Dantele İşlenemeyen Saadet
Birsen Çay, kitaphaber için kaleme aldı...
"Önyargımı kırmana hazırım!" diye not düşerek başladım Cihan Aktaş'ın bu kitabına. Pek çok eserlerinin olması ve bunlara gözümü kapatma sebebi yargılarım vardı. Kitap tavsiye listesi için aramaya çıkışlarımda, kitabı seçerek okuyanların listesinde ve dilinde ısrarla Cihan Aktaş'ı görmek ve seçerek okunan kitapların dilinin; didaktik olması, idealizmin ayak seslerini duyuruyor olması önyargılarımı pekiştiren sebeplerdi.
Sekiz öyküden oluşan eser; her biri farklı konu gibi görünse de öykü karakterlerinin birbirleriyle satır aralarında buluştuğu, görülecek kıvamda. Teknik bilgi olduğunu öğrendiğimiz: "Giriş cümlesi önemlidir!" kuralını "Dağın Öteki Yüzü" öyküsünde fark etmek mümkün. "Başlangıcı böyle olanın devamı nasıl olur?" tedirginliği yaşamak istemezdim okuyucu olarak. Neyse ki Peyami Safa'nın Matmazel Noraliya'nın Koltuğu'ndan idmanlıyım. Öyküler arasında en çok altını çizdiğim öykü olarak baştan önyargımı kırmayı başardı Cihan Aktaş.
"Onca hengâme arasında seni sevmişim!" diyen şairi görür gibi oldum bu öyküde. Akıl- kalp gelgitlerindeki bir genç kızın, gündelik hayatın getirisi ve götürüsünün resimlerini çekebilmesi ve onca duygu ve düşünce ağırlığı altında dağın öteki yüzüne tek başına geçmeyi göze alışı… Direnmenin devrime dönüşünü görmek, okuyucuya da ışık tutuyor.
Zihnin aşk ile meşguliyetini gündelik hayata yansımasını, duygu ve düşünce yükleri arasında yaşam döngülerinin de farkında ve peşinde olmanın karaktere giyindirdiği kaosu güzel işliyor. Duygu karmaşası yerli yerinde kurgulanmış ancak azar azar da olsa kıssadan hissecilik akışta olumsuz tat bırakıyor. Tarifin azlığı, netliğe çabuk ulaşım, yazının anlatım gücünü azaltıyor.
İkinci öykü "VİP" ile ayrıcalıklı kişilere tanınmış ayrıcalıklı hizmetten başka bir anlamı olduğunu, hatta bir hastalık adı olduğunu öğreniyorum şaşkınlıkla. Hele hele bu hastalık okuma tutkusu, bilgi açı olan birinin başına gelirse neler yaşayabileceğini, okumayan daha doğrusu kitap tozlarına, kâğıtlara alerjisi olmasından dolayı okumaması gereken bir kitapseverin bir araştırmacının çıkmazlarını, bu çıkmazlarla beraber bilgi aşkı ve bu aşk uğruna sağlığını risk etmesi, bazen sağlığına dikkat etmenin bedeli olarak kestirme yoldan geri vites yapıp uzun sürecek bir yolculuğu göze alması… İlham verici, motive edici. "İyi bir kitap sizi diğer kitaplara yönlendiren kitaptır" sözünü hatırlattı bu bölüm. Yazar genel olarak kitabın tamamında farklı kitap ve yazarları anıyor ama bu bölümde bu anmayı daha fazla görüyorum. Yazar – iyi bir yazar olmak için- bunu bilinçli olarak mı yapıyor ya da birikimlerini hesapsızca mı paylaşıyor kararsız kaldım açıkçası. Ara ara öykü ve deneme tadı aldığım bu öyküye bütünüyle "öyküdür" ya da "hikâyedir" diyemem; daha çok anı tarzında. Toz alerjisi üzerinde durması bana Proust'un Swann'ların Tarafı kitabında otuz sayfa üzeri uykuyu yazmasını hatırlattı. Bir tutam araştırma aşkı ve taktiği, bir tutam kitap listesi edindim bu anıda.
