Çocuk Edebiyatına İçeriden Bir Bakış: Yücel Feyzioğl, Söyleşi, A. Erkan AKAY

Çocuk Edebiyatına İçeriden Bir Bakış: Yücel Feyzioğlu (2.Bölüm) yazısını ve A. Erkan AKAY yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizde

Çocuk Edebiyatına İçeriden Bir Bakış: Yücel Feyzioğlu (2.Bölüm)

08.07.2022 09:00 - A. Erkan AKAY
Çocuk Edebiyatına İçeriden Bir Bakış: Yücel Feyzioğlu (2.Bölüm)

Okurlarınızla buluşuyorsunuz. Hangi çocuk sizi heyecanlandırır? Çocuklardan beklentiniz nedir?

1974 yılından beri birçok ulustan çocukların karşısına çıkardılar beni. Masal anlattım, 1979 yılından beri de masal yayınlıyorum. İzlenimlerim ciltlerle kitap tutar. Beni heyecanlandıran çok çocukla karşılaştım. Ancak bunun üçünü anayım: Biri bir Alman çocuğudur. Güzel bir hikâyedir. Anlatayım: Almanya'da bir ilkokulda masal etkinliğim vardı. 1999 yılı başıydı. Sandra adında on yaşlarında bir Alman kızı: "Benim bir düşüncem var," dedi. "Yanlış anlamayın masallarınız çok güzel; ama sizden başka bir masal daha isterdim." "Nasıl bir masal?" diye sordum. "İçinde hem doğu masallarının ögeleri olsun, hem batı masallarının. Hem doğulu çocuklar onu çok sevsin, hem de batılı çocuklar..."

Öneri çok hoşuma gitti. Ama o ögeleri bulmak kolay değildi. Bu konuyu düşünmeye başladım. Çocukluğumdan kalma belleğimin bir köşesinde duran sarı şefaf bir kağıt var. Niçin orada duruyor, bilmiyorum. Ama çok hoşuma giden capcanlı, portakal rengine dönük, sarı, şeffaf bir kağıt. Masalı düşünürken yine bu şeffaf sarı kağıt belleğimde canlandı. Evet, yazacağım masalın içinde sarı olmalıydı. Peki gerisi?.. Aklıma ne gelse, not alıyor, derlediğim masalları karıştırıyor ama tam uygununu bulamıyordum. Sonunda bütün çocukları birleştirecek büyülü konuyu buldum. Daha doğrusu o hep vardı zaten: Sevgi. Sevgi ve sarı... Peki bunları hangi ögelerle yazmalıydım?

Bizim evin altında Selanikli Kosta'nın kahvehanesi var. Türkler, Rumlar, Almanlar buluşur orada. Buluşur ve bağıra çağıra maç tartışmaları yapar, kimi kahvesini, kimi de birasını yudumlar. Söyleşi konudan konuya atlar. Oraya indim. Ben inince her masadan bir şey sunmak isteyenler olur. Ama Kosta ne içtiğimi bildiği için kahvemi önüme getirir hemen. Oturduğumuz masada çoğalırız. Öyle oldu yine. Bu konuyu açtım. Herkes çocukluğundan bir şeyler anlattı; anılar, masallar, hayaller... O anda konu kafamda tamamlanıverdi…

Doğu masal geleneğinden uçan halıyı, batı masal geleneğinden sihirli aynayı aldım, sihirli limonu da kendim yeni bir öge olarak katıp o gece masalı yazdım: Üç ergen çocuk Gül adında bir kızı seviyor. Gül de onlara bir şart koşuyor: "Önce bir meslek öğrenin, işe girin, bana bir hediye getirin, kimin hediyesini beğenirsem, onu seçeyim," diyor.

Kitap, 2000 yılı sonunda Almanca-Türkçe olarak yayımlandı ve çocukların hemen ilgi alanına girdi... Çocuklar, 'Gül kimi seçecek?' merakı ile bir çırpıda kitabı okuyorlar.

