Düşünmeyi Yeniden Keşfetmek Yahut Düşünmeye Başlamak
Dünyanın giderek tuhaflaştığı, her şeyin giderek anlamdan yoksun bir hale getirildiği, hazzın ve hızzın temel kazanım olarak sunulduğu, doyumsuzluğun giderek arttığı, düşünmenin bir lüks, okumanın bir vakit kaybı, entelektüel faaliyetin amaçsız bir uğraş olarak kabul görmeye başladığı çağda, söz üzerine, anlam ve hakikat üzerine konuşmak akıntının tersine göre kürek çekmek demektir. Ama her halükârda çağa ve insanlığa karşı bir sorumluluk bilincinde olanlar bu zor işten vazgeçmeyerek yine insanlık adına çabalamaktan geri durmadılar, vaz geçişler olsaydı insanlığın alacağı durum kaotik ve bir o kadar da grift bir hale bürünecekti. "söz artık anlam taşımaya ihtiyaç duymaz; çünkü anlam verdiği şeyden kopartılmıştır" (Ellul, 2021, s. 264) yaklaşımı, günümüz dünyasında ortaya çıkan iletişim biçimleri üzerinden genel bir değerlendirmeyi ortaya koyar. Söze ihtiyaç duymadan, sözle bağını kesen büyük bir kitle ile karşı karşıyayız. Ortada dolaşan söz, içerikten, anlamdan yoksun bir hale girerek sadece belirli bir hedefe yönelik, fabrikasyon bir mamul olarak değerlendirilmektedir. Sözün duyguyu ve düşünceyi taşıma evresi, görselliğe yenik düşmüş gibidir. Zamanın insanları, söz ile anlatmak yerine göstererek anlatma yolunu seçmiştir.
Günümüz dünyası; postmodernizm ile birlikte kaotik bir hale bürünmüştür. Odak noktası olarak kişisel menfaatler ön plana çıkmış, haz ve hız temel amaç haline gelmiştir. Şiddetin bile gündelik yaşamımızdaki yeri başat bir unsur haline gelmiş, şiddetten bile haz alma eğilimleri kendini göstermiştir. Ekranlardan yansıyan duygu durumlarına, düşünce biçimlerine, hayat biçimlerine ve hareket biçimlerine göre kendini konumlandıran günümüz dünyasının bireyleri, içerisindeki derin boşluğa ekranlardan uyuşturucular alarak gidermeye çalışmaktadır. Gündelik hayatın temposu ve yoğunluğu içerisinde kendini ekranın başına atma sürecine kadarki süreci yoğun, gürültülü, yorucu ve yıpratıcıdır. Belirli bir rutin içerisinde hazır gıdalar ile hazır düşünce kalıpları ve hazır yaşam biçimleri üzerinden hareket ederek her zaman daha fazlasını isteyen bedensel konforunun peşinden bir ömür gider. Günümüz dünyasında her şeyin hazır paket şekilde sunulduğu bir çağdır. Acılar, hüzünler, aşklar, düşünceler, yiyecekler, içecekler, ölümler bile. Bu belirli bir standardizasyon ile günümüzü etkisi altına almıştır. George Ritzer'in Toplumun McDonaldlaştırılması (Ritzer, 2021) olarak kavramsallaştırdığı bu süreç, birçok kolaylığı sağlasa da birçok yönden de zafiyetler içerisinde bağımlı bir toplumun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Her hizmet biçiminin belirli bir standarta oturtması, hazır paketler şekilde sunulması, kişi için önceden düşünülmüş olması, riskleri kabul etmemesi, tam da günümüz insanı için bir şablon olarak değerlendirilmektedir. Fakat bu durum, her yönüyle de bir obeziteyi, hazıra konuşmuşluğu, kolaya alışmayı, pasifize olmayı beraberinde getirmiştir. Artık insanlar, benim için düşünen, benim için yapan, benim için bir dünya kurgulayanlar var düşüncesine bürünüp, kendisini kendisine sunulanları elde etmek için gönüllü köleliğine sürüklemektedir. Günümüz dünyasında kölelerin efendileri bile bir köle haline dönüşmüş durumda. Vahşi kapitalist sistem hem efendiyi hem de köleyi üretirken ayrıca herkesi de köleleştiren, bütün sunulanları koşulsuz şartsız kabul etmeye ayarlıdır. Efendi kim? Köle Kim? Bunu, bizim yerimize kim düşünecek? Bu düşünce için hazır, kalıp bir düşünce tabldotu var mıdır?
