Çocuk Edebiyatına İçeriden Bir Bakış: Zeytin Aydoğmuş
Sizi çocuklar için yazmaya yönelten nedir?
Çocuklar olmasa kim için yazacağız? Ben yolculuğuma yetişkin şiirleri ile başladım. Şu an fark ediyorum ki, aslında şiir de yetişkinlerin dünyasında en "çocuk" alan. Dünyada söylenmemiş bir şeyler fısıldamak istiyorum çocukların kulaklarına. Belki de hep söylenenleri bambaşka harflerle. Onları anladığımı, bilmelerini istiyorum.
Çocuklar için yazmanın yetişkinler için yazmaktan daha zor olduğuna inanıyor musunuz?
Kesinlikle daha zor, ama daha keyifli. Yetişkin dünyasında siz olarak var oluyorsunuz. Fakat çocukların dünyasında var olabilmek için, o bir zamanlar olduğunuz ve unuttuğunuz şeyi çok iyi hatırlamanız gerekiyor.
Çocuklara hitap eden metinlerinizde "olmazsa olmaz"ınız nedir? Sizce yazma sürecinizde bu ölçütünüz değişebilir mi?
Olmazsa olmazım sanırım şiir. Ne yazsam o şair boyası bulaşıyor bir ucundan. İkinci olarak muziplik diyebilirim. Mizahı seviyorum. Belki şu ana kadar yazdığım kitaplardan daha ciddi meseleler içeren kitaplar yazacağım. Ama belki de en çok ciddi konular biraz şiir ve şaka içermeli: )
Çocuk edebiyatının ülkemizde ve dünyadaki gelişimini takip ediyor musunuz? Diğer yazarları okur musunuz? Gidişat nasıl?
Ülke gündemini yakından takip ediyor, nitelikli edebiyat derdinde olan, en azından öyle olduğunu söyleyen hemen hemen her yayınevinin yeni çıkan kitaplarından almaya, sayfalarını, yazarlarını, ürettiklerini yakından takip etmeye çalışıyorum. Kuramsal kitaplarda bahsi geçen referans kitapların peşine düşerek, konu bazlı araştırmalar yaparak, dergilerle, blog yazılarıyla da elimden geldiğince desteklemeye çalışıyorum. Dünya gündemi, ne yazık ki satın alabildiğim sayılı koleksiyonluk kitaplar, daima "read aloud" seçeneği, hayat kurtarıyor, (yaşasın youtube: )) ve sevdiğim belirli yazar/çizerlerin yeni işlerini takip etmekle sınırlı kalıyor. Ülkemizde farklı heyecanlar baş gösteriyor. Yeni türlere alan açıldığını, çocuk şiirlerinin bu nehirde kendine yol bulduğunu, deneysel çalışmalara yer verildiğini, post-modern eserlerin çoğaldığını düşünüyorum. Yabancı çizer ortaklıkları popüler görünüyor. Yayınevleri birbirine paralel türlerde metinler basıyor. Bir grupta biyografi boy gösterdiyse, aynı segmentte bir yayınevinden biyografi atağı bekliyorum şahsen. Bu, anlaşılır. Fakat, benzer kişilerin benzer işlerinin piyasada döndüğü bir çember var, bu dar alanı sevmiyorum. Son olarak, nerede başladığını ve bittiğini asla bilemeyeceğimiz bir ekonomik kriz söylentisi var ki, kitapların baskı kalitesine yansıyor. Niceliği de etkiliyordur eminim, keza yeni yazarlara şans verilmesi durumu bu görüşün içinde.
Yazarken edebî kurgu ve dile mi yoksa öğreticiliğe mi ağırlık veriyorsunuz? Sanat mı eğitim mi?
Ben dil, kurgu ve eğlenceden yanayım sanırım. Didaktik metinlere karşı değilim. Onların da nasıl sunulduğu önemli. Ama öğreticilik, hiçbir zaman önceliğim olmadı. Bir çocuğun fazlasıyla keyif aldığı bir kitaptan, kendine diyaloglarda, karakterlerde, kurgudaki derinde bir yerde, alt metinde, satır aralarında, elbet çıkarılacak dersler bulacağını düşünüyorum. Zaten, çocuğun illa bir ders çıkarması gerektiğini kim söyledi? Oyum sanata gidiyor.
Çocuk edebiyatı hakkında genel kabul görmüş ama katılmadığınız klişeler var mı? Rahat olabilirsiniz biz bizeyiz.