Almanya radyo ve televizyon kurumu WDR "Sihirli Limon"u oyun olarak yayımladı. Sonra WDR, Alman Yazarlar Birliği ile bir pazar günü doğa müzesinde bir masal etkinliği düzenleyerek Yazarlar Birliği Başkanı Harry Böseke ile benim müzede oturduğumuzu, masal anlatacağımızı saat başı dinleyicilere duyurdu. Akşama kadar müze dolup taştı. İki saatte bir çocuklara rol vererek etkinlik yaptık, onlarla söyleştik, sorularını cevaplandırdık. Çocuklar aileleriyle hem ormanı ve müzeyi gezdiler, hem geçmişle hoş bir bağ kurdular, hem de sıcacık bir ortamda masal dinleyip rol aldılar ve hoş bir anı oluşturdular.

2002 yılında bu kitap, Almanya Kuzey Ren Vestifalya Eyaleti Eğitim ve Bilim Bakanlığı'nın, "çocukların zihninde hayal dünyası açan etkileyici 20 kitap listesi"ne seçildi. Sayın Bakan Gabriela Behler kitapları benimle birlikte basına tanıttı, bütün okullara, ailelere tavsiye etti ve müdürlere bir genelge göndererek kültürlerarası eğitim ve öğretimin başarılı yürümesine katkı sunacak on yazarın okullara davet edilmesini istedi. O yazarlardan biri de bendim.

2004 yılında başka partiden seçilip eğitim ve bilim bakanlığına gelen Sayın Barbara Sommer de bir mektupla aynı genelgeyi tekrarladı ve bu masal kitabı çok yayıldı.

Altın sarısı saçlarını savurarak: "Benim bir düşüncem var," diyen ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi Sandra'nın düşü gerçek olmuş, on binlerce çocuğu etkilemişti... O gün adresini almadığıma ne kadar da pişmandım. Kitabı ona göndermek, "bunu ben yazdım; ama senin düşüncendir. Sen beni esinlendirdin, yazma heyecanını sen verdin." demek isterdim, diyemedim.

Diğer iki çocuk ise Türkiye'den. Birincisi: 2006 (ya da 2007) yılında Kocaeli Sabancı Kültür Merkezinde bir masal etkinliğim vardı. Masallar anlattım, sıra soru sormaya geldi. "Sorularınız?" dedim. Birçoğu benzer sorular sordular. Fakat 9-10 yaşlarında Oktay adında bir çocuk dedi ki: "Siz Cırttan ile Şeytan adlı masalınızda şeytana iyi rol vermişsiniz, aslında şeytan kötü değil mi?" Bu soruyla çocuk yalnız bana değil, toplantıya da heyecan kattı. Acaba öğretmen mi ya da ailesi mi bu soruyu sordurmuştu diye düşündüm, anlamak için Oktay'a masal hakkında çeşitli sorular sordum. Evet, kendi sorusuydu. Masalı derleyip yazarken bakalım okurum dikkatli mi, bu inceliği fark edip şeytanın rolünü anlayan olacak mı diye düşünmüştüm. Oktay anlamıştı, fakat içeriği konusunda şüphesi vardı. Özet olarak şöyle açıkladım: "En çirkin sandığımız şeyin bile olumlu bir yanı var. Çirkin olmasa güzeli, karanlık olmasa aydınlığı, hırsız olmasa güvenli yaşamanın önemini kavrayamayız. Şeytan da itirazcı olmasaydı inancın önemi daha açık seçik anlatılamayabilirdi." Bir alkış koptu. Baktım Oktay çok heyecana kapılmadı. "Sen ikna olmadın mı Oktay?" diye sordum. "Düşünüyorum," dedi. Gel de heyecan duyma.

Üçüncü çocuk ise 4 yaşında Lilya. Çocuk yuvasına gidiyor. Benim 3-6 yaş arasındaki çocuklara yazdığım "Diya ile Nuni" masal dizisini yuvada okumuşlar. Çocuklar ilgi ile dinlemiş, devamını istemişler. Hepsi 6 kitap. Eğitimciler: "Devamı yok, yazarı davet edelim o anlatsın," demişler. Ben gittim, doğaçlama Diya ile Nuni'nin devamını anlattım ve "Sorunuz var mı?" Lilya parmak kaldırdı. Kendine güvenle: "Benim sorum yok, ama yanlışını buldum," dedi. "Nedir o?"

