Dinler Tarihi İle İç İçe Bir Şehir; Urfa, Kara Tahta, Sait ALİOĞLU

Dinler Tarihi İle İç İçe Bir Şehir; Urfa yazısını ve Sait ALİOĞLU yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilirsiniz.

Dinler Tarihi İle İç İçe Bir Şehir; Urfa

16.06.2017 14:24 - Sait ALİOĞLU
Dinler Tarihi İle İç İçe Bir Şehir; Urfa

-doğru, yanlış, abartı ve hurafe-

“Din ne be/ ew ne din e!”

"Deli olma/(senin bildiğin) o (şey) din değildir!”

(Şair Cigerxun)

Urfa

Urfa, eski çağlardan bu yana birçok yolun kesiştiği ve birleştiği önemli bir kavşak olmakla birlikte, aynı zamanda bir ticaret ve kültür merkezi olarak bilinmektedir. Bu meyandan olmak üzere; Anadolu’nun doğusuyla batısını birleştiren, aynı zamanda Orta Doğu’yu ve Asya’yı birbirine bağlayan yolların tam ortasında, ticaret yollarının ve meşhur ipek yolunun geçtiği bir noktada bulunmaktadır. Bu konumu itabarıyla Urfa her zaman hareketli olmuş, birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Güneyinde Arap, batısında Türk, doğusunda Kürt kavimleri ağırlıklı olarak bulunmaktadır ve Urfa bu unsurların kesiştiği bir konumunda olup 'şark'ın kavşak noktasını teşkil etmektedir.

Yukarıda alıntıladığımız ifadelere baktığımızda, konumu hakkında bize yetecek kadar bir bilgiye sahip olduğumuzu, meseleyi vuzuha kavuşturma bağlamında belirtebiliriz. Buradan yola çıkarak, Urfa’nın tarih boyunca aldığı isimlere bir bakalım; M.Ö. 2000’li yıllarda, Hz. İbrahim’in döneminde isminin”‘Ur” olduğu Kamusü’l-A’lam’ da geçmektedir. M.Ö. 1500’lü yıllarda ise, Hititçe düzenlenmiş tabletlerde bölgenin ismi “Hur Ülkeleri” olarak yer alıyor. Yine M.Ö. 1000 yıllarına ait Asur tabletlerinde bölgenin adı “Hanigalbat”; M.Ö. 900’lü yıllara ait yazıtlarda ise “Hate Ülkesi” olarak geçer.

Daha sonraki dönemlerde, Makedonyalılar, bu toprakları işgal ettiklerinde, buraları“Osrhoene” olarak adlandırmış bulunmaktadırlar. M.Ö. 300’lü yıllarda Arâmiler tarafından “Urhay” isminin de kullanıldığı görülmektedir. Urfa, daha sonraki dönemlerde “Sulu Bol” anlamına gelen “Edessa” ismini almıştır.“Edessa” ismi rivayet edilir ki imparator İskender’in Makedonya’da doğup büyüdüğü şehrin adı olup onun tarafından Urfa işgal edildikten sonra, iki şehir arasında bir kıyas yapması sonucunda bu ismi Urfa’ya verdiği belirtilir. Gerçi İskender’in bu toprakları işgali neticesinde, böyle bir adlandırmadan ziyade Helen kültürünün birçok ögesinin toplumsal katmanda yer ettiği ve birçok alanı kapsadığı civar bölgelerle birlikte Urfa üzerine yapılan ve yapılacak olan araştırmalar sonucunda birçok disiplin neticesinde görülecektir. Ör. Sıra gecesi hadisesi vs…

Bölgenin İslam fetihlerinin akabinde, Arâmice olan “Urhay” isminin Arapça telaffuza uygunluk içerisinde “Ruha” olarak bir değişime uğradığını söyleyebiliriz. Hatta bu ismin bilahare, başına Arapça dil yapısına bağlı olarak, “El” takısı alarak bir özel isim bağlamında “Er-Ruha” olarak tesmiye edildiği de kaynaklarda geçmektedir.

