliyle. Bu süreçte çocuk edebiyatı editörlerinin hakkını teslim etmek gerekir. Onlar bu işin gizli kahramanı. Ayrıca çizerlerimizi de anmak isterim. Yazar, editör ve çizer. Çocuk edebiyatımızın sesi soluğudur. Kitabın yayımlanma süreci tashih, resimleme, dizgi dahil yoğun emek ve zaman isteyen bir süreç. Bu bir de çocuklar içinse bir kat daha emek istiyor. Beni en çok zorlayan süreci resimleme oldu. Çünkü sizin anlattıklarınızın başka bir el tarafından gösterilmesi kolay bir uğraşı değildir.
Yazdıklarınızla çocuklara erişebilmenin bir ön şartı var mıdır? Çocuk sevmek, çocuk sahibi olmak, çocuklarla iyi anlaşmak gibi...
Çocuklarla iyi anlaşmanın yolunun çocuk kalabilmekten geçtiğini düşünüyorum. İçindeki çocukla barışık her insanda vardır bu. Çocuklarla geliştirdiğim empatik dünya yetişkinler tarafından garip bulunurken, onlar tarafından bir hayli ilginç bulunuyor. Çocuk gibi bir büyük... Onlarla hemhal olmanın mutluluğu. Bu başka bir şey.
Çocuk kitaplarında ne görürseniz sizi rahatsız eder? Çocuk hayatının da gerçeklerinden olan olumsuzluklarla kitabınızın içeriği arasındaki dengeyi nasıl belirlersiniz?
Çocuk kitaplarında beni en çok rahatsız eden konu "istismar". Her şeyin, çocuğun, duygularının, inancının, ne derseniz.. İstismar edilmesine tahammül edemiyorum. Hayatın gerçeklerinde var olan olumsuzlukları (mesela kötü kalpli cadı) masalda veya metinlerimde yer verirken onlara karşı nasıl tutum ve davranış içinde olunması gerektiğini daha çok vurgularım. Karşıtlık örneklerinde galip gelen iyilerdir.
Okuyan çocuğun daha iyi bir insan olacağına dair elimizdeki dayanak nedir?
Okuyan çocuklarda kelime dağarcığının yanı sıra yorum ve ifade gücünün gelişmesi tabii ki. Ne anladığını anlatabilmek, yeni yorumlar kazandırmak. Her şeyin başı zaten kendi özgün fikirlerimiz. Kendini daha iyi ifade eder okuyan çocuklar.
Ebeveyn ve öğretmenlerin çocuk okumalarına katkısı gerekli veya yeterli mi? Çocuk bu konuda yönlendirilmeli mi, nasıl yönlendirilmeli, kitap nasıl seçilmeli ve okunmalı?
Kesinlikle gerekli. Ebeveyn ve öğretmenler rol model aynı zamanda. Okuyan bir rol model düşünün. Kitaplarla dostluğa götüren bir yaşam yolculuğunun kılavuzlarıdır onlar. Yönlendirme olmalı fakat çocuğun estetik beğenisi, ilgi duyduğu alanlar dikkate alınarak yapılmalı yönlendirmeler. Soyutlama ve imgelem yeteneği yüksek bir öğrenci için Küçük Prens veya Momo tavsiye edilir mesela.
Okurlarınızla buluşuyorsunuzdur. Hangi çocuk sizi heyecanlandırır? Çocuklardan beklentiniz nedir?
Çocuklar zaten beni heyecanlandırmaya yeter. Işıl ışıl gözler, sürekli bir gülümseyen yüz. Onlarla bir araya geldiğimde geleceğe dokunmuş gibi olurum. Düşünsenize yanınızdaki minicik eller yirmi otuz yıl sonra sizin yerinizde olacak... Bir de çok zekiler. Sürekli soru soruyorlar, bitmeyen bir merak var. Böyle bir ortamda hangi yetişkin heyecanlanmaz ki? Onlardan beklentim, biyolojik yaşları büyüse de hep çocuk kalmaları...
Modern pedagojiyle aranız nasıl? Geleneksel yöntemlerle modern pedagoji arasında nerede duruyorsunuz? Yazdıklarınızda hangisinin ağırlığı daha fazladır?
Tabii ki modern pedagoji... Geleneksel yöntemler daha çok yetenek bağlamında ilgimi çekiyor. Zorunlu eğitimin olmadığı zamanlarda özellikle usta çırak ilişkisi bana hep ilham kaynağı olmuştur. Yazdıklarımda daha çok modern pedagoji baskın, çünkü çocukları seviyorum ve onları saygı duyulan, mükemmel bir birey olarak gördüğümüzü yazılarımla onlara aktarmaya çalışıyorum. En büyük kaygım onların çok değerli zamanlarını çalmak. Gereksiz ayrıntılarla onları kitaplardan soğutmak. Bu yüzden olsa gerek kolay okunur, kafiyeli ve mizah çağrışımı olan bir tarzım oluşuyor.