Diya_ile_Nuni

"Diya ile Nuni caddeden geçerken 'Bir sağa bakalım, bir sola bakalım, çuf çuf çuf...' diyorlar ya..."

"Evet!" dedim.

"Ama arabalar sağdan değil, soldan gelir!"

Kitaba baktım gerçekten de Lilya'nın dediği gibi yazmışım. "Teşekkür Lilya gerçekten de iyi fark etmişsin, düzelteceğim. Ama yol gidişli dönüşlü ise sağa da bakmak gerekir. Kitapta anlaşılır yazmalıymışım," dedim. Dört yaşındaki Lilya yanlışımı düzeltmişti.

Modern pedagojiyle aranız nasıl? Geleneksel yöntemlerle modern pedagoji arasında nerede duruyorsunuz? Yazdıklarınızda hangisinin ağırlığı daha fazladır?

Sevgili Erkan Bey, Dostoyevski "Karamazof Kardeşler"i, "Suç ile Ceza"yı, "Kumarbazı" yazarken insan psikolojisinin şurasında mı durayım, burasından mı başlayayım diye kendisine bir yer belirlediğini sanmıyorum. O, 19.yy'ın sanat yasallıklarını en etkili biçimde kullanarak insan denen yüce varlığın düşünce derinliğine, zihnindeki karmaşaya, dostluğuna, düşmanlığına, güzelliğine, kurduğu pusuya içbükey ayna tutarak insanı anlaşılır hale getirmeye çalıştı. Freud onun romanlarından yararlanarak psikoloji bilimini geliştirdi ve bir dönemeç yarattı. Benim çalışmamı da biraz böyle düşünebilirsiniz. "Geleneksel yöntemlerle modern pedagoji arasında bir yerde durma" tercihim yok. Özellikle 20.yy'ın son çeyreği ile 21.yy'ın ilk çeyreğinde oluşan çok hızlı değişimlere paralel gelişen sanatın yeni yasallıklarını kavramaya, ona uygun sanat yapmaya çalışıyorum. Eğer çağa uygun gerçek sanat yasallığını kullanabildiysem/kullanabildiysek asıl yol gösterici olan budur. Eğitim bilimciler pedagojinin yeni tasarımını buna göre yapmak zorundalar. Yoksa çağdışı kalabilirler.

yucel_5

Bugünün yazarları kalıcı eserler bırakabilecek mi? Sizce çağdaşlarınızdan kim yüz yıl (yüz çok olduysa elli diyelim) sonra da okunur?

Elbette bir dizi yazar eseriyle geleceğe kalacak. Behiç Ak, ilginç kurgularla yazıyor. Cahit Kaya mizah hikâyeleri yazıyor. Edebiyatın en zor alanıdır mizah. Janosch, yazdıklarını çocukların çok sevdiği resimlerle canlandırıyor, Michael Ende ve J. K. Rowling çalışmalarını geçmiş kültürün üstüne büyük hayaller yaratarak kurguluyorlar. Eğer yazar ya da anlatıcı insanlığın sonsuz ihtiyaçlarından birine cevap veriyorsa elbette geleceğe kalacaktır. Örneğin Sümer yazarları 3750 yıl önce Hammurabi Yasaları ile "Adapa"yı tabletlere yazdılar. Adapa hayat dolu, çalışkan bir kahramandı ve ölümsüz olma umuduyla yola çıktı, maceraya atıldı. Ölümsüz olma isteği bütün insanların en derin arzularından biri olduğu için Adapa unutulmadı, tek Tanrılı dinlerin doğuşuna önayak oldu. Cennetle sonsuzluk umudu geldi. Benim bulup yeni baskısını yaptığım Adapa geleceğe kaldı. Ya da Tuytuy Tupalak'ı örnek alalım. Tuytuy Tupalak elinde burgulu bir çiviyle dünyaya gelir. O büyüdükçe çivi de büyür, yedi yaşına gelince delikanlı olur, on sekiz yaşında herkes umudunu ona bağlar. Çünkü göklerinde dolaşan ejderha halka zulüm etmektedir. Tuytuy Tupalak çivinin ucunu gökyüzüne çevirir, arkadaki vidayı büküp havalanır ve ejderhayı öldürmeye gider. 16.yy başından beri işgal altında tutulan Çuvaşların bir masalıdır ve bu ejderha Rusya'yı simgeler. Çuvaşistan Rusya işgalinden kurtuluncaya kadar bu Tuytuy Tupalak unutulmayacak. Kurtulduktan sonra da başka bir kutsiyet kazanarak devam edecek. Çünkü büyük bir ihtiyacı karşılamıştır. Yani demek istediğim insanlığın sonsuz ihtiyaçlarından herhangi birini yakalayıp yazan yazar kalıcı olacak. İsmini burada sayamayacağım daha yüzlerce yazarın geleceğe kalacağını düşünüyorum.