Bilahare, 3. Halife Hz. Osman zamanında ve Muaviye’nin Şam valiliği döneminde Arap Mudar aşiretinin bu bölgeye iskân edilmesi sonucunda bu toprakları adının bu kez “Mudaroğulları’nın yurdu” anlamında “Diyar-ı Mudar” adını almıştır.Urfa adının da ‘sulak yerde bulunan’ anlamında ‘Urhai’den geldiği ve Nemrud’un bir adı olduğu da rivayetler arasındadır.
Urfa ve çevresinin jeopolitik konumu...

Medeniyet tarihinde önemli bir yer tutan Urfa ve çevresinde yapılan arkeolojik kazı ve yüzey araştırmaları bölgenin siyasi, iktisadi ve sosyo-kültürel yapısına ışık tutacak mahiyettedir. “Genel bir ifade olarak Urfa’nın içinde yer aldığı bölge tarih öncesinde olduğu gibi Roma, Osrhone ve Arapların fethi dönemlerinde de önemini yitirmemiş bir yerleşim birimidir. Urfa’daki ova ve platolar, Fırat ve Dicle nehirlerinin kuzey kısımlarıyla çevrelenmiştir. Bu dönemde bölge üç kısma ayrılmaktadır; Diyar-ı Rabia, Diyar-ı Mudar, Diyar-ı Bekr.

Eski çağlarla ilgili dönemleri Urfa açısından şu şekilde sıralayabiliriz; a)Paleolitik dönem, b)Mezolitik dönem, c)Neolitik dönem, d)Halaf dönemi, e)Kalkolitik dönem, f)Ubeyd dönemi, g)Uruk dönemi, h)Tunç çağı.

Kuşkusuz saydığımız bu dönemlere, yukarıda saydığımız dönemlere ek olarak, kısmen onlardan yeni sayılan birçok dönemi de zikredebiliriz. Ör. Hitit imparatorluğu dönemi, Urartu, Firigya ve Lidya krallıkları dönemi…
Bilindiği kadarıyla Urfa ve çevresinin jeopolitik konumunun önemli bir kanıtının bölgedeki buluntular olduğu söylenebilirdi. Bölgenin geçmişten günümüze uzanan siyasi, iktisadi ve sosyo-kültürel yapısı ve bu yapının uzantıları ancak arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarla somutlaşabilir. Bu durum Urfa gibi zengin bir tarihi alt yapıya sahip bir kent ile ilgili arkeolojik çalışmaların önemini vurgular mahiyettedir.

Tarihi Perspektif

Tüm ilmi disiplinler açısından Urfa’yı dünden bugüne ele aldığımızda ve onunla ilgili konuları bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, mutlaka tarihi bir perspektife ihtiyaç duyarız. Bu konuda, önemine binaen bir kategori söz konusu olduğunda, bunu; kabataslak, Roma, Bizans, İslam(Osmanlı dönemi de dahil) ve cumhuriyet dönemi olmak üzere yaklaşık dört döneme ayırabiliriz. Romalıların hâkimiyetine girmeden önce, kendi başına bir şehir krallığı olan Urfa, putperestliğin hâkim olduğu bir dönemden sonra Edessa Kralı v. Abgar Ukkama (Kara Abgar)’ın Hz. İsa’ya iman etmesiyle birlikte Hristiyanlığı kabul etmiş ilk şehir olmuştur.Birçok dinler tarihçisinin ve ilgili insanın ifadesiyle, resmi temsiliyet bağlamında Hristiyanlığın ta Hz. İsa(a)’ın sağlığında ilk kez bir devlet çatısı altında değerlendirildiği yerin Urfa olduğu ön plana çıkar. Hatta öyle ki ilk dönemlerinde müntesiplerine kan kusturan Roma’nın, Hıristiyanlığı üzerinden epey zaman geçtikten sonra kabule yanaştığı da bilinmektedir. Tek şartla ki belki Edessa Krallığı bir kurtuluş vesilesi olarak Hz. İsa(a)’nın öğretilerine sarılırken, Roma’nın ise tam tersi ondan bir güç elde etme dürtüsüyle hareket ettiği söylenebilir.

