“Dil Devrimi” Kitabı Etrafında Bir Ufuk Turu
Dil ve Devrim
Dünyayı anlamak, anlamlandırmak ve sonra da muhataba anlatmak için en önemli iletişim aracı dildir. Dilin doğru ve etkili kullanılması dünya ile ilgili etkinlikler için olmazsa olmaz şarttır aksi halde muhataba yanlış aktarım yapılır. Hatta muhatap bulunamayabilir. Bu durum iletişim kurma zorunluluğuyla yaratılan insan için çok olumsuz olacaktır. Kamuoyunda birbirine yakın olmakla birlikte neredeyse aynı zannedilen / kabul edilen bazı kavramlardan söz etmenin vaktidir sanırım (Ancak konumuz bu kavramlar değil.): Dili doğru kullanmak sadece dil kirlenmesi ve yozlaşma ile ilgili olmayıp doğru iletişim için de geçerlidir. Bunun gereklerinden bir diğeri olarak da dil genişliğini söylemeliyiz. Kişilerin dil genişliği de kelime zenginliği kadar değerlidir. Dil genişliğini söz varlığından ayrı düşünmemin sebebi dilin söyleyiş imkânlarıyla ilgili olması dolayısıyla oradan sanata ve üst dil gibi açılımlara ulaşabilecek olmasından dolayıdır. (Dil genişliğini yana enginlik, söyleyiş imkânlarını derinlik ve yüksekliğe dönük enginlik olarak almanızı istirham ederim.) Hayat boyu zihinde biriken toplamı nasıl tasarruf etmek gerektiği yukarıdaki iki meseleye aklı sürat ettirir. Bu faaliyetler süre değil süreç, mekân değil bağlam oluşumunu getirir. Bizi yatay hayatın debdebesinden kurtaran, bütün dikey yaşantımızı üreten kültürel faaliyetimiz de bu iki meseleye bağlıdır.
TDK Yayınları tarafından 1965 yılında dil devriminin geçmişini aktarmak ve aklamak üzere yayınlandığı intibaı uyandıran "Dil Devrimi Üzerine" adlı, köhne fikirlerin cirit attığı sahafiye kitaba bir noktadan yaklaşmaya çalışacağım. Yukarıdaki dibace ve aşağıdaki bilgilendirmenin amacı budur.
Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla Atatürk'ün talimatıyla ve himayesiyle 12 Temmuz 1932'de kurulmuştur. Bu cemiyet, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" ameliyesini amaç olarak belirlemiştir. 1932, 1934 ve 1936 yıllarında üç kurultay yapılmıştır. Sonraki kurultaylarda isim değişikliği yapılmıştır. Son isim "Türk Dil Kurumu" olmuştur. Bu kurum "Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak" ve "Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak" şeklinde iki ana eksen belirlemiştir. Yürüttüğü faaliyetlerden (geçen yıl) biri olmak üzere yeşil zeytinin yazımını sayabiliriz. Eski hali bitişik yeni hali ayrı yazılması. Siyah zeytin ise güncel sözlükte artık yok. Renk ve cins adı demek. Buyurun buradan bakın.
Bu kurumun bir varoluş sıkıntısıyla malûl olduğu kesindir. İddia ettiği eksende yürüttüğünü söylediği faaliyetler teknik olarak kusurludur. Yeşil zeytinle siyah zeytin kıyasını yapabiliyor herkes. Doğu Beyazıt ile Doğubayazıt arasında da hiç de ontolojik mesele farkı yok. Türkçenin en güncel ve acil sorunu kurumun bizatihi kendisidir. Yüzlerce üniversitemiz ve her birinde yeterli donanıma sahip çok akademisyenimiz var. Onlar ya da herkes, eli kalem tutan, okuyan insanlar dile sahip çıkar / çıkıyor çünkü dile borçlular. Diğer yandan yabancı dildeki –özellikle de İngilizce- tabelalara gücü yetmeyen, yetiyorsa inisiyatif kullanamayan bir resmi kurum mu olur? En sık sorduğum sorulardan biri de şudur: dünyada başka hangi ülkede dil kurumu var? Cevap: vardır. Çoğu ülkede gayrı resmidir ve akademi şeklindedir. Tabi soruyu bir de şöyle sormak iktiza eder: dünyada hangi ülkede dil kurumu sayılan kurumlar o ülkenin dilini "şöyle değil böyle" mantığıyla daraltma-genişletme gibi uygulamalar yapmıştır? Cevap hiçbiri. Bu kurumun yürüttüğü dil siyaseti büyük zararlar verdi. Yerleşik bir yapının temelinden tuğla çekildi. Dili güçlendirme amacına matuf müdahaleler dilin kendi gerçekliği yadsınarak yapıldı. Dil çevresinde