yucel_4

Yetişkin bir yazarın bugünkü çocuğun diline, düşüncesine sahip olması mümkün müdür, gerekli midir? Farklı kuşakların bağını koruyabilmek için dünyalararası bir köprüye mi yoksa tek dünyalaşmaya mı ihtiyaç var?

Gerçek yazar iyi bir gözlemcidir, iyi araştırır. Çocuğun gelişimini iyi izler, izlemek zorundadır, onun yüreğindeki tınıları hissetmek zorundadır diye düşünüyorum. O zaman çocuğun düşüncesine ya da düşünebileceği konulara nüfuz eder. Eserleriyle çocuğu bir basamak ileri götürür, yoksa çocuk gelişimi nasıl olacak? İkinci sorunuz ise iki anlam içeriyor gibi geldi bana. Birinci cevap: Evrensel olarak "dünyalararası bir köprüye" ihtiyaç var, ama "tek dünyalaşmaya" asla ihtiyaç yoktur. Bu zengin ülkelerin kendi kültürünü masal, hikâye, çizgi, resim, film, müzik, opera ve bale gibi etkili sanatsal araçlarla yayarak tek renkli, tek düşünceli, tek tip insan yaratma tehlikesine yol açar. Bu ise fakirliktir. Oysa insanlığın renk çeşnisine, kültür ve düşünce zenginliğine ihtiyacı var.

İkinci cevap: Eğer sorudan kasıt "farklı kuşaklar arasında sağlam bağ kurabilmek için birbirinin dünyasına köprülerle bağlanmak ise, buna büyük ihtiyaç var. Tek dünya içine sıkışmak, benmerkezci olmak son derece yanlıştır. Bu tip insanlar arogant, kendini beğenmiş, itici gelir bana.

yucel_1

Günün şartları ve çocuk edebiyatının ticarîleşmesi sizi korkutuyor mu? Okumak bir lüks, yazarlar marka, okurlar müşteri olmaya doğru mu gidiyor? Giderse ne olur?

Edebiyat zaten ticari bir olaydır. Yazar yazacak, editör okuyacak, yayınevi basmaya karar verecek, matbaa basacak, dağıtımcılar dağıtacak ve herkes bu süreçte bir miktar para kazanacak. Bu ticari bir süreçtir. Okur da beyinsel potansiyelini geliştirip ileride bu ya da benzeri sürecin bir yerinden işe koşulacak, hayatını iyileştirecek, çevresini ve ülkesini geliştirecek... Okumak lüks değil, gelişmeye ayak uydurabilmek için en büyük ihtiyaçtır. Okumayan halk tökezliyor, bunalımlardan asla kurtulamıyor. "Yazarlar marka, okurlar müşteri olmaya doğru mu gidiyor? Giderse ne olur?" Bu cümleyi izin verirsen şöyle değiştireyim: Yazarlar büyük ilgi görür, okurlar tıpkı cep telefonu ve domates müşterisi gibi kitap müşterisi olursa ne olur?" Bence çok iyi olur, o okur hem kendi önünü hem de ülkenin önünü açar...

