Daisy Miller’dan Günümüze Katlanarak Gelen Bütün Ağ�, Edebiyat, Şerife Saliha BUĞA

Daisy Miller’dan Günümüze Katlanarak Gelen Bütün Ağırlıklarımıza yazısını ve Şerife Saliha BUĞA yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.

Daisy Miller’dan Günümüze Katlanarak Gelen Bütün Ağırlıklarımıza

13.04.2022 09:00 - Şerife Saliha BUĞA
Daisy Miller’dan Günümüze Katlanarak Gelen Bütün Ağırlıklarımıza

"Bütün yüklerim iniyor sanki omzumdan,

çok şükür Allah'ım." (Çelik, s. 8)

Münazaraların vazgeçilmez tartışma konularından birisi olan insan mı toplumu şekillendirir yoksa toplum mu insanı şekillendirir sorusu üzerinde düşünülüp tartışılan sorulardan birisi olagelmiştir. Şahsî görüşümüz ikisinin de birbirini şekillendirdiği fakat toplumun baskın bir gücü elinde bulundurmasıyla belirleyiciliğinin daha fazla olduğu yönündedir. Toplumun bu baskın belirleyiciliğine Özel, "Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir." (*) ayetine atıf yaparcasına toplumu bir "tiyatro" (Özel, s. 218) gibi görerek ve bu tiyatronun da zindan haline gelmesine vurgu yaparak dikkatleri çeker. Öyle ki ona göre hemen hemen herkes –ister seyirci olsun ister oyuncu ister bilet kesici fark etmez- bir şekilde bu tiyatro zindanına hapsolmuştur. Tüm bu insanlar arasındaki tek fark ise bazıları oyundan çıkmanın yollarını ararken bazılarının –bu kısım büyük çoğunluğu teşkil eder- halinden gayet memnun sonuna kadar oyundaki yerini koruma telaşesinde olmasıdır. Fakat oyuna girmek ne kadar kolaysa, ki bunun için bir moral değeri benimsemiş olmanız yeterlidir bu giriş biletidir ancak konumunuzu sahip olduğunuz statü neticesinde toplum tarafından verilen etiket belirlemektedir, oyundan çıkmak da bir o kadar zordur. Zira oyundaki yerlerini sonuna kadar korumak isteyen kesim oyundan çıkmak isteyen kimselerin çıkardıkları sesleri, oyuna engel oldukları bahanesiyle, kesmek için elinden geleni ardına koymamaktadır. Hele ki kadınsanız ve aşağılarda bir statüye sahipseniz bu kat be kat daha zordur. İşte tevafuken peş peşe okuduğum, birisi 1878 yılında kaleme alınmış bir roman olan Daisy Miller ve diğeri ise geride bıraktığımız yıl içinde raflarda yerini alan bir öykü kitabı olan Bütün Ağırlıklarım isimli eserler de hapsoldukları bir tiyatroda nefes dâhi alamayacak hale gelen kadınların çıkış yolları aramalarını, fakat birçoğunun tam çıkmak için koltuklarından kalkmaya niyetlendikleri anda omuzlarında hissettikleri ellerin ve 'biletin yanar' diyerek öne sürülen moral değerlerin tüm ağırlıkları neticesinde koltuklarına oturup kalmalarını etkileyici bir şekilde gözler önüne seren iki kıymetli eserdir. Bu durumun nasıl ortaya konulduklarını görmek adına gelin iki esere de kısa bir bakış atalım.

