Çocuklarını Yiyen Darbelerden Bir Küçük Kesit
Vildan KINALI yazdı...
1950'lerin başında Mısır, Kral Faruk tarafından yönetiliyordu. Kral Faruk kişiliğiyle de skandallara yol açan bir yöneticiydi. Toprak ve gelir dağılımında ciddi bir eşitsizlik söz konusu olduğundan ülkede huzursuzluk hâkimdi. 1948-1949 Arap- İsrail savaşında Mısır'ın aldığı yenilgi bu huzursuzluğu daha da artırmıştı. Siyasal anlamda da ciddi bir kriz havası hâkimdi. Ülke hala İngiliz egemenliğinden tam anlamıyla kurtulmuş değildi. 1936'da İngiltere ile Mısır arasında imzalanan anlaşma geçerliliğini koruyordu.
1952'ye gelindiğinde seçimlerde zafer elde eden Vefd Partisi lideri Nahhas, İngilizlerle olan anlaşmanın yürürlükten kaldırıldığını ilan etti. Böylece İngiliz askerlerle Mısır'lı gerillalar arasında çatışmalar başlamış oldu. Bu çatışmalar esnasında İngiliz tankları Mısır'lı elli polisi öldürdü ve onlarca polisi yaraladı. Bu olay Mısır halkı tarafından "Kara Cumartesi" olarak adlandırıldı. Kahire'de gösteriler ve ayaklanmalar çıktı. Asayiş yok olma noktasına geldi ve bu durum iktidarın da sonunu hazırladı.
İşte tam böyle bir ortamda kendilerine "Hür Subaylar" adı veren bir grup asker darbe ile hükümeti ele geçirdiler. Ancak bu kısa süreli bir askeri müdahale değil, rejim değişikliğiydi. Kral Faruk sınır dışı edilerek sürgüne gönderildi. Krallık kaldırıldı ve devletin adı "Mısır Cumhuriyeti" oldu.
"Hür Subaylar" hareketinin başında bulunan genç subay Cemal Abdül Nasır başlangıçta iç işleri bakanı olsa da daha sonra, Mısır siyasi tarihine adını yazdıracak bir devri başlatarak devletin başına geçecekti.
Nasır başa geldikten sonra birçok reform yaptı. Başlıca sloganı emperyalizm ve feodalizmi kaldırmaktı." Toprak Reformu Yasası" ile pek çok yeni düzenleme yapıldı. Kral'ın ve büyük toprak sahiplerinin varlıklarına el kondu. Demokrasi ilkesinin sembolü olarak üç yüz elli sandalyelik bir meclis kuruldu.
Cemal Abdul Nasır 1956'ya gelindiğinde yapılan düzenlemelerin işlevsel olmadığı gün yüzüne çıkmak üzereyken bir takım dış politika hamleleriyle yaşadığı döneme adını altın harflerle yazdırdı. Nasır hükümeti Nil Nehri üzerinde büyük bir baraj yapmayı planlıyordu ancak bunun için gereken para ortada yoktu. Bir milyar dolarlık krediyi alıp almama tereddüdü yaşayan Nasır, ABD'nin krediyi geri çektiğini ilan etmesiyle sarsıldı. Soğuk Savaş atmosferinin hâkim olduğu iki kutuplu dünyada yönünü Sovyetlere çevirmeyi böylece kafaya koyan Nasır, 26 Temmuz 1956'da hala Batılı devletlerin kontrolünde olan Süveyş Kanalı'nı millileştirdiğini ilan etti. Bunun yanı sıra artık kanal gelirlerinin kalkınmada kullanılacağını da açıkladı. Nasır'ın bu çıkışı Mısır ve Arap dünyasında coşkuyla karşılandı. Nasır artık Arap halklarının ümidiydi. Filistinliler başta olmak üzere halklar geleceklerini onun elinde görüyorlardı…
Batı'nın öfkesini ve düşmanlığını artıran bu karar Nasır'ın siyasal zaferini perçinleyen bir dizi uluslararası krizi tetikledi. Bilhassa Arap- İsrail cephesinde yeni bir dönem başlattı. İsrail, İngiltere ve Fransa, Mısır'a karşı ortak bir harekât başlatma kararı alarak Sina'yı ve kanal bölgesini bombalamaya başladılar. Fakat bu harekât BM kararı ile durduruldu. Mısır bu olayda askeri olarak yenik duruma düşse de sonuç siyasi anlamda Nasır için zaferdi. İngiltere ise bu olaydan en fazla zarar gören devlet olmuştu.