Üçüncü öykü "Aile Fotoğrafı" yalın, sıcak, içten, akıcı bir bölümdü. Boşanmış bir çift ve anne babasının arasını yapma peşinde olan bir çocuk anlatılıyor. Sürekli sorgulayıcı, buna rağmen huzursuzluk çıkarma eğiliminde olmayan bir anne karakteri üzerinden, herkesin gördüğü anne baba figürü ile görünmeyen anne baba figürü resmediliyor. "Neden suya düşen dantel?" sorusunun cevabını bu öyküde alabiliriz. "Kitap ismini son öykü ile almış olsa da bu kitabın ismini bu bölüm daha güzel işliyor mana cihetiyle. Pembe koltuklar üzerinde yapılan danteller, bu dantellerle kurulan saadet yuvası hayalleri ve hayallerin suya düşmesi. Saadet olmayınca el emeği göz nuru dantellerin mutluluk getirmediğini, hayallerini yitirmeden anlamıyor insan.
Dördüncü öykü "Alnındaki Işığın" ile mazlumlar adına yapılan mitinglerin çok olduğu, pankartların gölgesi altında filizlenen muhafazakâr kesimin aşkı ve aşka yüklediği anlamı kendi ayağına sıkarcasına cesurca anlatmasından etkilendim, takdir ettim. Tarifini güzel adamlara ısmarladığımız aşkı bir kadının kaleminden okumak… Ve bu aşk üzerinden; eleştiri yağmurlarına tutulan, miting meydanlarından dünyevileşen Müslümanlığa evrilişin temelindeki sorunu da öykü üzerinden anlamak mümkün. Ömrünü davaya ve dava arkadaşlarına adayanların yalnızlaşması sonucu yaşadığı hayal kırıklığı… Duygu kaybının nesne ile telafi edilmesine bir örnek olsa gerektir.
Beşinci öykü "Boşluk" bir annenin kayıplara karışan oğlunu ve bu kaybın aile üzerindeki daha çok anne üzerindeki tesiri anlatılıyor. Öykünün sonucu olmaması, belirsizliğin bitmemesi kimi okuru rahatsız etmiş. Oysa bir belirsizliği hikâye etmenin şekli, belirsiz olmasıdır. Yazar akıcı ve sıcak anlatım tarzını kullandığı bu öykü üzerinden; kaybın insana yüklediği boşluğu, boşluktan kaynaklı belirsizliği, bu belirsizliğin çıldırtan sorguları ile okuyucuya dokunaklı bir hikâye sunuyor.
"Tabi, dağıttılar odasını. Hiç, dedim, anarşist olur mu oğlum, bakın ne kadar düzenli masası. Bakın, pantolonları gömlekleri ütülü, tertemiz çamaşırları, çorapları mis gibi çekmecesinde, işte albümleri, işte dergileri, kasetleri sıra sıra. Hep kitap okur, kitapla yatar kalkar, katlı pijamaları, tıraş takımları, nasıl anarşist olur?" (S. 63)
Altıncı öykü "Fırat'a Giden Ömür" ile; Fırat Nehri kenarında yaşayan Raşit ağanın Karakaya barajının patlaması sonucu mekân değiştirmesiyle iki kişilik tipi çiziliyor; selden önceki Raşit Ağa, selden sonraki Raşit Ağa. Eşi öldükten sonra baldızı ile evlenerek törenin; eşler arasındaki iletişimine, aile ortamına olumsuz etkileri göze çarpıyor. "Sevilen kadın" olmakla "tercih edilen kadın" olmak arasındaki farkı ve değeri Raşit Ağa karakteri üzerinden görmekteyiz. İlk eşinin mezarından bir avuç toprak alamadığına yanarken ve ona ait hatıralar tazeliğini korurken, ikinci kadının sevgisizlikten büyüyen intikamı ve itaat ettiği sözler kadar Raşit