Daisy Miller Ve Bütün Ağırlıklarım

Henry James tarafından kaleme alınan Daisy Miller romanı Cenevre'nin Vevey Kasabası'na tatile giden Amerikalı Miller ailesini daha doğrusu bu ailenin kızları olan Daisy Miller'ı odağına alır. Oldukça girişken, arkadaş canlısı, konuşkan bir kişiliğe sahip olan Daisy tatil için gittikleri kasabada Winterbourne isimli genç bir adamla karşılaşır. Genç adam aslen Amerikalıdır fakat çok küçük yaşlardan itibaren Cenevre'de yaşamaktadır; Vevey'e de teyzesini ziyaret etmek amacıyla uğramıştır. Daisy ile karşılaşmaları da bu ziyaret esnasında gerçekleşir. İlk gördüğü andan itibaren genç kızdan etkilenen Winterbourne onunla iletişim kurabilmek için sohbet başlatmaya çalışır fakat Daisy sözlerine karşılık verip sohbet etmeye başladıklarında genç kızı 'hafif' bir kız olarak damgalamaktan da geri durmaz. Zira "terbiyeden yoksunluğun bir delili olarak kabul edildiği durumlar dışında kendisini hiç bu şekilde ifade eden genç bir hanıma" (James, s. 44) rastlamamıştır. Yine de onun saf, temiz bir kalbe sahip olabileceği düşüncesinin ihtimal dâhilinde olduğunu kendisine telkin ederek genç kızdan uzak durmaz ve daha fazla zaman geçirebilmek adına fırsat kollar. Öyle ki Daisy ve ailesi kışı geçirmek üzere Roma'ya gideceklerdir ve genç kız onu da davet eder; Winterbourne bu davete olumlu yanıt vermekten geri durmaz. Genç adam hem Vevey'de hem de Roma'da teyzesinin ve dostlarının genç kız ve ailesi hakkındaki fikirlerine başvurmayı da ihmal etmez. Ne var ki hiçbiri de Daisy'i yakından tanımamalarına rağmen genç kız hakkında iyi bir söz etmezler; çünkü Daisy yanında annesi olmadan dışarı çıkan, arkadaşları ile buluşan bir kızdır ve böyle bir kızın iyi olma ihtimali yoktur! Ama Winterbourne isterse genç kız ile görüşebilir çünkü o bir erkektir ve "Bir erkek herkesle görüşebilir tabii. Erkeklerin yaptıklarına göz yumulur ne de olsa!" (James, s. 76) Winterbourne'un arkadaşı Bayan Walker toplumun moral değerlerinin sözcüsü olma vazifesini üstlenir ve genç kıza bu tiyatro hapsinden çıkışın o mümkün olmadığını, illa ki çıkmak istiyorsa bunun sonuçlarına da katlanması gerektiğini, tabir-i caizse, haykırır. Fakat genç kız bu tiyatrodan çıkmaya kararlıdır ve bu uğurda toplum tarafından aforoz edilmeyi, her ne kadar ilk etapta kırılsa da, pek umursamaz. Oysa Çelik'in öykülerine can veren karakterlerin birçoğu Daisy'nin yaptığı gibi yapamazlar; topluma baş kaldırmaya cesaret edemezler. Nalan öyküsünde "cevval, meraklı, zeki, cana yakın, biraz hiperaktif" (Çelik, s. 43) bir kişiliğe sahip olan Nalan eserde Daisy'e en çok benzeyen karakterdir. Onun da sahip olduğu bu kişilik özellikleri toplum tarafından yadırganmasına neden olur; fakat o Daisy gibi yapamaz ve "Toplumun istediği normal, ezik, çekingen, durgun" (Çelik, s. 43) bir hayat sürmeye başlar. Kendisi gibi olabileceğini fark ettiğinde ise ruhuna sinen bu hâletirûhiyeden kurtulması o kadar kolay olmayacaktır. Büyümek isimli öyküde de durum bundan çok farklı değildir, bir kadının sadece kişilik özellikleri değil fiziksel özellikleri de topluma malzeme olabilmektedir; zira "İnsanların genç kızlar üzerindeki bütün emelleri koca bulabilme ekseninde" (Çelik, s. 59) ilerlemektedir. Evlendiklerinde de bu öne sürülen moral değerler silsilesi peşlerini bırakmamaktadır. Hatta daha katlanılamaz boyutlara dâhi ulaşabilmektedir. Üzgünlük, Beşinci Kat, Öfke ve Yusuf, Kör Öfke, Düzen ve kitaba ismini veren Bütün Ağırlıklarım öyküleri bu durumu etkileyici bir şekilde gözler önüne sermektedir. Eşlerinden psikolojik ve fiziksel şiddet gören kadınlar bu duruma son vermek istediklerinde değil toplumdan kendi ailelerinden, hatta daha da özelinde annelerinden, dâhi destek bulamamaktadırlar. Öyle ki destek olmak bir tarafa, "Kızım yuvana sahip çık, hadi akşam oluyor koş git evine, geç kalma, yemeğin var mı? Yoksa hemen yapıver bir şeyler… Sen alttan alacaksın bir de durmadan hizmetine döneceksin kocanın," (Çelik, s. 11) minvalindeki sözlerle gün gün sararıp giden çocuklarını daha beter bir yalnızlığa sevk etmekte, maruz kaldıkları şiddete göz yumabilmektedirler. Bu sözlere kulak tıkayıp, gözünü karartarak ayrılmayı tercih ettiklerinde ise, çoğunlukla, nefes dâhi alamaz bir duruma getirilmektedirler. Okuduğumda sevgili Çelik'in ikinci öykü kitabı olan Omzumda Biri'nin devamı izlenimine kapıldığım Şar Şar isimli öyküsünde boşanıp geldi diye, herkesten önce kendi halası ve annesi tarafından, psikolojik baskıya maruz bırakılan kadının bu nefes alamaz hale gelmesi durumu okura etkileyici bir şekilde yansıtılmaktadır. Tüm bunlar ise ataerkil yapının özellikle kadınlar eliyle nasıl beslendiğinin gözler önüne serilmesi açısından önemlidir.