Bundan sonra Nasır, Arap dünyasındaki liderlik konumunu pekiştirecek girişimlerde bulundu. Arap Birliğini kurmaya yeltendi. Fakat bu girişimler uzun vadeli olamadı.
Darbe ile başa gelen Nasır ülkedeki bütün müesseseleri devletin kontrolüne almış ve başlarına da asker kökenli insanlar getirmişti. İlerleyen yıllarda bu durum olumsuz sonuçlarını göstermeye başladı. Ehil olmayan insanların bu görevlere gelmesi zamanla işlerin kötüye gitmesine neden oldu. Ekonomik anlamda da hızlı bir şekilde alınan kararlar, uzun vadede iyi sonuçlar doğurmamış ve halkın sorunlarına çözüm getirmemişti. Nasır'ın tek adam olma gayreti, sosyal, ekonomik, siyasal pek çok alanda olumsuz sonuçlar doğurdu. Sonrasında gelen Haziran Savaşı ve İsrail'den aldığı yenilgi Nasır'ın imajına büyük bir darbe indirdi. Bölgedeki birçok karışıklığın gölgesinde Nasır, 28 Eylül 1970'de kalp krizi sonucu vefat etti. Her şeye rağmen Nasır'ın ölümü Arap dünyasında büyük bir yasa sebep oldu.
Cemal Abdul Nasır'dan sonra devletin başına Enver Sedat geçti. Sedat iç ve dış politika anlamında Nasır'ın tersi yönde icraatlara girişti. Nasır'ın devlet tekeline aldığı her şeyi özelleştirerek sosyalist çizgiden kapitalist, liberalist çizgiye taşıdı. Enver Sedat esasen, Nasır'dan ekonomik sorunlar yumağı devralmıştı. Devletin İsrail ile olan düşmanlığı ekonomiyi olumuz etkiliyordu. Haziran Savaşı'nda Mısır'ın aldığı yenilgiden dolayı Süveyş Kanalı'ndan gelir elde edemiyor, gücünü pekiştirmiş olan İsrail'den ödün koparamıyordu. Çareyi İsrail ve ABD ile arayı düzeltmekte bulan Sedat bu çıkışlarıyla Arap dünyasının öfkesini kazandı. Mısır, diğer Arap devletler arasında yalnız kaldı. İsrail ile arayı düzeltme girişimleri ise pek sonuç vermedi. Mısır halkı özel sektöre tanınan hakların artmasından rahatsızlık duyuyordu. Nasır'ın kurduğu kamu kurumları özelleştirilmişti. Yeni icraatlar halka refah getireceği yerde daha da fakirleştiriyordu…
1973'te gerçekleşen Arap- İsrail Savaşı'nda Sina yarım adasının geri alınması bile halkı avutmuyordu. Bunun yanı sıra Enver Sedat şaşaayı seviyor, aşırı lüks hayatıyla halkın tepkisini üstüne çekiyordu. Bütün bunların üstüne Sedat'ın tarihe kara leke olarak yazılan "Camp David" diye bildiğimiz ve "Ortadoğu'da Barış İçin Bir Çerçeve" başlıklı anlaşmayı imzalaması onun sonunu hazırlayacaktı. Sedat'ın kendisinden hoşnutsuz olan İslami muhalefete mensup binden fazla insanı tutuklatması ise bardağı taşıran son damla oldu.