Bağışlayın yine etkili bir örnek vereceğim: 1990 yılları bütün dünyada dönüm noktası oldu. Bilgisayar hızla devreye girdi. Bilgisayar oyunları hızla yayıldı. Cep telefonları gündeme geldi. İnternet birdenbire sınırları kaldırdı. Öğretmenler, anne ve babalar bu gelişmeye ayak uyduramadılar. Teknolojinin sunduğu imkânları en hızlı öğrenen ve izleyen çocuklar oldu. Bunu fark eden çıkar çevreleri çocukların ilgilerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye başladılar. Kitaplar, bir tarafa bırakıldı. 2000 yılına gelince Avrupa'da kitap tirajları düşmüştü. Almanya'da da okur sayısı %14 azaldı. Dilde bir daralma, hayal dünyasında bir sınırlanma başlamıştı. Bu gelişme Almanya'da bomba gibi patladı. Panik başladı: "Hayal dünyası sınırlanmış bu çocuklarla Almanya geleceğini nasıl kurabilir? Geliştirdiğimiz bu bilimi, bu teknolojiyi geleceğe nasıl taşıyabiliriz?" diyorlardı.

yucel_2

Büyük bir eylemin ateşi yakıldı. Evlerde, okullarda, partilerde, kiliselerde, sendikalarda, bakanlıklarda, parlamentoda, bütün sivil toplum kuruluşlarında, banka girişlerinde, her yerde toplantılar, medyada açık oturumlar yapıldı... (Camilerde de aynı etkinliği yapmak istediler, ama başarılı olmadı.) Birkaç yıl süren tartışma ortamı sağlandı... "Çocukları kitaba yeniden nasıl yaklaştırabiliriz?" dedi herkes. Sivil/resmi bütün kurumlar olanaklarını seferber etti.

Meclislerde danışma toplantıları düzenlendi. Yazarlar parlamentoya davet edildi, parlamento başkanı Schmidt iki gün yazarlarla yapacağı toplantıda özetle: "...Biz politikacılar, siz yazarlarla kaynaşmak istiyoruz," diyerek asıl konuya girdi:,,...yapılan araştırmaya göre halkımızın % 51'i kitap satın alıyor % 18'i ise şehir kitaplıklarından ödünç kitap alıyor. Ama okur sayısında %14 azalma var, bu bir felakettir," dedi.

İki gün boyunca 200'den fazla yazarın görüşünü aldı, çalışma grupları kuruldu, grupların vardığı sonuçlar parlamento tarafından karar genelge ve yasa haline getirilerek ülke çapında uygulamaya konuldu.

Yazarlar toplantıdan toplantıya koşuyordu. Aşağı Saksonya Eyaleti on beş ülkeden masal yazarı davet etmişti. Üç gün boyunca okullarda, okumalar, toplantılar, söyleşiler, imza günleri düzenlendi... Genç ve etkili eğitim ve kültür bakanı Prof. Olbertz şöyle diyordu:

"Yeni teknolojik gelişme ile çocuklar kitaptan uzaklaştı. Okumayan, okuduğunu anlayamayan, rakamların dilini çözemeyen bir insan çağımızla nasıl iletişim kurabilir? Onun mutlu ve başarılı yaşama şansı olabilir mi?.. Çocuklarda, öğretmenlerde ve velilerde okumaya karşı ilgiyi uyandırmak istiyoruz. Onların kilitlenen fantastik dünyalarının önünü açıp özgür bırakmak istiyoruz. Sizlere ihtiyacımız var. Elden bırakılmayacak kitaplar yazmanızı bekliyoruz..."

Ve on yıl içerisinde yitirilen okur sayısı fazlasıyla yeniden kazanıldı. Yüzlerce yazar profesyonel olarak çalışıyor, ekmek gibi kitap tüketiliyor. Makine ve ilaç sanayisinden sonra Kitap sanayisi ön sıralarda yer alıyor, bizim için bir rüya değil mi?