Yukarıda yapmaya çalıştığımız kıyaslamaya ek olarak, Hristiyanlığın kabulüyle birlikte Urfa’da hayatın her alanında hâkim olduğu gözlemlenen putperest anlayışın yerini, semavi kökene sahip bir dine ve o din çerçevesinde oluşan tasavvura bıraktığına şahit olmaktayız.

Kutsal mendil

Kaynaklarda “Kutsal mendil/Hagion Mandylion” olarak belirtilen ve Hz. İsa(a)’nın Kral Abgar’a gönderdiği mektupla birlikte her alanda olduğu gibi sanat alanında da putperestliğin yerine Hıristiyanlığın ikame edildiğini ve zamanla bu öğretinin tüm toplumun temel değişmezleri arasında yer bulduğunu görmekteyiz. Süryâni edebiyatı’nın beşiği olan Urfa, Hıristiyan inancının temellerinin oluşmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Zira Hz. İsa, göğe çekildikten sonra arkasında yazılı bir eser bırakmadığından olsa gerek, onun takipçileri bu boşluğu doldurmak için eserler ortaya koymaya çalışırlar.
Önce efsaneye bir bakalım

Abgar Efsanesine göre V. Abgar Ukkame ilk Hıristiyan kraldır. Hz. İsa’nın tebliğinden hmen sonra Hıristiyanlığı kabul etmiş ve kendi halkına da benimsetmiştir. Edessa kralı V. Abgar Ukkama, o sıralar cüzzam hastalığına yakalanmış ve bundan dolayı oldukça ızdırap çekiyordu. Kral, Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiğini duymuştu. Ancak çok hasta olduğundan dolayı bizzat Kudüs’e gidemiyordu. Hannan adındaki bir elçisini, ona inandığını ve yeni dinini öğrenmek istediğini belirten bir mektupla onu davet edip yanına gelmesi için Hz. İsa’ya gönderdi. Bu elçi aynı zamanda becerikli bir ressam idi. Hannan, Hz. İsa’ya getirdiği mektubu sunduktan sonra yüzünün resmini yapmayı dener, ancak başarılı olamaz. Bunu sezen Hz. İsa, yüzünü yıkar ve kendisine uzatılan bir mendille yüzünü silip Hannan’a verir. Hz. İsa’nın yüzünün aynısı mendile çıkmıştır. Hannan bir mektupla birlikte mendili de alarak Edessa’ya döner.

Yukarıda anlatılan olay belki hakikattir ve belki de hakikatle bir alakası olmayan salt bir efsanedir. Böyle olsa bile, insanların, asırlardan bu yana, kendi hayatlarına bir anlatsın diye, çoğa kez haddi aşıp din yerine hurafelere sarıldığı gömlektedir. Ki insanların büyük çoğunluğunun şirk koşmadan bir hayat sürdürmediği öteden beri gözlemlenmektedir. (Bkz. Yunus; 10/106)

Yukarıdaki hadiseye baktığımızda bile, gerek geçmiş dönemlerde ve gerekse de içerisinde yaşadığımız modern ve post modern dönemlerde, bağlantısı yanlış kurulmuş olsa bile, insanlar ve toplumlar, hayata din perspektifinden ve o pencereden bakmışlar, hayatı yorumlamışlar, yerine göre ona teslim olmuşlar, yerine göre de, yine ona teslimiyet bağlamında ondan güç devşirmek adına alabildiğine yararlanma yoluna gitmişlerdir.

Kısacası literatürleri de din çerçeveli olmuş, en önemli insanlar, düşünce adamları, edipler, şairler vs. kilise eksenli olmuşlardır. Hıristiyan din adamları başta felsefe olmak üzere ilahiyat ve edebiyat alanında kendilerini yetiştirmişler, çok iyi hatip ve vaiz olup toplumun yol göstericileri konumunu elde etmişlerdir.

