Ebu Hanife ve Eserleri

"Hicri 80 (Miladi 699) yılında Küfe'de doğdu. İslâm'da hukukî düşüncenin ve ictihad anlayışının gelişmesinde önemli payı olup daha çok Ebu Hanife veya İmam-ı Azam diye şöhret bulmuştur.
Devrinin seçkin âlimlerinin pek çoğu ile görüşme ve onlardan ilmî yönden faydalanma imkânı bulan Ebu Hanife'nin asıl hocası, döneminde Kûfe re'y ekolünün üstadı kabul edilen Hammâd b. Ebu Süleyman'dır.
Teklif edilen kadılığı kabul etmemiş, bunun sonucu olarak Bağdat'ta hapse atılmış, işkence edilmiş ve dövülmüştür. Ebu Hanife 150 yılının Şâban ayında (Eylül 767) Bağdat'ta vefat etti."[1]
"Hanefî mezhebinin de önderi olan İmâm Ebû Hanîfe, Kûfe'de ortaya çıkan ve sonradan ehl-i re'y adıyla temayüz eden Irak fıkhının sistemleştirilmesinde büyük paya sahiptir."[2]
"Ebu Hanife ve ashabı, sünnetin hem Resulullah'ın hem de başta ilk dört halife olmak üzere özellikle Irak fıkıh ekolünün kurucusu sayılan fakih sahabileri sözleri ve davranışları olduğunu savunmuştur. Onlara göre sahabe Resulullah hakkında bilgi sahibi olduğu için onların görüşleri de sünnet sayılmalıdır. Ebu Hanife'nin görüşlerinden Hz. Peygamber'in tasarruflarını bağlayıcılık bakımından tasnif ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre tamamen dünyevi meselelerde Resulullah'ın bir kısım emirlerini devlet başkanının inisiyatifine bırakmıştır. O, Ehl-i hadise nazaran sünnetin vahiy yönünü daha sınırlı tutmuştur. Ancak sünnetin vahiyle bağlantısız olduğunu düşündüğü de söylenemez."[3]
"İnsan merkezli anlayışların bilimden felsefeye, sanattan siyasete kadar tüm disiplinlerde altın çağını yaşadığı günümüzde Ebu Hanife'nin Yaratıcı karşısında insanı konumlandırma biçimi İslâm entelektüelleri açısından hâlâ aktüel değerini korumaktadır."[4]
"Ebu Hanife'nin (150/767) hayatının ilk döneminde Kelam ilmi ile meşgul olduğu ve bu ilimde ileri derecede bilgiye sahip olduğu, onun hayatına ve görüşlerine yer veren kaynaklarda ifade edilmektedir. Hatta Hatib Bağdadi (463/1071), bizzat kendisinden "Kelam ilmi ile meşgu1 oldum, o ilimde parmakla gösterilir bir hale geldim" dediğini nakletmektedir.
İmamı Azam'ın Kelam ilmini "el- Fıkhu'l- Ekber" olarak isimlendirdiğini, itikaddaki fıkhın ameli fıkıhtan daha üstün olduğunu, çünkü dindeki fıkhın asıl, ameldeki fıkhın feri' olduğunu, aslın ise fer'e üstün bulunduğu düşüncesini savunduğunu biliyoruz."[5]
"Ebu Hanife'nin dinî görüşleriyle siyasi görüşlerini tamamen birbirinden ayırmak mümkün değildir. Onun siyasî görüşlerini dinin uygulanması anlamındaki fıkhî konularda değil; adalet, eşitlik, insan hakları ve özgürlük gibi dinî açıdan çok daha önemli konularda aramak lazımdır. Ebu Hanife'nin dinin furûatından olan basit hukuk hatalarına veya hukuk yanlışlarına karşı tavrıyla toplumda adalet, eşitlik, özgürlük mücadelesi alanındaki siyasi görüşlerini önemi itibariyle birbirinden ayırmak gerekir.
Ebu Hanife, hayatı boyunca eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi vermiş bir kişidir. Onun insan hürriyetine ve onuruna çok önem verdiğinin örneklerini siyasal ve kültürel yaşantısında görmek mümkündür. Onun bilimsel sisteminde kamu yararına, kişi hak ve hürriyetine dinî içerik kazandırdığı ve önem verdiği açıkça görülür. Örneğin, bülûğa ermiş bir kişinin velisiz evlenebileceği, kendiliğinden boşanma kararı alabileceği; sefihin ve borçlunun ehliyetinin kısıtlanamayacağı; zımmîlerin birbirlerine şahitlik yapabileceği; atıyla savaşa katılana ganimetten iki pay verileceği gibi bilimsel görüşleriyle kişilerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak istemiştir."[6]
"Kitap, Sünnet ve sahabe kavli bulunmayan hadiselerde Ebu Hanife, kıyas uygulanabilen bir durum varid ise kıyasla amel etmiş, kıyas geçerli olmazsa istihsan yapmış, istihsanın geçerli olmadığı durumlarda halkın genel uygulamalarını, yani teamülü ve örfü dikkate almıştır. Halkın genel kabul gösterip üzerinde ittifak ettiği şeylere de itibar eden Ebu Hanife'nin icma'ı delil olarak benimsediği kabul edilebilir."[7]
"Ebu Hanife'ye göre bilgi, sadece geçmişten elde edilemez. Kıyas, her şeyin çaresi değildir. Onun metodu, 'istihsan'dır; yani uygun olana göre şahsi kanaat ve tercih bildirmeyi esas almaktır. İstihsan, müsamaha ile hareket etmektir, insanlar için en uygun olanı aramaktır. İstihsan, halkın menfaati, ferdin haklarının korunması, kolaylık ve benzeri düşüncelerle, kıyası bırakmak anlamına gelmektedir."[8]
