Dostoyevski’ye Dair Köy Yaşamı, Baba-Oğul İlişkisi
Nilüfer Kuzu yazdı...
Dostoyevski'nin dünya edebiyatına adını altın harflerle yazılmasını sağlayan hiç kuşkusuz, yaşadığı felaketleri dönüştürebilme özelliğine sahip olabilmesidir. Zweig'in dediği gibi, "Dostoyevski felaketleri öyle dönüştürür öyle dönüştürür, bütün aşağılamaları öyle ters yüz eder ki, sadece en sert kader ona uygun olabilir." Dostoyevski kaderini sevmiştir. Yine Stefan Zweig'in çok güzel tabiriyle, "Kader ona en sert darbe indirdiğinde, kanlar içinde yere yıkılırken yeni darbeler için adeta yalvarır. Kendisine isabet eden her yıldırımı yakalar ve onu yakması gereken şeyi ruhsal ateşe ve yaratıcı eskrime dönüştürür."
1831'de Darovo'ya köyünde ev satın alırlar. Bu ev, ıhlamur ağaçlarının gölgesi altında, cephesi ormana bakan, üç odalı bir malikaneydi. Etrafı büyük bir bahçe ve tarlayla çevrilmişti. Baharın ilk günlerinden itibaren anne Mari Fedorovna çocuklarını alıp bu köy evine gidiyordu. Babası görevi nedeniyle kentte kaldığından, temmuz ayından önce yanlarına gelemiyordu. Böylece Dostoyevski babasının sert ve acımasız davranışlarından uzaklaşma olanağı buluyordu. Annesi evin bahçesinde sebze yetiştirir, tarlada buğday ve yulaf ziraatı yaptırırdı. Toprak işleri ile meşgül olan sadık köleleri vardı. Dostoyevski Karamazov Kardeşler'deki kahramanlarından birini bu yazlıkta tanımış. Yine Ecinniler'de ölümsüzleştirdiği bir kahramanını da bu yazlıkta tanır. Bu eserinde şöyle der: "Köyde ağustos ayını pek iyi hatırlarım. Günler kuru ve açık geçiyordu. Fakat biraz soğuktu. Artık yaz sona eriyordu. Yakında gene Moskova yolunu tutmak, bütün bir kış Fransızca çalışarak can sıkıntısıyla uğraşmak gerekiyordu. Köyü terk etmek düşüncesi ise, beni kederlendiriyordu."
Köy hayatında, tüm köy halkıyla rahat ve hümanist bir ilişki kuran Dostoyevski, aralarında sınıf farkı gözetmeksizin, onları gerçek anlamda anlamaya, yardımcı olmaya çalışmıştır. Küçük kardeşi Andrey'in anılarına göre köydeki kadınların neredeyse hepsi Dostoyevski'yi kardeşi gibi sevmekte ve onunla sohbet etmekten çekinmemektedirler.
Köyde çocukların hafızalarında en fazla yer eden kadın "köyün delisi" olarak adlandırılabilcek Duroçka Agrefena'dır. Yaklaşık yirmi beş yaşlarında, hiçbir aileye mensup olmayan, oldukça az konuşan, konuştuğu zaman da anlaşılmaz ve birbirinden bağımsız sözcükler sarf eden bu kadın sürekli olarak mezarlığa gömülmüş bir bebekten bahsetmektedir. Çok muhtemel akıl sağlığı yerinde olmamasına rağmen tecavüze uğramış, daha sonra ölecek olan bir çocuk dünyaya getirmiştir. Sözü edilen bu kadın daha sonraki dönemlerde yine Dostoyevski'nin en önemli eserlerinden Karamazov Kardeşler'de edebi bir figür olarak karşımıza çıkacaktır. Sigmund Freud'a göre göre, Dostoyevski sanatçılık bakımından Shakespeare'nin hemen yanında yer alır ve Karamazov kardeşlerle hiçbir roman boy ölçüşemez.
Köylülerle ilgili önemli bir diğer hatıra da, henüz dokuz yaşına denk gelir. Arazide gezinirken birden kurt çıktığını düşünerek, korkan ve arazide koşmaya başlayan Dostoyevski'yi o sırada çalışmakta olan bir köylü şefkat ve sevgiyle sakinleştirir. Ellili yaşlarında olan bu köylünün bu ilgisini ve baba şefkatini asla unutmayan Dostoyevski, onda Rus köylüsünün ince ruhunu görür. Solovyov'a göre, "Dostoyevski hiçbir zaman halkın kabalığını, cahilliğini ve vahşi görünümünü reddetmez; ama diğer yandan da tüm bunların altında yüksek bir ruhun, halk gerçeğinin ve acı çekene merhamet etmenin ve kendini feda etmenin temel taşını görmektedir..."
Karısını kaybettikten sonra emekli olup köye yerleşen Mihail Andreyeviç Dostoyevski kendisini içkiye vererek alkolik olur. Onun mizacı ve davranışlarıyla ilgili Makarov isimli köylülerden birinin yorumu şu şekildedir: "Vahşi hayvan gibi bir insandı. Karanlık bir ruhu vardı... Bey sert fena birsiydi, hanımefendi ise samimi, içten bir hanımefendi idi. Karısıyla iyi geçinmezdi, onu döverdi."