bir "inkılap" veya "devrim" olmaz, olamaz. Tashih amaçlı düzeltmeler olabilir elbette. (Bkz. "Yeni Lisan"). Bu ıslah çalışmalarında da dilin yapısı ve ruhu dikkate alınır. Dilin geniş bir zaman içinde sebebe dayalı değişimlere maruz kalması normaldir. Türkler din ve medeniyet değiştirerek bunu yaşamıştır. Bu bağlamdaki değişimler çok ve çeşitlidir. Türkçenin yapı bakımından büyük bir değişim yaşamadığını söylemek mümkündür. Sözdizimi bakımından değişim ise üstünde durmaya değmeyecek kadar azdır. Söz varlığı ve itibarıyla böyle bir değişikliğe uğramamıştır. Var olan kelimeler devam ederken dil zenginliği sağlayan pek çok kelime dile girmiştir. Dini içerik ifadesi olan kelimeler eş anlamlılarıyla birlikte var kalmıştır: Uçmak-cennet, tamu-cehennem, yazık-günah (Uçmak ve tamu kelimeleri de Soğd dilinden Türkçeye geçmiştir.) (DOĞAN, 2022). Dilde devriminden makul bir sonuç alınabilmesi belki de bilim ve sanatla iştigal edenler marifetiyle yapılmasıyla sağlanabilirdi. Devrimin başladığı süreçteki en ciddi ve önemli yazarların (Mesela Peyami Safa, Yakup Kadri…) katılmaması da ayrı ve ciddi bir gerçekliktir. Sonuçta Yunus Emre ve Süleyman Çelebi'nin camiye soktuğu ve İslamlaştırdığı Türkçe dil devrimi yoluyla İslami olmaktan çıkarılmaya çalışılmıştır. Bir asra yaklaşan dil devrimi sürecinin istenen seviyeye ulaşamamasını bu bakımdan incelemekte de fayda vardır.
Eser Ya Da Kitap Değil, Bir Yapıt: "Dil Devrimi Üzerine"
Dil Devrimi Üzerine (TDK, 1965), bir yapıt olmasından ve günümüzde belli oranda sahafiye değeri kazanmasından dolayı, ilaveten özel ilgi alanımızın Türkçe olmasından kinaye radarımıza takılmıştır. Kitabın önsözünde (böyle yazılmış) dil devrimi için bazı gerekçeler oluşturulmuş, ucuna Atatürk'ün bazı cümleleri iliştirilmiş ve mesele bağımsızlığa bağlanmış. Türkçenin otuz beş yıl zarfında arılaştırıldığı iddiasına da pek çok rakam ve istatistiki bilgi eklenmiş. Yüzdelik hesaplar yapılmış. İstatistiğin bir yalan söyleyebilme imkânı olduğuna dikkat çekmek isterim. Buna örnek olarak da TDK'ye yaptığı faaliyetlerden dolayı "nesiller arası uçurum" açma suçlaması ve ithamıyla hücum edenlere cevap mahiyetinde cümleler de kurulmuş. Elbette buraya da yüzdelik hesap ve istatistiki bilgiler eklenmiş. Sonuçta öğreniyoruz ki bu uçuruma sebep olan kelime oranı %4.5, sayısı da 500 kadarmış. Değil mi 500 kelimecik! TDK suçu kabul eder gibi yapıp ince bir reveransla 500 anarşist kelimeye aktarmış. Bakın bu yansıtma yöntemini kullanmaktaki maharete dair alametleri değmelerinde bulamazsınız. Dil devrimine karşı çıkanları da "alışamamakla" ve "ayak uyduramamakla" suçlamış. Hızını almışken "Dile müdahale edilemez, onu tabii tekâmülüne bırakmalıyız" görüşünü savunanlar da eleştirilmiş ama nasıl eleştirme… Cehaletten tutun da körü körüne bağlılığa kadar acayip bir yelpaze var ortada. Oysa bu görüş genel geçer bir özelliğe sahiptir, daha açığı ilmidir, dil devrimi eksenli söylersek bilimseldir. Kitabın ilk yazısı olarak on sekiz maddeden oluşan bir bildiri yayımlamışlar. Önsözde de söylemişler zaten. Tarihi ben manidar buldum. 29 Mayıs 1965. Eğer farklı bir anlam çıkarılacaksa bu tarihten isteyen çıkarsın. Bu bildiri oy birliğiyle kabul edilmiş. Birtakım gerçeklere başka birtakım gerekçeler üretmeye çalışmış ama bunu yaparken de çareyi alelusul çarpıtmalara başvurmakta bulmuşlar. Ancak dört ve beşinci maddeler üzerinde durmaya ve hatta bu yazıya alınmaya değer (!) şeyler, üzerine birkaç cümle kurmak bizim için de farzı ayın hükmünde. Çünkü TDK'nin bilimle ne tür bir savaşa girdiği günümüz iletişim çağı olmasına rağmen layıkıyla anlaşılmamış olabilir:
4.Madde: "Dilin hızla arınması ve gelişmesi için ona kendi yapısına uygun olarak müdahale edilebilir ve edilmelidir."