İlki, çocuk kitaplarının illa ki bariz bir ders veriyor olması gerektiği düşüncesi. Mesela, "Dikkat! Sadece Kitap Okuyan Çocuklara Bulaşır" isimli kitabımı yazarken, çocuklara hiçbir ders vermeyen bir kitap olsun istemiştim: ) Ha bolca güldürsün, düşündürsün, o ayrı. Pişman değilim: ) İkincisi, çocukların her konuyu anlayamayacağı ya da tersten söyleyelim, her konuyu çocuklara anlatamayacağımız görüşü. Bu nokta sanırım beni en zorlayan alan. Çünkü aksine, doğru ifade edildiğinde en zor konuların bile çocuklara anlatılabileceği görüşündeyim. Madem biz bizeyiz, ülkemizdeki çocuk edebiyatının daha ponçik konuları sevdiğini söyleyebilirim. Bunu da destekliyorum, iyi ve farklı anlatılmışsa neden olmasın, fakat zor konuların daha çok işlenmesi gerekiyor. Daima iyiyi, güzeli, doğru olanı ve kusursuz olanı yansıtmaya çalışıyor metinler. Halbuki, çocuk da böyle değil, gerçek hayat da. Toplumun bir yansımasını istiyorsak, çocuğa eğri büğrüyü de göstermeliyiz. Kusursuzluğa karşıyım. Ve bir derdim daha var, mutlu sonlar. Hayır efendim, çocuklardan bir şeyi esirgememeliyiz, o da umuttur, fakat hayatta her şey mutlu sonla bitmiyor. Baş edebilmek, o duyguyu kabul, onunla devam edebilmek yetilerine değinmek de önceliğimiz olmalı. Belki başka dertlerim de vardır, ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.: )
Çocuk kitapları yayıncılığında sizce en büyük eksiğimiz nedir? Bilgisayarda açtığınız boş dosyadan kitabınız okurun eline ulaşana kadar hangi basamak sizi en çok zorlar?
Yayıncılıkta en büyük eksiğimiz, işlenen konuların kısır döngüsü bence. Mesela eve gelen küçük kardeş konusu, kaç yıl önce işlenmiştir, bu konuda kaç kitap basılmıştır ve neden yıl 2020 üzeri büyük yayın evleri hala bu konuda çok benzer metinler basıyor? Çeviri metinler neden bu kadar tutuyor sorusuna yanıt arıyoruz ya, belki işlenen konuların güncellenmesinde bulabiliriz yanıtı. Ve belki maliyet sebebiyle bilmiyorum, tasarım kitaplara fazla yer verilemiyor. Malum, okur kitlesini etiket fiyatı ilgilendirdiğinden, genele hitaben ortalama kalite baskılar görüyoruz. Ucuz etin tiridi mevzu oluyor bu kez. Albenimiz eksik kalıyor biraz diyelim. Ve reklam, tanıtım eksiği. Bu nefis kitabı bunca zaman neden nasıl görmedim dediğim oluyor bazen. Ülkemizde çok iyi ama sessiz işler de oluyor.
Boş dosyadan kitaba, metnin aklınızdaki son halini bulmasından sonra, en çetin görev, onu gerçekten okuyacak birilerine ulaştırmak. Editör aşaması bittikten sonra, ben kafa yormayı bırakıyor, çizimlerle birlikte keyifle süreci izliyorum. Her aşaması birbirinden heyecanlı. Dolayısıyla en zor yanı, kitabınıza doğru yuvayı yani yayınevini bulmak.
Yazdıklarınızla çocuklara erişebilmenin bir ön şartı var mıdır? Çocuk sevmek, çocuk sahibi olmak, çocuklarla iyi anlaşmak gibi.
Çocuk sahibi olan ama yazdıklarına dönüp bakmadıklarımız ile iz bırakan fakat ebeveyn olmayan yazarlar bu tezi bozar. Çocuk kalbini sevmek daha iyi bir seçenek. Sevdiği ilk çocuk kalbi de kendi kalbi olmalı bence yazarın. İçindeki çocuğu sevenler, onu başka çocuklarla buluşturmayı da başarıyor sanırım.
Çocuk kitaplarında ne görürseniz sizi rahatsız eder? Çocuk hayatının da gerçeklerinden olan olumsuzluklarla kitabınızın içeriği arasındaki dengeyi nasıl belirlersiniz?
Kırmızı çizgim olan, çocuk benliğini fıtratından uzaklaştırmayı hedef alan her detay beni rahatsız eder. Onun dışında kalan her konunun, çocuk kitaplarında işlenmesinden yanayım. Hayatın kendisi gibi olduğunda ancak bir metnin içine girebilir çocuk. Karakter yahut davranış temsillerinde olumsuz örneklerin özendiricilikten uzak olmasını, sorgulamaya açık kapı bırakmasını isterim. Konu olarak da, netlikten yanayım. Mescid-i Aksa'yı kutsallık kavramı temelinde anlattığım kitabımda, ayaklarla çiğnenen bir kutsaldan bahsediyorum. Bunu çocuklardan gizlemeye hakkımız var mı? Ya da onları bir fanusta mı yetiştirmeyi hayal ediyoruz? Ölüm ve boşanma konularını işlediğim henüz basılmamış iki kitabımda da aynı netliği sundum. Tabii sert gerçekçilikten biraz yumuşatılmış haline ihtiyaç duyabiliriz olumsuzlukların. Çocuğa görelik ilkesi biraz karışık yani benim kafamda.