Düşünmek Sağlığa Zararlı mı?
Düşünmek; insan olmanın temel melekelerinden biri. İnsan olmanın tezahürü. İnsan kalmanın yolu. Düşünene insan diyoruz, düşünen tüm şeyleri insana ait bu özellikle anıyor, bir tür kişileştirme yapıyoruz. Fakat makinelerin bile düşündüğüne dair tartışmaların odağındayken, düşünmeden gittikçe uzaklaşıyoruz, çünkü düşünmek; konforu bozmaktır. Sokrates, Atina halkını uyandırmak, gerçeğe, hakikate çağırmak adına kendini bir at sineği olarak tanımlamıştı, Ali Şeriati, "sizi rahatsız etmeye geldim" derken düşünmeyene düşünmesi için bir uyarıyla sesleniyordu, ilahi kitaplar her zaman düşünmeyi odak noktasına taşımıştı, Kur'an-ı Kerim düşünmeyle ilgili olarak 700'den fazla ayetle insanlığı düşünmeye davet eder. Tefekkür, tezekkür, tedebbür, fıkhetme, akletme…
Günümüz dünyasında düşünmek, zihinsel konforu bozmak ile eşdeğer bir durumdadır. Zihinsel konforu bozmak, bedensel konforu da beraberinde getirecek, dolayısıyla devasa boyuttaki sistemin o kişi için bozulması durumu ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan sistem, düşünmemek için bütün imkânlarını seferber etmiştir. Bu sistemi de ortaya koyan insanlarsa bunun nasıl bir paradoks olduğunu, insana rağmen insan düşüncesinin neye hizmet ettiği giderek bulanıklaşmakta, ama öz itibariyle çarklar arasında kalan bir akıl ve vicdan durumu ortaya çıkmaktadır.
Düşüncede Kaybolmak
Düşüncede Kayboluş, Zena Hitz'in "düşünmeyi" odak noktasına alarak, günümüz dünyasında anlamdan yoksun bir mutluluk arayışı içerisinde kendini konumlandıran insana, aslî mutluluğa dair bir çağrıyı dillendirirken, hakikatin ve anlamın peşinden neden gidilmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır.
Hitz, ortaya koyduğu çalışma ile entelektüelliği de sorgulamakta, bununla birlikte bu yolda yürürken çekilecek çileyi de bir nevi göstererek acının her zaman mevcut bir gerçeklik olduğunun altını çizmektedir (Hitz, 2023, s. 23). Bilginin ve öğrenmenin sorgulamasını yaparken bilgiyi ne için elde etmeyi amaçlıyoruz. Sosyal dünyamızda daha eğlenceli işler mevcutken, saatleri masa başında, kütüphane köşelerinde, kitapçılarda, ekranlar karşısında harcamamız neden? Bunu yapabilmek için temel motivasyon kaynağımız nedir? Evin temizliği, ormanda yürüyüş, sonbahar yapraklarından toplayıp kataloglamak, eski zarflar üzerindeki pulları bir defterde biriktirmek, eski paraları masa üzerinde sergileyip üzerini şeffaf bir cisimle kapatmak, çöp sepetini boşaltmak, kapının önünü temizlemek, yola düşmüş bir taşı kaldırmak… gündelik hayatımızın bir parçası olan bu unsurlar genellikle daha çok huzurlu, daha temiz ve sağlıklı bir iç yaşantı için yapılır. İbadet etmek, müzik dinlemek, sanat ile uğraşmak da başka dünyayı anlamlı hale getirmenin farklı eylemleri. Tüm bunlar ele alındığında insanın birçok işi yapabilme yetkinliğine sahip olduğunu, fakat zamanla sadece belirli bir eyleme, belirli bir işe yönlendirilip rutin ve makineleştirilerek bu özelliğinden gittikçe uzaklaştırıldığı ortadadır. Çalışmak, bir şeylerle uğraşmak, belirli ve düzenli bir tekrarda yapılan her iş, her daim insanları kaygıdan ve stresten uzaklaştırırken makineleştirmemeli, ona kendisi ile olabileceği, kendisi olarak kalabileceği, serbest zamanı da vermeli. Serbest zaman, insanlık tarihi boyunca en verimli ve en iyi zaman biçimi olarak hep anılagelmiştir. Çünkü bu anda, insanlar, bir iç sorgusu, ilgi duyduğu alanlara dair bir girişim, farklı dünyaları görme için bir vesile elde eder. Serbest zamanında yaptığı tüm şeyler insanda onarıcı bir unsur olarak yer edinir.