Bugünün yazarları kalıcı eserler bırakabilecek mi? Sizce çağdaşlarınızdan kim yüz yıl (yüz çok olduysa elli diyelim) sonra da okunur?
İsim vermek tabii ki zor. Şahsen Dede Korkut Hikayelerinin yüzyılları aşan gücü söyleminde ve duru, güçlü Türkçesinde saklı. Küçük Prens'te ise bilge bir çocuk ve imgelem öne çıkıyor. Yani dilimizin güzelliğini yeterince kullanabilen, insanı ve doğayı merkeze alan, insan karakteri üzerine sembolik kahramanlar ortaya koyabilen yazarlar yıllarca okunabilir. Değişimin giderek hızlandığı çağımızda yüz yıl çok uzun bir zaman. Ayrıca her yazar, yüz yıl sonra okunmak ister.:)
Yetişkin bir yazarın bugünkü çocuğun diline, düşüncesine sahip olması mümkün müdür, gerekli midir? Farklı kuşakların bağını koruyabilmek için dünyalararası bir köprüye mi yoksa tek dünyalaşmaya mı ihtiyaç var?
Mümkündür. Aslında hepimiz çocuğuz. Bunu asgari oranda korumak kişisel mutluluğun da anahtarı. Yetişkin bir yazarın gücü zaten buradan gelir. Çocuğun düşüncesine, duygularına, meraklarına sahip olabilmesi onu daha verimli kılar. Farklı kuşakların bağını koruyabilmek için çok şeye ihtiyacımız yok. Empati ve sevgi. Doğuştan bizde olan, kaybedilmemesi gereken hazinelerimiz. Kuşaklar arası çatışma denilen şey aslında insanların özünden uzaklaşması. Oysa Şair İsmet Özel'in dediği gibi "şarkıya dön, kalbine dön, evine dön!" Yüz yıllar geçse de insan aslında aynı insan. Hayalleri, üzüntüleri, rüyaları, kavgaları, çatışmaları hep aynı. İnsanı iyi anlamak gerekir. Çocuk-yetişkin ayrımı daha sonra gelmeli.
Günün şartları ve çocuk edebiyatının ticarîleşmesi sizi korkutuyor mu? Okumak bir lüks, yazarlar marka, okurlar müşteri olmaya doğru mu gidiyor? Giderse ne olur?
Tabii ki korkutuyor. Ticarileşme en büyük endişem. Tüketim tüm hayatımızı etkiliyor. Bu da niteliksiz, tamamen ticari kaygılarla yazılan kitapların sponsor faaliyetlerle çocuklara ulaştırılmasını ve sıradanlığın saltanatını getirecektir. Okurları bir müşteri gibi değil, "talep eden, meraklı küçük bilgin" olarak gören, onlarla yaşayıp onlardan da bir şeyler öğrenen yazarlar, çocuk edebiyatını yaşatacaktır. Değilse tüketim çarkında atık kağıda dönüşecek her şey!
Sosyal medyada binlerce kitap değerlendirme hesabı var. Bunlar sizce okurları doğru yönlendiriyor mu, işe yarıyor mu? Kitap incelemeleri, değerlendirmeleri, eleştirileri noktasında neredeyiz? Takip ettiğiniz, çocuk kitaplarını değerlendiren bir mecra var mı?
Sosyal medya artık bir dünya gerçeği. Her yazılan en doğrusudur diyemeyiz. Ticari kaygılarla yapılan değerlendirme ve reklam faaliyetlerini çocuk edebiyatında çok sağlıklı görmüyorum. Bu alanda nitelikli yayınevlerinin sayfalarını takip ediyorum.
İlginize çok teşekkür ederim.
Yazar: A. Erkan AKAY - Yayın Tarihi: 05.10.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 21.08.2022 22:51
MaşaAllah Himmet hocam her zaman olduğu gibi harikasınız.
Himmet Karataş yazarımızı tebrik ediyorum. Bu başarılı yolculukta çocuklarimizin gelişimine katkıda bulunduğu için sonsuz teşekkürimi bir borç bilirim.
Kendisinin kitaplarını okumuş birisi olarak ve kendi çocuklarıma okumuş birisi olarak söyleyebilirim ki özgün bir tarzı var Himmet Karataş'ın.
Güzel bir söyleşi olmuş, yazarın fikir ve düşüncelerine katılıyorum, sınıf öğretmeni seçerken dikkatli olunmalı, çocuğun ruhunu kalbini göremeyen bireylerin ilkokul öğretmenliği sorgulanır zaten başarılı olma şansları da yok, hali alem okullar bunların örenekleriyle dolu.