Buraya kadar okuyunca elbette ki şöyle bir itiraz gelebilir: "Bu zindan olarak nitelediğiniz toplumun tek mahkûmları kadınlar mı? Hayat bir tek onlara mı zor?" Hayır, bu zindan bir tek kadınları nefes alamaz hale getirmemektedir ama en çok kadınların bu duruma gelmesine sebep olmaktadır. Kaldı ki Çelik eserinde bu pencereden bakmayı da ihmal etmemektedir. Ölü Palmiyeler Şehri isimli öyküsünde zaman zaman toplumun bir erkek için de nasıl nefes alınamaz bir yere dönüştüğüne dikkatleri çekerken, Balık Pul Kılçık isimli öyküsünde yoksulluğun bir babanın belini nasıl büktüğüne ışık tutmaktadır. Fakat karşılaştığı bu zorluklara rağmen bir erkeğin topluma sırt çevirebilmesi her şeyi, herkesi geride bırakmaya karar verdiği anda çekip gitmesi ve gittiğinde de geçimini bir şekilde idame ettirebilmesi, her ne kadar zor olsa da, bir kadının bunu yapmaya niyetlendiğinde karşılaştıkları kadar da zor olmamaktadır. Çünkü kadın, tüm bu çevreye arkasını dönüp, her şeyi, herkesi geride bırakmak istediğinde dâhi sorunlar bitmemekte; bu sefer de kapitalizm denen dev onu yutup sindirmek için hazır beklemektedir. Çelik'in karakterleri biraz da bu yüzden, hatta en çok desek mübalağa olmaz diye düşünüyorum, Daisy kadar cesur davranamamaktadırlar. Zira Daisy'nin yazıldığı dönemde her ne kadar toplum baskısı olsa da en azından kapitalizmin dişi çarkları henüz işler vaziyete geçmiş değildir. Günümüzde ise toplumda kaçılsa bile geçim derdi kişinin belini bükmeye yetmektedir; hele ki bir de çocuk varsa bu katlanılamaz boyutlara ulaşabilmektedir.

Kadınların ağırlıkları gün geçtikçe azalacağına gittikçe katlanarak gelmektedir. Nihayetinde ise kimisi yaşananları görmezden gelerek yaşamına devam etmeye çalışırken, kimisi onları yaşama tutundurabilecek her şeye sıkı sıkı sarılarak yaşamını devam ettirmeye çalışmaktadır. Fakat kimisi de "içine birikmiş cümleler, kırgınlıklar, yorgunluklar," (Çelik, s. 24) ve tüm sorumluluklarını kısaca bütün ağırlıklarını bırakmayı seçmektedir.