Okuyan çocuğun daha iyi bir insan olacağına dair elimizdeki dayanak nedir?
Okuyan çocuk her kitapta farklı bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta yeni insanlar, hayatlar, duygular, fikirler tanır. E yolculukta da sıhhat vardır, tebdil-i mekânda da ferahlık: ) ufku öteleri görebilen çocuğun, "ötekini" anlaması daha kolaydır. Kâinatta herkese yer olduğunu fark eder. Yalnız olmadığını anlar. Bu da ona her şeyini kaybettiğinde dahi tutunacak bir dal verir. Belki kitapsever seri katiller de vardır, ama istatistiğe vurulduğunda açık ara iyilik kazanır diye düşünüyorum.
Ebeveyn ve öğretmenlerin çocuk okumalarına katkısı gerekli veya yeterli mi? Çocuk bu konuda yönlendirilmeli mi, nasıl yönlendirilmeli, kitap nasıl seçilmeli ve okunmalı?
Öğretmen katkısı okuma sevgisi için son durak bence. Çünkü onun eline hammaddenin işlenmiş hali gidiyor. Ebeveyn katkısını sonuna kadar savunuyorum ve gerekli buluyorum. Okumak, anne karnında başlar diye bi laf etsem, fazla uçmuş olmam herhalde. Kendileri okumanın ete kemiğe bürünmüş hali olan ebeveynlerin yer aldığı, kitabın kendisinin, evin her yerine saçıldığı, gerekirse oyun aracına dönüştüğü bir ortamda, sanmıyorum ki bir çocuk okumaya yanaşmasın. Kendisi okumayan anne babaların sitemidir genelde çocuğum okumuyor. Öğretmen bu malzemeyi özet çıkarttırıp, yarışmalar yaptırıp, soru yağmuruna tutup, "ne anladın anlat bakayım"a dönüştürmezse, üzerine ekleyip o çocuk okurdan nefis bir mücevher yapabilir. Kitap seçimi konusunda yönlendirme ilk zamanlarda gereklidir. Çocuk kendi sevdiği türü bulana kadar, ona geniş bir kartela sunmakla biz yükümlüyüz. Biraz çizgi roman, birkaç kurgu dışı, bolca resimli kitap, ilgisini çekebilecek konularda fazlaca kurgu, belki seri kitaplardan birkaçı, dergiler, şiirler sunalım bakalım. Sevip de, bana bunun devamı al dediği ne ip varsa, onu tutup oradan ilerleyeceğiz. Nasıl okunmalı sorusuna yanıtım ise, "artık istemeyene kadar ve sesli" olacaktır. (İlkokul çağı dahil)
Okurlarınızla buluşuyorsunuzdur. Hangi çocuk sizi heyecanlandırır? Çocuklardan beklentiniz nedir?
Beni heyecanlandıran çocuk, kitapta en göze çarpmayan detayları fark eden, benden kendine özel talepleri olan, soru soran çocuktur. Çocuklarla buluştuğumda, genelde birlikte hikayeler uydurarak son veriyoruz programa. Hayal gücü ve gülücüğü çok olanları severim. Kimi bana mektup yazar sonradan, kimi resim yapar ki, bunların da tadına doyum olmaz. Ayrıca ben şunu okudum siz okudunuz mu diyen kitap kurtlarını unutmayalım.
Modern pedagojiyle aranız nasıl? Geleneksel yöntemlerle modern pedagoji arasında nerede duruyorsunuz? Yazdıklarınızda hangisinin ağırlığı daha fazladır?
Yazdıklarım modern kategorisine daha yakın sanırım. Çünkü kalıplar yok ve saçmalamak serbest.: )
Bugünün yazarları kalıcı eserler bırakabilecek mi? Sizce çağdaşlarınızdan kim yüz yıl (yüz çok olduysa elli diyelim) sonra da okunur?
Maalesef üzerine en çok düşündüğüm soru bu oldu, çünkü peş peşe hep yabancı yazarlar geliyor aklıma. Yerli edebiyattan Mevlâna İdris okunur, çok kıymetli bir insandı gerçekten. Bizim de gayemiz hoş bir seda bırakmak, nasip olur mu bilmem.
Yetişkin bir yazarın bugünkü çocuğun diline, düşüncesine sahip olması mümkün müdür, gerekli midir? Farklı kuşakların bağını koruyabilmek için dünyalararası bir köprüye mi yoksa tek dünyalaşmaya mı ihtiyaç var?