Ağa'yı susmaya mecbur edişi… Ve tabi İhtiyar insanların muhabbetle mutlu olduğu, iyileştiği bu acziyet döneminde; sürekli kendilerinden bahsetmek isteyişleri, işe yarayamadıklarını düşündükleri durum karşısında savunma mekanizması olduğuna dair örnek teşkil ediyor. Yedinci öykü "Katya Diye Biri Yok" ile; karakterler ve yerleri soluk kalmış, Ne nerede? Kim Kimdir? Sorularına cevap almak tekrar tekrar okumaya sevk ediyor. Kurgudaki zihinsel sıçrayışlar yazının anlaşılma zorluğuna olanak sağlıyor. Okuru merakta tutmak için yapılan bir taktikse eğer yetersiz kalınmış diyebilirim. Bu öykü benim kalemimden çıkmış olsa idi başlığı "Kuaför salonunda mustazaf düşleri" olurdu şüphesiz. İdealist bir öğretmenin ticaret hayatına atılışı, ticaret hayatının yurt dışına açılmasıyla kendisinde ve ailesindeki değişimleri, tek başına kalan kadın üzerine, kadın çevresinden gelen değişim ve dönüşüm baskıları karakterize ediliyor. Güzellik ölçüsünü sarı saçlı, mavi gözlü, olarak belirleyen kadınların -genel itibariyle hâlihazırda kabul gören bir ölçek- eşlerini elde tutmak adına sarışınlaşma serüveni ve erkeklerin güzellik algısına yenik düşüşüne dokundurma yapması, Rus kızlarının potansiyel yuva bozucu olarak görülmesi şunu düşündürdü bana üzülerek: Dilleriyle şer doğuran kadınların, aynı dille kimin hayırlı insan, güzel insan olacağına dair kestikleri nutuk dinlenilmeye layık mıydı?
Hayır ve şer arasında hayrı görememekten şerre açıklama yapmaktan yorulmuş bir kadınsa şunu diyordu: "Bir insanın dünyasına, iç dünyasına nereye kadar nüfuz edilebilinir ki? Bir insan nereye kadar başka bir insana ait?... Kıskanmalı, hesap sormalı. Neredeydin, kiminleydin, ne düşünüyorsun, niye dalıp gidiyorsun? Tedbir almalı. Bir sarı bir kızıl, bazen de esmer olmak istesem de yapamam… Ben, benim; Doğulu esmerliğimle, hayallerime ayak uyduramayan güçsüzlüğümle, belleğime kazınmış şiir mısralarıyla… (S.98)
Sekizinci ve son öykü; kitabın ismi olan "Suya Düşen Dantel" Olay ve karakter örgüleriyle "Hikayeci nasıl hikâye yazar?" sorusunun öyküye dökülmüş cevabı adeta. Bu bir şiir olur, roman olur, araştırma olur fark etmez; bir eser oluşturmanın ve bu eserin ortaya iyi şeyler sunmasının sancılı sürecini bu öykü üzerinden işleyebiliriz.
Genel olarak yazarın bu öykü kitabında olay ve karakterleri anlatırken zihin koşturmacasını, sıçrayışlarını, yoğun halde sorgulayışlarını, farklı kitap ve eserlerin tanıtımına olanak sağlayışını görürken, didaktik dilden uzak olması, ara ara kopukluk olsa da öyküye edebi dil giydirerek; akıcı, sıcak, samimi, dokunaklı olması lezzetliydi. Didaktiklik yok, idealizm aşılaması yok bilakis sancılı yürek ve sorgu halinde bir zihin dünyasında, canımızı daraltmayı başarıyor yazar.
Suya Düşen Dantel
Cihan Aktaş
İz Yayıncılık
112 sayfa
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 18.06.2021 09:00 - Güncelleme Tarihi: 06.03.2023 23:11