Sonuç

Peki, tüm bunlara rağmen hiç mi umut yoktur, dediğimiz anda bir ses işitiriz uzaklardan "Sellooooo! Sellooooo! (Çelik, s. 81) Bu nida ile önce bir okurun silkelenmesini sağlar yazar ve herkesin bağırarak sesini duyurmaya çalıştığı bir çağda nemli olanın kalbin sesi olduğunu hatırlatır Dünyanın Sesi ve Reyhan başlıklı öyküsüyle. Bir röportajında "Paylaşımcı, sevgi dolu ailelerden oluşan bir ütopya hayalim var." (Yıldız, 2021) sözleriyle dile getirdiği hayalinin gerçekleştirilmesinin aslında çok da zor olmadığını hayattan kesitler sunarak koyar ortaya. Ve eserini tamamlarken "Bundan sonrası elbette zordur ama yine de çok güzeldir." (Çelik, s. 95) sözleriyle dirilttiği umudu tazeletir; her şeye herkese rağmen nefes aldığımız müddetçe umudun var olduğunu hatırlatır bizlere.

Nihayetinde insanın toplumu değiştirmesi toplumun insanı değiştirmesinden daha zor olsa da imkânsız değildir. Bu değişimin ilk basamağı toplumun en küçük birimi olan ailedir. Sevgi dolu bir ailenin gerçekleşmesi ise önce aile bireylerinin birbirlerine 'katlanılması gereken bir dert' gözüyle bakmaması gerekmektedir. Ancak böyle bir ailede yetişen çocuklar imkânsızı başarabilecek gücü kendisinde bulabilir. Tüm bunlar için gerekli olan ise insanın derdini -kadın, erkek, çocuk fark etmeksizin- insan alır sözünü hakkıyla anlamaktır. Bu noktada her iki eser sundukları insan manzaralarıyla bu sözü hatırlamaya ne kadar çok ihtiyacımız olduğu gerçeğini serer gözler önüne. Zira bu sözün anlamını unuttuğumuz vakit insan insanı dert olarak görmeye ve insan insana dert olmaya başlamaktadır. Sözün barındırdığı hakikati hakkıyla idrak etmeye başladığımız vakit her şey çok daha güzel olacaktır. Hakkıyla idrak edebilenlerden olabilmek temennsiyle…

Kaynakça

*. (tarih yok). En'âm Suresi, 32.

Çelik, M. (2021). Bütün Ağırlıklarım. Ankara: Hece Yayınları.

James, H. (2021). Daisy Miler. (G. Ağırer, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Özel, İ. (2016). Üç Zor Mesele. İstanbul: Tiyo.

Yıldız, G. E. (2021, 12 13). https://www.kitaphaber.com.tr/butun-agirliklarim-uzerine-bir-soylesi-k4369.html. 3 15, 2022 tarihinde https://www.kitaphaber.com.tr/: https://www.kitaphaber.com.tr/butun-agirliklarim-uzerine-bir-soylesi-k4369.html adresinden alındı

Bütün Ağırlıklarım, Müzeyyen Çelik, Hece Yayınları (2021)


Yazar: Şerife Saliha BUĞA - Yayın Tarihi: 13.04.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 02.04.2022 23:16
960

Şerife Saliha BUĞA Hakkında

Şerife Saliha BUĞA

1994’te Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde doğdu. Lise öğrenimini Yeşilhisar Anadolu Lisesi’nde gördü. 2017’de Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden (İngilizce) mezun oldu. “Kendini Bil” sözünü kendine gaye edinmiş, bu uğurda ‘insan’ kalmak ve insan olarak son nefesini vermek üzere çaba harcayan, ‘insan’ denen meçhulün peşinde koşan, tek sığınağı kitaplar olan bir ademkızı…

Şerife Saliha BUĞA ismine kayıtlı 24 yazı bulunmaktadır.

Twitter