6 Ekim 1981'de resmi bir törende askerleri selamlamak üzere ayağa kalkan Enver Sedat'a askerler yaylım ateşi ile karşılık verdiler. Bu olay sonucu hayatını kaybeden Enver Sedat'ın yerine ise Hüsnü Mübarek geçecekti…
Bir Devrin Şahidi: Necip Mahfuz
Necip Mahfuz anlattığımız olayları yaşamış biri olarak "Başkan'ın Öldürüldüğü Gün" romanında dönemin meselelerine atıfta bulunmuş. Bu atıflar karakterlerin isimlerinden başlayarak göze çarpıyor. "Randa Süleyman Mübarek" birbirini seven iki gençten biri. Bu gençler uzun süredir nişanlı olmalarına rağmen maddi sorunlar yüzünden bir türlü evlenemiyorlar. Olaylar Enver Sedat'ın başkanlığı döneminde cereyan ediyor. Zaman zaman Türk filmi izliyor hissine kapılıyoruz. Üç ayrı anlatıcı var. Bunlardan biri Randa, diğeri onun nişanlısı Elvan Favaz Muhteşim ve onun dedesi Muhteşim Seyit.
Muhteşim Seyit görmüş geçirmiş, bilge bir ihtiyar. Elvan ise yuva kurmak, sevdiği kızı alabilmek hayaliyle yaşayan ümitsiz bir genç. Ülkenin içinde bulunduğu durumu onun şu sözleri çok iyi anlatıyor: "Yüksek sesle açıkça rüşvet teklif ediliyor. Arazilere el konuluyor. Mezhep ayrılıklarının tekrar alevlenmesine kim engel olacak? Halk meclisi dans edilecek bir yerdi şimdi ise şarkı söylenen bir yer oldu."
Kitabın finalinde Enver Sedat'ın öldürüldüğü gün Elvan açısından dönüm noktası olan başka bir hadise daha cereyan ediyor. Karamsar bir atmosferle başlayan roman aynı şekilde sona eriyor.
Necip Mahfuz hem kendi ülkesi hem İslam Dünyası açısından çok önemli olaylara şahitlik etmiş. Kitaplarında bunlara yer vermiş. Dili oldukça yalın fakat bu yalınlığı zaman zaman yavanlık olarak da algıladığımı söylemeliyim. Tanpınar'ın kitabı sonrasında bu kitabı okumuş olmak mı bana böyle düşündürdü bilemiyorum ama bu kadar önemli olayların yüz sayfaya sığdırılmış olması da düşünceme bir delil bence. Biraz daha derinlikli anlatılmayı hak eden olaylar diye düşünüyorum.
Darbelerle dolu Mısır siyasi tarihi ile olan benzerlikle dolu siyasi tarihimizden ümitsizliğe kapılmakla beraber, Muhteşim Seyit'in şu sözleriyle avunuyorum: "Senin baş etmen gereken güçlükler, kayıp bir kuşak değil, kahramanlar yaratmaya uygun."
Bu sözün hatırına kitabı yabana atmıyorum. Bir memlekette adaletsizlik hâkimse, buna bağlı olaylar vuku bulurken sağcı- solcu, dinci-dinsiz ayırımı yapmıyor bunu bir kez daha anlıyorum. Önüne geleni öğütüyor. Necip Mahfuz sığ anlatımına rağmen bu mesajı vermeyi başarmış. Nobel'i hak etmiş mi? Orası tartışılır…
Başvurular: Cleveland, W. L. (2008). Modern Ortadoğu Tarihi. İstanbul: Agora Kitaplığı.
Mahfuz N.(1985), Kırmızı Kedi Yayınları
Başkanın Öldürüldüğü Gün
Necip Mahfuz
Kırmızı Kedi Yayınları
100 sayfa
Yazar: Vildan KINALI - Yayın Tarihi: 15.03.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 23.04.2023 23:49