Babasının sürmüş olduğu bu sefil yaşamın, ileride Dostoyevski'nin büyük romanı Karamazov Kardeşler'deki baba figürüne ilham olduğu düşünülse de, Lydmila Saraskina bu görüşte değildir. Onun düşüncesi bu sefil durumda dahi babanın tüm güç metaryalleri bir elde toplayıp, oğullarının geleceğini kurmak için gayret eden bir babayla karşı karşıya olduğumuz yönündedir. Dostoyevski'nin kızı Aimee Dostoyeski ise dedesinin alkol sorunun tüm aile fertlerinin hayatını etkilediğini ileri sürer. Büyük amcası Mihail ve küçük amcası Nikolay'ın alkol sorununun babalarından geçtiğini söyler.
Dostoyevski okulun son sınıfındayken, on sekiz yaşında, babasının köydeki evlerinde hoyratlığı yüzünden köylüler tarafından işkence edilerek öldürüldüğü haberini alır. İşlemediği cinayetten nedense kendisine pay çıkarıyordu. Bunun nedeni yalnızca kendisinin anlayabildiği sorumluluk duygusudur. Karamazov Kardeşler'de İvan Karamazov, "Babamın ölümünü bu denli çok mu istiyordum?" diye sorar kendi kendine. Sigmund Freud (Dostoyevski ve Baba Katilliği) makalesinde şöyle der: "Karamazov Kardeşler'deki babanın öldürülmesi ile Dostoyevski'nin babasının öldürülmesi arasındaki benzerlik, bu büyük yazarın hayatını yazanlardan çoğunun gözünden kaçmış ve onları 'belli bir modern ruhbilim okulundan' söz etmek zorunda bırakmıştır. Gerçekten de, psikanaliz açısından Dostoyevski'nin babasının öldürülmesinin şiddetli bir travma olduğunu ve yazarın bu olaya gösterdiği tepkinin ise nevroz halinin bir dönüm noktası gibi görülebileceğini belirtmiştik. Bu görüşü psikanaliz bakımından temellendirmeye kalkışırsam, psikanalizin diline ve teorilerine yabancı olan okurlarca anlaşılmamak tehlikesi yaratmış olacağımdan korkuyorum.
(...) Dostoyevski'nin durumunu şöyle açıklayabiliriz: Güçlü ve doğuştan ikicinslilik eğilimi taşıyan ve sert babasına bağlı olmaya karşı bütün gücüyle kendini savunabilen bir kimse. Sözü geçen ikicinslilik özelliği, ruhsal yapısıyla ilgilidir ve daha önce gördüğümüz öğelere eklenmektedir. Çocukluk yıllarında görülen ölüm benzeri nöbetler, böylece ego'nun gerçekleştirdiği baba ile özdeşleşmeler ve süper-ego'nın önayak olduğu cezalandırmalar olarak görülebilir. "Babanın yerine geçebilmek için onu öldürmek istedin. İşte şimdi sen babansın, ama ölü bir baba' Bu isterik belirtilerin her zaman rastlanan mekanizmasıdır. Bundan başka, "İşte şimdi, baba seni öldürüyor" biçiminde ortaya çıkar. Çünkü ölüm belirtisi, ego bakımından, erkekçe isteğin hayal gücünde doyurulması ve aynı zamanda mazoşist bir tatmindir. Burada, ego da süper-ego da baba rolünü oynamaktadır.
Kısacası, özne ile baba nesnesi arasındaki bağlantı, muhtevasından hiçbir şey kaybetmeksizin, ego ile süper-ego arasındaki bir bağlantı haline dönüşmüştür. Oedipus kompleksinin doğurduğu bu çeşit çocukluk çağı tepkiler gerçeğin etkisiyle pekişmezse ortadan kalkabilir. Ama Dostoyevski'nin babasının karakteri değişmemiş, daha doğrusu, yıllar geçtikçe daha da kötüleşmiş olduğu için, ona karşı duyduğu nefret ve ölümünü –isteme– duygusu ortadan kalkmamıştı. Bu çeşit bastırılmış istekler, hayat tarafından gerçekleştirilecek olurlarsa tehlikeli durumları ortaya çıkar. Yani kuruntu gerçek haline gelmiş ve savunma tedbirleri daha güçlendirilmiştir. Böylece Dostoyevski'nin nöbetleri sara biçimini almıştır, bunların ceza bakımından babası ile özdeşleşliği dile getirdikleri besbellidir ama babasının ölümü gibi korkunç bir hale de girmişlerdir. Nöbetlerin daha ne gibi muhtevalar (özellikle ne gibi cinsel muhtevalar) kazanmış olduğunu söylemek mümkün değildir..."
Freud'a göre, dünya edebiyatının üç büyük eserinin; Sophokles'in Oedipus Rex'i, Shakespeare'in Hamlet'i ve Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'i aynı konuyu yani baba katilliğini ele alması rastlantı olarak açıklanamaz..
Kaynakça:
- Dostoyevski Hayatı; Eserleri Üzerine Makaleler ve Aforizmlar – Yayına Hazırlayan: Orhan Düz, Kaknüs Yayınları
- Dostoyevski Biyografi – Hakan Kandemir, Çizgi Yayınları
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 16.09.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 08.09.2024 15:06