Öğrenme Merakı Geçici Bir Merak Mı?
Hitz, "entelektüel yaşam, özellikle de acılarla dolu bir dünyada neden önemli olsun. Toplumlarımızın kırık parçalarını onarmada ya da sınırlarındaki karanlığı geri püskürtmede nasıl bir rol oynayabilir ya da oynamalıdır?" (Hitz, 2023, s. 34) sorusunu sorarak bu sorulara cevaplar aramaktadır. Aradığı cevaplar bütün insanlığın aslında peşinde olduğu, bir öğrenme merakının neticesinde sığındığı limanları da gözler önüne sermektedir.
"Öğrenme aşkını, ölü böcekleri toplayıp kataloglayan çocuklarda ya da dolaplara ve köşelere saklanıp dükkân sahibi, politikacı ya da ev kadını şapkalarını taktıkları kamusal yaşamlarından saklanan kitap kurtlarında görürüz. Dürbünü ve rehber kitabıyla bir kuş gözlemcisi, tarihsel olarak doğru oyuncak askerleri modelleyen, dönem kostümlerini ve saç stillerini dikkatle araştıran bir meraklı gibi bir öğrenme hayatı yaşar. Bir ağacın rengini ve hareketini yakalamak için onun şekli üzerine kafa yoran bir sanatçı ya da kentsel bir topluluğun unsurlarını çözmek ve dramatize etmek için kendini o topluluğun içine bırakan bir romancı da öyle. Hippiler hayatın anlamını aramak için dünyayı dolaşırken öğrenmeye açtırlar. Dikkati dağılmış matematikçiler, garip sembolleri kullanırken ve nesnelerin yüzeyinin altında yatanları açığa çıkarırken öğrenme aşkını uygularlar; aniden sayıların ne olduğunu merak eden felsefe meraklısı genç de öyle" (Hitz, 2023, s. 35)
Öğrenme merakı, gelip geçici bir heves olarak değil kalıcı ve geniş bir biçimde kendini gösterir. Araçsal bir unsur olarak değil, içsel bir biçimde yansımaları olur. Öğrenme merakı ile hareket ettiği düşünülen birçok unsur, aslında belli başlı bir amaca yönelik, pragmatik sonuçları olan hareket biçimleridir. Hitz bunları şöyle örneklendirir:
"…bir casus hedefinin zihin dünyasına girmek için bir edebiyat eseri okur; Wall Street'teki bir risk uzmanı kârı maksimize etmek için riskleri hesaplar; bir siyasi aktivist davasını destekleyen kanıtlar bulmak için bilimsel literatürü inceler; bir mafya babası bir cesetten kurtulmak için çürümenin kimyasını inceler. Bunlar öğrenme aşkının egzersizleri değildir, farklı hedefler için yapılır: Askeri zafer, zenginlik, siyasi başarı, kanunun gözünden kaçmak. Bu yüzden aklın bu tür kullanımlarını araçsal olarak adlandırırız; bunlar, peşinde koma yoğunlukları ne olursa olsun, sonuçları ve neticeler tarafından güdülenir. Buna karşılık, öğrenmenin gizli yaşamı, doğal nesnelerinin –insanlar, sayılar, Tanrı, doğa-kendi namına bir miktar tadını çıkarmayı içerir" (Hitz, 2023, s. 36)
Öğrenme merakı, kişide içsel bir serüvenle kendini gösterir. Bu da düşünmekle kendini gösterir. Düşünmek, tefekkür etmek, onun üzerine yoğunlaşmak insan olmanın bir gerekliliğidir. Düşünmek, tefekkür etmek bütün ilahi kitapların odağında olan temel bir uyarıcıdır. Dolayısıyla öğrenme merakını tefekkürle elde etmek ve asli unsurun bu tefekkür halini gündelik hayatımızda da sürdürebilmektir.