Antik Dönemde Urfa Paganizmi

Urfa ya da eski adıyla Edessa da Harran gibi dinsel ve kültürel bir merkez olma açısından önemini tarih boyunca sürdürmüştür. Gerek pagan dönemde gerekse Hıristiyanlığın şehrin egemen dinsel geleneği haline geldiği dönemlerde Urfa, komşusu Harran’la birlikte önemli bir kültürel merkez olarak yörede ön plana çıkmışlardır. Yukarıdaki yargıyı kuvvetlendirme açısından bu ön plana çıkışta elbette ki çeşitli unsurlarla birlikte önemli bir dayanak olan Urfa’nın coğrafi konumunun da bunda etken olduğunu söyleyebiliriz. Yine İslam öncesi dönemde Helen kültürünün bölgede hayli güçlü olduğunu görmekteyiz. Urfa’nın da içinde bulunduğu bölgeye yönelik Helenizm etkisi, tarihsel olarak MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender’in askeri seferleri esnasında bölgede kurulan Yunan kolonilerine kadar uzanır. MÖ 331’de İskender, Akdeniz’den Hindistan’a kadar olan bölgeyi Yunan egemenliğine sokmuş, yöredeki güçlü Pers egemenliğine son vermiştir. Bu fetihle birlikte yöreye nüfuz eden Helenistik etkilerin ve Batı Arabistan ticaret yolunun işletilmesi nedeniyle Suriye ve Kuzey Arabistan bölgesinde birçok irili ufaklı devletler meydana gelmiştir.

Helenizme bölge açısından günümüz penceresinden baktığımızda içerdiği çeşitli unsurları bağlamında uğradığı değişimlere rağmen, muhtevasından ziyade, materyalleri bağlamında etkisini devam ettirdiği söylenebilir. Helenizmin yörede yaygınlaşmasının en somut meyvesi, eski Yunan kültürüne ait mirasın yörede tanınması ve bu tanışıklıkla birlikte zamanla eski Yunan geleneğiyle yerel kültürel unsurların eklektik bir türevi şeklinde ortaya çıkan senkretik yapılarda görülmektedir.

Urfa’nın Pagan Dönemine İlişkin Kaynaklar

Pagan döneme ait bilgilere geçmeden önce, karşımıza çıkacak olan Urfa ve Harran’ın ‘maddi’ yükseliş ve çöküş olgularıyla ilgili kanaatlerimiz kısaca şöyle serdedebiliriz; Birbirlerine yakın iki şehir ve kültür merkezleri olması hasebiyle çoğu kez Urfa’nın, başta dinsel gerekçeler olmak üzere çeşitli sosyal, siyasal, tarihi, ekonomik ve kültürel nedenlerden dolayı Harran’ın önüne geçtiği tarihen sabittir.

Bize göre bunun en belirgin bir nedeni, coğrafi konum açısından Urfa’nın nispeten dağlık, döneminin şartları açısından ulaşıma imkân vermemesi, Harran’ın ise, her tür maddi etkileşime açık, saldırıya maruz kaldığı halde, kendi savunmasını gerçekleştirmesinde ise, bir o kadar imkâna sahip olmaması önemli amiller arasında zikredilebilir. Ör. Moğol saldırıları karşısında, o da sonuçta düşmana teslim olmasına rağmen Urfa kadar şanslı olamamış ve her açıdan büyük bir yıkıma maruz kalmıştır. Urfa ise, maruz kaldığı saldırıların oluşturduğu yaraları kısa bir süre içerisinde sarabilmiştir.

Hıristiyanlık öncesi Urfa’nın dinsel yapısıyla ilgili kaynaklar oldukça sınırlıdır. Bunları başlıca iki grupta toplamak mümkündür; (i) Urfa paganizminin tanrılar panteonu, kült ve ritüelleri hakkında bilgi veren yazılı kaynaklar ve (ii) Urfa ve civarında bulunan ve yörenin paganist yapısını yansıtan arkeolojik materyallerdir.Yine elimizde mevcut olan arkeolojik materyalin hemen hemen tamamına yakını, Urfa’nın hemen Hıristiyanlık öncesi ya da erken dönem Hıristiyan tarihine aittir. Ayrıca Urfa ve yöresine ait Urfa’nın pagan dönemlerinden kalma paralar da Urfa paganizmi hakkında önemli bilgiler taşımakta olduğu dile getirilebilir.

Yine ayrıca; ”Balıklı Göl” ve etrafındaki dikitler/sütunlar örneğinde olduğu gibi, Urfa’nın pagan dönemine ait değerlerinin bir kısmının –yöre halkı tarafından bunlara farklı dinsel anlamlar yüklense de- günümüzde de kutsiyetini devam ettirmesi, Urfa’nın dinsel tarihine ilişkin bu arkeolojik değerlerin korunması açısından önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.