5.Madde: "Dile müdahale edilmemeli; ilkesi doğru değildir. Dil doğal ve toplumsal bütün olaylar gibi müdahale ile biçim alır. Bu durum, başka dillerde görüldüğü gibi dilimizin geçmişinde ve son otuz yıllık denememizde de görülür."
Dile müdahale etmişler, ediyorlar ve etmeye devam edecekler fakat bunu masum şekilde "kendi yapısına uygun olarak" yapacaklar. Bu ifadenin eklenmesiyle, yapılan eylem daha kabul edilebilir oldu görüldüğü üzere(!). "Dile müdahale edilmemeli" ifadesini bir ilke olarak kabul ediyor ama onun yanlış olduğunu iddia ediyorlar. Bu yapılanın yanlış olduğunun farkında olmaktır. Ancak ilmi gerçeklerin ve ilkelerin onların bakışına karşı ne önemi var değil mi? Dolayısıyla ilkelerle, bilimle falan savaşa girilir. "Dil doğal ve toplumsal bütün olaylar gibi müdahale ile biçim alır." Yani görüldüğü üzere dili bir biçime sokmayı kafaya takmışlar. Sonrasında söylenenler laf u güzaf. İlkelerle savaşmak göze alınmış bir kere.
Kitap dil devrimi lehine o dönemlerde gazete vb yayın organlarında çıkan yazıların bir araya getirilmesinden mürekkep. En azından kitabın yayın tarihine kadar böyle. Kitaptaki ikinci yazı Agâh Sırrı Levend tarafından yazılmış. Yazısında çokça ilginç hususlar var ama bendeniz kısa bir-iki noktaya dikkat çekmek isterim: "Son derece zengin olan Türk dili, yüzyıllar boyunca uğradığı ihmal yüzünden kısırlaşmış, yerini Arapça ve Farsçanın etkisi altında gittikçe tabiat dışı gelişen devşirme bir dile bırakmıştır. Bununla beraber özdil için hasret çekenler bu melez dile karşı içten gelen bir tepki ile şikâyet edenler, hiçbir zaman eksik olmamıştır. Edirneli Nazmi ile Tatavlalı Mahreminin içinde hiçbir yabancı kelime bulunmayan Türkçe manzumeleri bu hasretin ifadesidir." Türkçe ihmal edilmiş ve kısırlaşmışmış… Bu iddialar aşırı bilimsel yerseniz. Öyle olmadığına dair pek çok metin ve sanatçı sayabilirsiniz, en başta da Yunus ve Karacoğlan olmak üzere. İhmal neyse de kısırlaşmış ifadesi çok yersizdir. Madem kısır bir dil haline geldi Türkçe siz o kısırlıktan devrim marifetiyle nasıl yeni bir Türkçe elde ettiniz? Kısırsa üretime kapalı oluyor ya hani. Diğer yandan "Edirneli Nazmi ile Tatavlalı Mahremi" ifadesine biz de "Aydınlı Visali" katalım ve soralım: bu üç şair yazdıkları metinlerle mi literatüre girdi yoksa aldıkları aksiyonla mı? Cevap bizim edebiyat geçmişimiz açısından proje dönem ve topluluklar demektir. Tanzimat da Garip de benim için bu kapsamdadır. Neyse… Agâh Sırrı Levend TDK açısından soyadındaki son harf kadar ilginç birisi. 1940 senesinde yani dil devriminin nirvanaya çıktığı bir dönemde yazdığı kitabın ismi: "Maarifimiz ve Millî Terbiyemiz" (isme dikkat, bu başlıkta tek kelime bile -köken olarak- Türkçe yoktur ve İsmet İnönü'nün "Lisanımızdaki Arabi ve Farisi kelimeleri ihraç edeceğiz." Cümlesinin somut halidir). Ama inanılmaz bir ismetçidir… 1945-1951 yılları arasında İnönü Ansiklopedisi'nin (I-IV) genel sekreterlik görevini üstlenen Levend, ansiklopedinin adı Türk Ansiklopedisi olarak değiştirilince bu görevinden ayrılıyor. Sonra ne oluyor bilinmez ama 1961-1963'te ikinci defa ansiklopedinin (X-XI.) genel sekreterliğini yürütüyor. (POLAT, 2003). Bu hususa yaklaşırken agâh olmamız gerekiyor! Özetle bu yazıda çok fazla basmakalıp, dolgu nevinden cümleler ve öngörüler mevcut. O dille "Okuma yazma zordur.", "Doğu kültürü devrini tamamlamıştı.", "Osmanlıca iflas etmişti." vb. Günümüzde geç kalan her araç için kullanılan "rötar" kelimesini o gün için gereksiz bulmuş hazret ama ray, vagon ve elektriği gerekli bulmuş falan.