İnsanoğlu, yaptığı bütün eylemlerde özgür gibi gözükse de aslında yaptığı tüm eylemlerden sorumludur da. Günümüz dünyasında insanların giderek bireyselleşmesi, toplumsallıklarını yitirmesine sebep olmuştur. Toplumsal bağını zedelenmesi ise hem bireysel hem de toplumsal çöküşü beraberinde getirmektedir. Benmerkezci düşünce, hümanizmin insanlığa dair attığı bir kazık olarak tarih sahnesinde yer edinmektedir. Dünyanın "ben" etrafında döndüğünü düşünmesi, bunun için çabalaması ve hep daha fazlayı elde etmek için çabalaması, değerli bir çaba değildir. Hitz, çalışmayı ve insanın eylemselliğini öğrenme ekseninde sorgularken şunları aktarır:
"Eğer para için çalışıyor, yaşam için gerekli temel ihtiyaçlara para harcıyor ve hayatımı çalışmak etrafında organize ediyorsam, o zaman hayatım anlamsız bir uğraş uğruna çalışma sarmalından ibarettir. Bu, dondurma alıp hemen paraya çevirip satmaya ve sonra da elde edilen geliri yine dondurmaya harcamaya benzer. Para için çalışmak ve maaş çekini nakde çevirmeye giderken düşen bir örs tarafından ezilmekten daha az trajik değildir. Faaliyetler tatmin edici bir şeyle sonuçlanmadıkça değerli değildir." (Hitz, 2023, s. 45).
Serbest Zaman ve Asıl Kendilik
Dünya, geldiği süreç itibariyle vahşi kapitalist süreç içerisinde. Yerel bir tabirle, ekmek artık aslanın ağzında değil midesinde. Gündelik hayatını ikame etmek için gittikçe daha çok çalışmak zorunda kalan insanlar, yapay tüketim unsurları ile sisteme bağımlı birer tüketici, kimi zaman kullanıcı, kimi zaman müşteri olarak anılır. Serbest zaman günümüzde eğlence ile birlikte anılan, keyfin sürdürülebilmek adına, konforlu bir yaşam olarak lanse ettirilir. Kapitalist süreç, günümüz insanının "serbest zamanını" da sömürülecek bir alan görmekte ve bu serbest zamanını ona sunduğu tüketim unsurlarıyla doldurmaktadır. Hitz, bu duruma bir itiraz getirir. Ona göre serbest zaman, yeniden çalışmaya başlamadan önce rahatlamak ya da dinlenme zamanı değil, eğlence için harcanacak zaman ise hiç değildir. Serbest zaman, tamamen içsel bir alandır, tefekkür etme ve dünyayı olduğu gibi anlama ve anlamlandırma sürecidir (Hitz, 2023, s. 45).