Yöre halkının yüklediği belirtilen farklı dinsel anlamlara bir göz attığımızda, bu olguyu tarihi süreç içerisinde Müslüman olmuş birçok halkın, biçimi ve yapısı değiştiği halde, içeriğinin ise pek değişmediği söylenebilir. Ör. Hıristiyan kültüründe önemli bir yeri bulunan Ayazma/su kültü bile başlı başına var olan mantalitesinde ciddi bir değişimin olmadığı çok rahatlıkla gözlemlenebilir bir yön taşımaktadır. Balıklı Göl ve kutsal balıklar efsanesi buna en manidar örnektir.

Biz burada yıldız-gezegen kültüne yönelik olarak şunları söyleyebilirdik; Hıristiyanlık öncesi dönemde Urfa(Edessa) dininin en temel karakteristik özelliği, tıpkı komşuları Harran, Hierapolis ve Palmira gibi, Asur-Babil yıldız gezegen kültüydü. Urfa gittikçe artan siyasal ve stratejik konumuna ve bu doğrultuda yörede sivrilmesine rağmen, bu kültü temsil etme konusunda bulunduğu bölgede bir merkez olamadı. Zira komşusu Harran her zaman yıldız ve gezegen kültünün merkezi olma konumunu sürdürdü. Pagan dönemde Urfalıların inanç ve ritüelleri yıldız ve yedi gezegen (Güneş, Ay, Jüpiter, Venüs, Merkür, Satürn ve mars)kültü etrafında şekillenmekteydi. Yıldız-gezegen kültü, Hıristiyanlığın şehirde yerleşmesi sonrası dönem de dâhil yüzyıllarca varlığını sürdürdü. Yöredeki diğer merkezler gibi Urfa’da da yıldız-gezegen kültü çerçevesinde astrolojik gözlem ve kehanetler oldukça gelişmiş durumdaydı. Esasen bu durum, halkın bağlı olduğu popüler din ile filozoflar arasındaki bir bağı da oluşturuyordu.

Ve tıpkı Harran’da olduğu gibi, Urfa’da da yıldız-gezegen kültü bağlamında ay ve güneş tapıcılığı önemli bir yer tutmaktadır. Urfalıların dinsel geleneklerinde ay kültüne yer verdiklerini gösteren delillerden birisi, bu döneme ait Urfa’daki paralarda hilal figürünün kullanılmasıdır. Ki yıldız-gezegen kültü dışında Nabu ve bel kültleri, Atargatis kültü ve Balıklı Göl Kültü ile birlikte Urfalıların bir iki kültünden de bahsedilebilir.

Türkiye cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan asırlar önce Urfa’da bulunan mağaraların içini süsleyen resimlerin bazılarında, basık şeklinde de olsa, ay-yıldız motifi kullanıldığı sıkça görülmektedir. Bu ay-yıldız kültü, bizler açısından, kültürel etkileşim ve ideolojik yakınlık sonucu olarak, pagan dönemlerin modern dönemlerde revaç bulması şeklinde yorumlarının yapılmasını da kolaylaştırmaktadır.

Buna birde Osmanlı modernleşmesi döneminde, uluslaşma çalışmalarında kendine özgü dil, söylem ve sembollerin oluşmasında, eski pagan dönemlere gidip oralardan birtakım donelerin devşirilmesi hadisesini de ekleyebilirdik.