Bugünkü çocukla aynı dili konuşmasak da, ona yaklaşmak zorundayız. Neye gülüyor, nedir onu hüzünlendiren, neler ilgisini çeker, bunları bilmek bize hedefi tutturmayı sağlar. Bunun için gündemi ve yeni nesli yakından takip etmek, onlarla haşır neşir olmak, belki bir bankta oturup uzun uzun onları seyre dalmak ve gözlemlemek zorundayız. Hedef kitlemizi tanımazsak kim için yazacağız? Farklı kuşaklar tek tip dünya gerektirmez. Yeniye eskiyi harmanlayabiliriz. Bu da işin tadı tuzu sitemi mizahı olarak silüet bulur belki kendine. Özetle, kendimiz olarak ama onlara yaklaşarak bu köprüden geçebiliriz.
Günün şartları ve çocuk edebiyatının ticarîleşmesi sizi korkutuyor mu? Okumak bir lüks, yazarlar marka, okurlar müşteri olmaya doğru mu gidiyor? Giderse ne olur?
Evet, asla yapmam dediğim şeyleri yapmaktan korkuyorum mesela. Uzaktan bakıp hoşlanmadığım, fırsatım olduysa da geri durduğum girişimlerin istemsizce içinde yer almaktan korkuyorum. Okumak hiçbir zaman lüks olmadı bence. O kitabın çok dediğimiz fiyatına vermek yerine nereye harcadığımızla ilgili biraz. Tercihlerimizle. Eve giren ekmek gibi yakıt gibi ödenmesi gereken, hayati bir gider kitap. Buna ayrılan bütçe de, hayatın olağan akışında kendine yer bulmalı diye düşünüyorum. Evet o kıyafeti almazsam, bu kitapları bu ay alabiliyorum. O kahveyi o mekânda içmediğimde de şu kitabı. Gibi gibi. Tabii ki bunu, belirli bir gelir seviyesini kasıtla söylüyorum. Geçim sınırının altında yaşama savaşı veren binleri nasıl aynı tutabiliriz? Yine de kütüphaneler, ödünç kitaplar umut oluyor bu noktada. Yazarlar markalaşıyor. Ağzından çıkan "a"nın önümüzdeki raflardan elimize düştüğü yazarlar var. Nitelik solsa da, kimse sorgulamıyor. İsim yeterli geliyor çoğu zaman, bu üzücü. Bize ve edebiyatımıza yeni ne kattığı, nasıl kattığı da önemli olmalı değil mi o ismin? Okurlardan bazıları müşteri olmuştur çoktan. Gösterişe aldanır. Ve biz kaçıncı baskısını neden yaptığını bilmediğimiz o kitabın, ardındaki gizemi ararız. Ama bazıları da ince eleyip sık dokur, sorgular. İkisi sanırım bir bütün oluşturarak yuvarlanıp gidiyor. Giderse, edebiyat iyileşmiyor. Sorgulayan yanın ağır basması lazım.
Sosyal medyada binlerce kitap değerlendirme hesabı var. Bunlar sizce okurları doğru yönlendiriyor mu, işe yarıyor mu? Kitap incelemeleri, değerlendirmeleri, eleştirileri noktasında neredeyiz? Takip ettiğiniz, çocuk kitaplarını değerlendiren bir mecra var mı?
Bayıldımcılık, kalbimi bıraktımcılık akımları ile arka kapak yazıları bizi nereye getirdi, nereye götürür düşünmek lazım. Kitapları gerçekten okuyan, irdeleyen hesapları, kişileri, o minimal kitleyi bulmak lazım. Yayınevinin protokol listesine girmek için bin takla atan, girdikten sonra da tanıtımın suyunu çıkaran her detayı herkes biliyor aslında. Fakat herkes, devam ediyor onlarla yoluna. Böyle kitap eleştirisi olmaz. İlla ki eleştirmen olmak gerekmiyor, okur yorumu da çok önemli bu yazılarda. Ama okurun önce okuması gerekmez mi? Takip ettiğim mecralar, yayınevinin kendi sayfaları açıkçası. Gerçekten okuyup, kendinde bıraktığı izlere değinen birkaç blog yazarı, sosyal medya kişisi de yok değil tabi. E-dergiler ve bültenler de işimi kolaylaştırıyor. Temiz içerik derdinde olan Yayın Dedektifi diye bir oluşum var mesela. Çocuk Yazını ekibinin dosya çalışmaları, sizin vasıtanızla Kitaphaber sayfası, sevdiğim yazar arkadaşlarım, yayın dünyasından dostlarımın tavsiyeleri, hep birlikte yol gösteriyor aslında.
Yazar: A. Erkan AKAY - Yayın Tarihi: 04.03.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.02.2024 14:03