Kapitalist süreç, her bir bireyi modern bir Martin Eden[1] formuna bürüyerek ağır çalışma koşulları altında ezmeye devam ederken araya serpiştirdiği "serbest zamanlar" ile Martin Edenlere bir lütuf ihsan etmekte. Bu zamanlarda da "yorgunluk toplumu" (Han, 2019) haline gelmiş insan yığınları, bu anları tamamen dinlenmeye yahut eğlenmeye harcayarak bu zamanları çok verimli kullanamamaktadır. Hitz, bu duruma da bir eleştiri getirerek; şu anki hizmet sınıfının efendilerinin dahi boş vaktinin olmadığını, dolayısıyla köle, kölenin kölesi konumuna eriştiğini ve bu köleler yığınının en tepesinde ise "makaleler yazan, hayvanları inceleyen ve politikanın doğası üzerine spekülasyonlar yapan sömürücü bir çiftçi beyefendi bile değil, daha yüksek bir sosyal kademede başka bir köle" olduğunu ifade eder (Hitz, 2023, s. 50).
Serbest zamanlar ve içerisinde bulunulan koşullar, bazen bir imkân olarak da görülebilir. Hitz, bunu birkaç çalışma üzerinden örneklendirmektedir. Jhon Baker'in uzun yıllar boyunca Essex'teki Otomobil Derneği'nin ofisinde çalışırken serbest zamanlarını belirli bir sistematiğe oturtarak The Peregrine isminde, bu gün belgesel dünyasına ilham olan ve alanında saygın bir yere sahip olan dünyaca bilinen eserin ortaya çıkmasını sağlamıştır (Hitz, 2023, s. 50). Başka bir örnek Şair Wallece Stevens'ın bir sigorta acentesinde çalışırken şiirler yazması ve şiirlerinin dikkat çekici bir biçimde çok iyi olmasının nedeninin yine belirli bir sistematik içerisinde serbest zamanını şiirle doldurmuş olmasına bağlamaktadır. Netice Wallece Stevens, Pulitzer Şiir Ödülü ile birlikte şiir dalında birçok ödül alan bir şair olmuştur. Bir başka örnek; Alice Kober adında bir öğretmene ait. Alice Kober, çizgi yazısı/çivi yazısı olarak bilinen Lienar B'yi çözmek için iş dışındaki bütün vaktini buna harcamıştır. Dilbilimciler için çözülmesi imkânsız olan bu eski dili çözmek için yaşadığı sıkıntılara rağmen-bunların başında yaşadığı dönem itibariyle kâğıt sıkıntısı da vardı- bu dili deşifre etmeyi başarmıştır (Hitz, 2023, s. 51). En zorlu koşullarda içsel yoğunluğun önemini Victor Frankl'ın Auschwitz'de mahkûm olduğu dönemleri anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabında görebiliriz. Bunun gibi birçok örneği sıralayan Hitz, öğrenmenin çeşitli şekillerde bir yoğunlaşmaya ihtiyaç duyduğunu, dolayısıyla serbest zamanın bu öğrenme sevgisi ile doldurulmasının önemini ortaya koyar. Ona göre "Öğrenme sevgisi insanlar arasında geneldir ve çeşitli şekillerde ve derecelerde sürdürülür. Ancak tabiat sevgisinin aksine, onu her zaman fark edemeyiz" (Hitz, 2023, s. 57). Öğrenme ve entelektüel yaşam sadece akademisyenlerin alanı değildir, bütün insanlığın istifade edebileceği, kendini keşfetmek isteyen herkesin kullanımına açık bir alandır.
Kaynakça
Ellul, J. (2021). Sözün Düşüşü. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Han, B.-C. (2019). Yorgunluk Toplumu. İstanbul: Açılım Kitap.
Hitz, Z. (2023). Düşüncede Kayboluş Entelektüel Bir Yaşamın Gizli Zevkleri. İstanbul: İz Yayıncılık.
Ritzer, G. (2021). Toplumun McDonaldlaştırılması. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[1] Jack London'un romanı. Başkarakter Martin Eden, parası bittiği için bir çamaşırcıda haftanın 6 günü günde 14 saat çalışması gerekli bir işe başlar, bu işe başlamasıyla okuması için gerekli olan konsantrasyonunun buharlaştığını söyler- bu durum ağır ve yorucu işlerde çalışan herkes için geçerlidir.
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 03.10.2023 12:00 - Güncelleme Tarihi: 07.11.2023 14:00