Urfa Okulu

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Urfa, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi üç büyük dinin gelişimi ve etkinliği açısından önemli bir yere sahiptir. Ki bundan dolayı Urfa; İlahi olsun beşeri olsun birçok dinin kültürel gelişiminde büyük rolü olmuştur. Bilhassa Hıristiyanlık ve İslamiyet’in kültürel merkezi olarak işlev görmüştür. Yahudilik, Hıristiyanlık, Süryanilik, Nesturilik, Sabiilik ve İslamiyet gibi birçok din ve mezhebi bünyesinde barındıran nadir şehirlerden birisidir.Bu okulda, okutulan dersler açısından önem açısından ilk sırayı felsefenin aldığını, daha sonra ise tıp, edebiyat ve tarih konusunun geldiğini bilmekteyiz. Urfa Okulu, 363 senesinde İranlılar tarafından kurulmuştur. Bu nedenle bazı kaynaklarda “İran Medresesi” olarak da geçmektedir. Urfa Okulu, farklı din ve mezheplerin etkisinde kaldığından olsa gerek daha çok felsefeye önem verilmiştir.O dönem açısından, başta İran/Sasaniler olmak üzere Roma gibi güçlü ve istilacı, aynı zamanda da yerleştikleri yerlerde kendi kültürel değerlerini ve hayat telakkilerini emperyalist bir bakış açısıyla hakim kılmaya çalışan devletlerin varlığına rağmen, doğuyu ve batıyı ilgilendiren konularda açılıp eğitim yapılması istenen okul olgusu açısından o çevrede birçok şehir dururken, başta Urfa’nın ve Harran’ın tercih edilmesi dikkati şayandır.

Bu güçlerden dönemin İran’ının yukarıda da belirttiğimiz gibi, birçok şehre nazaran Urfa’yı tercih etmesi ve burada bir medrese/okul açma düşüncesi, bizce her şeyden önce, bu topraklarda neşvünema bulmuş olan dinlerin, dinsel öğretilerin, gerek kendileri ve gerekse de hâkimiyetleri altına almayı düşündükleri o bölgede mukim toplumlar açısından önem arz ediyordu ki, hiç tereddütsüz açmayı düşündükleri okul ve okullar için bu iki şehri seçmişlerdi. Zaten, öteden beri ya o bölge açısından ‘belirtilen’ varlıkları tartışılan, ya varlıkları kabul edildiği halde, içerik açısından tartışılan, ama sonuçta o bölgenin ‘peygamberler bölgesi’ olmasının tesmiyesine bir uygunluk içerisinde, bu okulların, bu şehirlerde kurulmak istenmesinin önemli bir delili olabilir, sonuçta…

Urfa Okulu’nun tarihi boyunca birçok dinin ve mezhebin etkisinde kaldığını, başta Yakubi ve Nesturiler arasında bitmek bilmeyen çekişmelerin baş gösterdiğini ve sonuçta da bu okul 489’da kapatılmış olup Nesturi hoca ve talebelerinin de kovulmuş olduklarını görmekteyiz. Urfa Okulu, mezhebi çekişmelere rağmen en çok Süryanilerin etkisinde kalmıştır. Süryanilere baktığımızda bunlar; filozof değil, felsefeci yetiştirmişlerdir. Ayrıca İslam felsefesine ilk çağ filozoflarının eserlerinden (tercüme suretiyle) fikri malzeme sağlamışlardır. Urfa Okulu’nun en istikrarlı çizgisini Müslümanların egemenliği altında iken sürdürdüğü bilinmektedir. Bu meyandan olmak üzere; Yunan felsefesi etkisinde başlayan tartışmalar İslami hükümlerin ve inançlarının akılcı yorumlanmasına neden olmuştur. Emevi ve Abbasi dönemlerinde itikadi mezheplerin doğmasına, İslam’ın çoğulcu düşünme ve bir arada yaşama biçiminin oluşmasına, kelam ilminin gelişmesine katkı sağlamış olduğunu da belirtmiş olalım!

Urfa Okulu’nun Müslümanların egemenliğine geçtikten sonra da geçmişteki gibi felsefe Okulu olarak özelliğini koruduğunu, gayrimüslim insanlara karşı bir hoşgörü çerçevesinde yaklaşım sergilediklerini ve onların inançlarına dokunmadıklarını, dini baskı yapmadıklarını, ilme verilen önemden dolayı bu okulların ne adına olursa olsun kapatılmadıklarından bahsedilebilir. Ki, Gerçek şu ki, azınlıkta olanlar, azınlık olarak varlıklarını korudular ve felsefenin öğreticisi olmaya devam ettiler.