Kitapta Ömer Asım Aksoy'un en az on yazısı var, bir yazısına kısaca değinelim. O yazıda da dil devriminin gerekliliğine herkesi ikna etme gayretkeşliği var. Rejim zaten karar almış ve uyguluyor, yapılan itirazlar dikkate alınmıyor. Böyle bir ortamda yapılanın doğru olduğuna insanları ikna etme faaliyeti oldukça sakil duruyor ama n'apalım görev görevdir(!). Bakalım mı o yazıya? Buyurun: "Her dil kendi zamanına göre gerçekleşmiş biçimdedir. Ama bu biçim, hiçbir zaman değişmeyen gerçek olmamıştır." Sonra hangi akla hizmet, hangi hastaya hoşaf bilinmez, bir değişim ihtiyacı olduğunda halkın bu değişimi bir şekilde ve doğal olarak sağladığını da anlatıyor hazret hem de kendisiyle çelişmek pahasına. İşte dil devriminin neden evrim şeklinde halka bırakılmadığının cevabı budur. Dil her zaman genç ve güzel bir kız çocuğudur. Öyle ya, ya davulcu ya zurnacıya gitmesindir hesap… Böyle bir kitapta olmazsa olmaz kim olabilir? Elbette Ataç. Çünkü o Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasların en çok kelime uyduran ama tutturamayan rekortmenidir. Ama bu kitaptaki "Dil Devrimi" adlı yazısında Nurullah Ataç'ın derdi başkadır. "Yeni Lisan" öncülerinden Ali Canip Yöntem'in arılaşma sonrası elde edilen dille ilgili eleştirilerine fazlasıyla sinirlenmiş. Ali Canip Yöntem'e "devrimciler içinde devrimi anlamamak" suçlaması yöneltiyor. Dil devriminin ve hatta cumhuriyetin kurucu fikir öncüsü Ziya Gökalp'e hücum ederek "Türkçeleşmiş Türkçe" üzerinden eleştiri yapıyor. "Dil Devrimi" adlı yazısında Türkçeleşmiş kelimelere de karşı çıkıyor. İlla uyduracak. Dil devriminin öncü-hazırlayıcı hamlesi olan "Yeni Lisan"dan yola çıkan Türkçenin geldiği noktaya artık inanamazsınız, o noktanın Türkçe olduğuna da. Yaşasalardı Ömer Seyfettin de Ziya Gökalp de inanamazdı. (Ali Canip Yöntem o zaman yaşıyor ve inanamıyor.)
Peyami Safa'nın tam ortada duran ama bu tartışmaya katıldığını gösteren bir yazısı var kitapta. Hem her iki tarafı da destekliyor hem her iki tarafı da eleştiriyor. Ortada durmaya şiddetle özen gösteriyor. Özellikle uydurmacılığa hücum edenlere karşı hücumlar için "itidalli yaklaşma" önerisi var. Ne şiş ne de kebap yansın istemiyor. Gerisi hep bildiğiniz ezberlerden mürekkep. Bu isimlerin dışında pek çok yazar var ama isimlerini artık kimseler hatırlamıyor. O gün için bir sebeple taraf olmuşlar dil devrimine ama söyledikleri önemli bir şey yok. Bazıları da dönemin akademisyenleri falan, literatürde yer almayan figürler…
Sonuç olarak dil devrimi ile ilgili ezberlerin derlenip toplandığı bir yapıt karşısında ne tavır almak gerekiyorsa o tavrı alın. Bu yapıtı incelemek yerine, aynı ezberleri tekrar eden birini takip etmeniz yeterli. Daha fizibıl (!) olacaktır.
Dil Devrimi Üzerine
TDK Yayınları
1965
Kaynakça
- DOĞAN, D. M. (2022). https://insicam.net/2022/01/02/d-mehmet-dogan-ile-turkce-uzerine/.
- POLAT, N. (2003). https://islamansiklopedisi.org.tr/levend-agah-sirri. İslamansiklopedisi.org.tr. adresinden alındı
- TDK. (1965). Dil Devrimi Üzerine. TDK.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 18.03.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 15.03.2024 00:08