0001889388001-1

Sosyal medyada binlerce kitap değerlendirme hesabı var. Bunlar sizce okurları doğru yönlendiriyor mu, işe yarıyor mu? Kitap incelemeleri, değerlendirmeleri, eleştirileri noktasında neredeyiz? Takip ettiğiniz, çocuk kitaplarını değerlendiren bir mecra var mı?

Sosyal medyanın çok önemli işlevi olduğunu biliyor, ne yazık ki vakit darlığından izleyemiyorum. Bir girdiniz mi çıkamıyorsunuz. "Okuru yönlendirme" sözünü de doğru bulmuyorum aslında. Kitap tarafsız bir gözle tanıtılmalı, okurun kendisi karar vermelidir. Kitap incelemeleri, değerlendirmeleri, eleştirileri noktasında iyi bir yere geldiğimizi düşünüyorum, ama çocuk edebiyatında durum böyle değil. Arada bir "Kipatistan"ı izliyorum. Orada tanıtım yapanlar genellikle yabancı kitapları konu alıyorlar. Oysa Batı'da genel geçer sınır belli: %25 yabancı, %75 yerli kitap tanıtımı olmalı. Buna ne tanıtımcılarımız ne de yayınevleri uyuyor. Mehmet Özçataloğlu ve Erkan Akay'ın yaptıkları söyleşiler dikkatimi çekiyor, okuyorum. Adnan Saraçoğlu'nun ise büyük bir yürekle beğendiği kitapların tanıtımını okuyorum. Ama eleştirel bakışa ihtiyaç var.

Hocam yoğun temponuza rağmen zaman ayırdığınız, tüm sorularımızı özenle, detaylıca cevapladığınız için tekrar çok teşekkür ederim. Çocuk edebiyatına, özellikle masallara gönül verenler için bu söyleşinin her bir satırının çok kıymetli olacağını, masal konusunda yapacakları her çalışmada bu sayfalara başvuracaklarını sanıyorum. Kaleminize, gönlünüze, dilinize bereket...


Yazar: A. Erkan AKAY - Yayın Tarihi: 08.07.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 12.07.2022 16:49
929

A. Erkan AKAY Hakkında

A. Erkan AKAY

1981 İstanbul doğumludur. İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümünden mezun olmuştur. 2008 yılından bu yana Konya'da yaşamaktadır. İki evlat babası, iki evlat amcası, ikisinin de eniştesidir.

Spora, edebiyata ve küçükleri eğlemeye ilgisi çocukluğundan beri devam etmektedir. 2012-2020 yılları arasında Bilgin Atıcılık Spor Kulübü Kurucu Yönetim Kurulu Üyeliği, 2015-2020 yılları arasında Türkiye Atıcılık Federasyonu Teknik Kurul Başkanlığı, 2017-2020 yılları arasında Türkiye Olimpiyatlara Hazırlık Merkezleri Atıcılık Komisyonu Üyeliği ve İl Branş Sorumluluğu görevlerini yürüterek ulusal ve uluslararası düzeyde başarıya ulaşmış birçok sporcunun yetişmesine katkıda bulunmuştur. Destek AFAD gönüllüsüdür.

2017 yılında, kardeşinin bir hayali olan “Hayallerin Karın Doyursun” isimli kitaba katkılarından sonra, hep arzuladığı çocuk kitapları yazımının önü açılmıştır. Yayımlanmış 14 kitabı bulunmaktadır. Edebistan, Eğitim Her Yerde, Dilhane, Masal Dergisi gibi çeşitli sanal dergilerde, Hece ve MEB Özel Eğitim Çocuk Dergisi gibi matbu dergilerde deneme, makale ve şiirleri yayımlanmıştır.

Farkındadır ki her yazılan okunmaz ama okunanlar da ancak yazılanlardır. Yaşadıkça anlamını kaybeden sonsuz sözler arasından zarurî olanlara tutunuyor.

Dualarınızı bekler.

A. Erkan AKAY ismine kayıtlı 147 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 10 kitap bulunmaktadır.

Twitter Facebook Instagram mastodon/Threads LinkedIn YouTube Kişisel Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com