Birçok yabancı yazar tarafından Urfa Akademisi olarak da tanımlanan Urfa Okulu Hıristiyan teolojisi açısından ‘İsa’nın kişiliği konusunda başta Kadıköy Ortodoksluğu olmak üzere, Nasturilik/Diyofizitçilik, Yakubilik/Monofizitçilik konuları olmak üzere birçok konuda etkin ve belirleyici bir rol oynamıştır. Buradan yola çıktığımızda, Urfa Okulu’nda yetişen ve ders veren hocalara baktığımızda bunlar yalnızca ilahiyatla da iştigal etmemişlerdir. Müzik, şiir, edebiyat felsefe gibi çeşitli dallarda ürünler vermişlerdir. Örneğin Bardaysan iyi bir aziz olması yanında iyi bir müzisyendir ve kiliseye müziği ilk sokan kişidir. Aziz Afraim, Suruçlu Yakup, keza Viranşehirli Yakup iyi birer şairdirler. Hatta bu dönemde komşu şehirlerden ve ülkelerden gelip sanat, edebiyat, felsefe ve ilahiyat eğitimi alan birçok fikir ve düşünce adamı vardır.

Urfa Okulu’nun entelektüel arkaplanı

Urfa Okulu eski dünyanın, doğuda konumlanan ve dönemin ilgili çevreleri tarafından bilinen ve tanınan en önemli bir iki okulundan birisi idi. Bu okul bu tanınmışlığı sayesinde önemli bir entelektüel arka plana da sahipti. Ms. I. Yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığı kabul eden ve Hıristiyan inancının şekillenmesinde önemli bir fonksiyon icra eden Urfa, Süryanilerin tarih boyunca, ilahiyat bağlamında düşünsel olarak öne çıktıkları iki okuldan birisidir. (diğeri Harran okuludur). Burası, söz konusu dinsel geleneğin yanı sıra, V. yüzyıldan itibaren Atina ve civarındaki felsefi okulların kapatılmasından sonra, bir kısmı Yeni Eflatuncu bilim adamlarının gelmesiyle daha da hareketlenmiştir.

Urfa Okulu bununla da aynı zamanda Yeni Eflatuncu düşünce ile tanışmış oluyordu, doğal olarak… Sonuç olarak “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti ile Hz. Peygamber(s)’ait “İlim Çin’de bile olsa onu gidip alınız” hadisinden yola çıkarak Müslümanların fetih sonucu İslam topraklarına kattıkları yerlerde öteden beri var olan kültürlerle diyalog kurmaları, onları koruyup onlara sahip çıkmaları, hoşgörü ortamının da oluşmasında önemli bir işlevi olmuştur.

Zaten İslam, asla değiştirilmesi mümkün olmayan ve bizzat Kur’an’ın kesinlikli olarak vurguladığı itikadi/inançsal ilkelerini hariç tuttuğumuzda, göreceliği toplumlar açısından farklılık arzedebilecek hemen her konuda, insanlar muhayyer bırakılmış bununla birlikte, önemli bir alan olan örf’e vurgu yapılmıştır. Şayet bu böyle olmasaydı, Müslümanlar asırlar boyu koyu bir Arap tasallutu altında, ne kendi ‘makbul değerlerini’ ve ne de kültürel etkileşim sonucu başka toplumlar almaları gereken değerleri alabileceklerdi Bu da telif, imkânsız bir yerinde sayma, çürüme ve yok olmayı beraberinde getirecekti, sonuçta…
Ara başlıkta da vurguladığımız gibi, vahyi temele dayanan birçok dinde ona arız olan yanlışlıklar ve hurafeler zamanla o dinlerin vahyi temellerini nasıl sarsmışsa, buna rağmen en son din olması hasebiyle İslam’ın kendi vahyi temellerini yitirmeyeceğinin yanında, İslam’a inanan, ama ona yaklaşım tarzında gerek şirk, gerekse de hurafe kalıbında var olan, ama hakikati içermediği apaçık olan inanç dizgeleriyle hareket etmek, İslam’a zarar vermeyeceği halde ona kendi fehvasında inanıp yanından bir değer biçmeye çalışacak olan kişiye büyük zararlar verebilir ve onulmaz yaralar açabilir.

İşte bu meyanda, salt Urfa üzerinden olsa bile, yaşanılan bir yeri indirgemeci bir mantıkla kutsallık kalıbı içerisinde değerlendirmeye meyyal Müslümanların normalde göz önünde bulunan hakikati es geçip onun yerine ikame edile gelen kalıplara bakıp onlardan bir sonuç çıkarma girişiminin, maddi ve kültürel açılardan bir getirisi olsa da, sonuçta hakikate vasıl olma açısından bir ağırlığının olmayacağını insanlık tarihi verilerinden bilmemiz gerekir.

Urfa ve Harran'a İslami dönemler açısından kısa bir vurgu...

Urfa çevresinde bulunan birçok yerleşim biriminde, Emeviler döneminden başlamak üzere günümüze kadar sayıları neredeyse tamamen azalma gösteren ve Emevilikten yola çıkarak İslam dairesinden kopuk kendi başına bir din ya da heterodoks bir mezhep şeklini alan Yezidiliğe de yer vermiştir.

Birde bunun yanında Harran bölgesinde Emevilerin zulmünden kaçıp bu yöreye sığınan ehl-i beyt’e mensup bir Şii taifeden de tarihi kaynaklar bahsetmektedir.Ayrıca, günümüzde Urfa yöresi halkının ezici çoğunluğunun Sünnî form içerisinde, yaklaşık % 70 civarında Hanefi, % 30 civarında da Şafii olduğu bilinmektedir.Bununla birlikte İlk İslam fetihlerinin başladığı dönemden ta miladî 1300 lere kadar (Türk, Kürt ve Zaza nüfusun az ya da hemen hemen hiç olmadığı dönemi istisna kılalım) Urfa merkez hariç, Harran'ın yerli 'Müslüman' Arap nüfusunun büyük çoğunluğunu Sünnî/Hambelî mezhebe bağlı olduğu kayıtlarla sabittir. Ör. dönemininbüyük İslam âlimlerinden sayılan iİbn Teymiye, aslen Harranlı Arap ve Hanbelî bir ailede doğmuş, yine Hanbeli bir çevrede ve çevrede büyümüştü.

Sonuç açısından...

Doğrusu, Urfa birçok din, mezhep ve dini formlar açısından dünden bugüne bir ilgi alanı oluşturmuş, cazibe merkezi olma özelliğini korumuş, birçok peygamberin belki de doğduğu topraklar ve birçok peygamberinde bir müddet yaşadığı topraklar hükmünde olması ona bilgi açısından bir gereklilik kazandırabilir, ama ona üstünlük bağlamında bir ayrıcalık tanımaz. Kaldı ki, birçok yer ve konu açısından doğrular, yanlışlar ve hurafelere ek olarak abartılar var olması, ortada durması ve de sahiplenilmesi elzem olan hakikatlerin de ne yazık ki üzerinin örtülmesi, küllenmesi anlamına da gelmektedir, oysa…

__________________________________

Yararlanılan Kaynaklar:

1)Ömer Nahit, Şanlıurfa, Kaynak Yayınları, 2008 İstanbul

2)Yard. Doç. Dr. Abdullah Ekinci, Müze Şehir Urfa,

3)Mehmet Kurtoğlu, Kültür Şehri Urfa, Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yay. 2006 Şanlurfa

4)Şinasi Gündüz, Anadolu’da Paganizm –Antik Dönemde Harran ve Urfa, Ank. Okulu Yay. 2005

5)Fuat Aydın, ‘Dinleri Tarihiyle Okumak’ (‘Harran Piskoposu Theodore Ebû Kura ve İslam Anlayışı’ adlı makale içerisinde…) Ensar Neşriyat, İST, 2007

SİYAH SANAT DERGİSİ, Haziran 2016, 10.sayı


Yazar: Sait ALİOĞLU - Yayın Tarihi: 16.06.2017 14:24 - Güncelleme Tarihi: 16.06.2017 14:24
4558

Sait ALİOĞLU Hakkında

Sait ALİOĞLU

Araştırmacı yazar. haberdurus.com'un editörlüğünü yapmakta olup çeşitli konuları içeren yazı ve araştırma çalışmalarını sürdürmektedir.

Sait ALİOĞLU ismine kayıtlı 79 yazı bulunmaktadır.

Twitter Facebook