Ebu Hanife'ye göre din ve şeriat birbirinden farklı kavramlardır. O, dini inanılması gerekli temel esaslar, yani tevhid inancı, var ve bir olan Allah'a iman olarak tanımlarken, şeriatı, ibadet, muamelat vs. gibi insan hayatının çeşitli tezahürleri için konulan dini hükümler olarak kabul etmektedir. O, bu tanıma, peygamberlerin getirmiş olduğu inanç esaslarının aynı, fakat ibadet vs. gibi hususların ayrı oluşundan hareket ederek varmaktadır. Ebu Hanife bunu şu şekilde açıklamaktadır: "Allah'ın resulleri (a.s) muhtelif dinlere mensup değillerdi. Hiç biri kendi kavmine kendisinden önce gelmiş olan resulün dinini terk etmeyi emretmemiştir. Çünkü peygamberlerin dini birdir. Buna mukabil bir resul kendi şeriatına davet ediyor, kendinden öneki resulün şeriatına uymaktan nehyediyordu. Zira resullerin şeriatları çok ve muhteliftir. Bundan dolayı Allah Kur' anda; " "Sizin her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı" (el-Maide 48) buyurmuştur. Allah bütün peygamberlere tevhid demek olan dinin ikamesini ve dinlerini tek bir kıldığı için de ayrılmamalarını emretmiştir. Allah'ın dini değiştirilemez. Nitekim din tebdil, tahvil ve tağyir edilmemiştir. Şeriatlar ise tebdil ve tağyir edilmiştir. Zira bir takım şeyler bazı insanlar için helal iken, Allah onları diğer insanlara haram kılmıştır. Birçok emirler vardır ki, Allah onların yapılmasını bir kısım insanlara emrettiği halde diğer insanlara yasaklamıştır. O halde şeriatlar çok ve muhteliftir. Şeriatlar farz kılınan şeylerdir. Eğer Allah'ın bütün emrettiklerini yapmak ve bütün nehyettiklerinden kaçınmak din olsaydı; bu durumda Allah'ın emrettiklerinden herhangi birini terk eden yahut nehyettiklerinden her hangi birini işleyen kimse Allah'ın dinini terk etmiş ve kafir olmuş olurdu. Bu durumda kafir olan kimsenin müslümanlarla kendi arasında cereyan eden; nikahlama, miras, cenazesine katılma, kestiğini yeme ve benzeri hususlar ortadan kalkmış olurdu. Oysa ki Allah, müminler arasında can ve malların korunup haram kılınmasının sebebi olan iman dolayısıyla bu hususları farz kılmıştır. Allah müminlere farz olan şeyleri, onların dini kabul etmelerinden sonra emretmiştir. Eğer farz kılınan şeyler bizatihi iman olsaydı,
Allah, o amelleri işleyinceye kadar kullarını mümin olarak isimlendirmezdi."[9]
"Ebu Hanife, çevreden merkeze gelmenin avantajım kullanmak suretiyle farklı yaklaşımları dinin usul ve furu'unun anlaşılmasına dahil etmiş, dinin hem teorik hem de pratik tanımlarını, farklı kültürlere yakın olan Müslüman toplulukların kolayca benimsemesine imkan verecek nitelikte yorumlamıştır. Özellikle dinin itikadi iddiaları ve amentüsü bakımından konuyu ele alacak olursak, o, Müslüman varlık tasavvurunu, yani tanrı-alem-insan anlayışını, kendi dönemindeki akli/felsefi itirazları göz önünde bulundurarak ve bu itirazları geçersiz kılacak nitelikte, tanımlamıştır. Yine Ebu Hanife, Müslüman toplumda ortaya çıkan daha ziyade siyasi nitelikli fırkaların dine dayalı teorik iddialarını da dinin asıl kaynaklarına dönük atıflar ve akla dayalı açıklamalarla boşa çıkarmıştır. Ebu Hanife'nin usule ilişkin yorumu, dönemi için geçerli bir yorum olarak karşımıza çıktığı gibi döneminden sonraki kelamcıları da ya doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir."[10]
"Ebu Hanife'nin iman alanında ortaya attığı hipotezler ve belirlediği anlam evreni, imanı en kapsamlı bir perspektife yaymaktadır. İmana ilişkin açıklama ve yorumları, farklı teolojik yaklaşımların imana atfettikleri rükünlerin hiçbirini dışlamamakta ve hatta örtülü olarak pek çoğunu içermekte, ancak bunlardan biri veya diğerinin tercih edilmesi şeklindeki indirgemeci bir tutumdan uzak kalmayı önermektedir."[11]
ESERLERİ
"İmam Ebu Hanife'ye nispet edilen eserler şunlardır:
1- el-Fıkhu'l-ekber:
Eserin konusu İslam akaidinin temel esaslarını veciz ve beliğ bir şekilde bir araya getirip, müslümanların neye nasıl inanacağını belirlemektir. Bu eser İmam Ebu Hanife tarafından bizzat kaleme alınmayıp, sonradan öğrencileri tarafından onun görüşleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Eserin dünyanın çeşitli kütüphanelerinde yazmaları bulunmaktadır. Fıkhı ekber'in en eski iki nüshası, Medine'de Şeyhu'l-İslam Arif Hikmet Kütüphanesi No: 226 da kayıtlıdır. Bu eserin çok sayıda Türkçe tercümesi vardır.
2-el-Fıkhu'l-ebsat:
Ebu'l-Mutî' el-Belhî (v.199/814) tarafından İmam'dan rivayet edilmiştir. İnanç esasları ile ilgilidir. Muhammed Zâhid el-Kevserî bu eseri el-'Âlim ve'l-Müte'allim adlı eserle birlikte neşretmiştir. Bu eser, Ebu'l-Leys es-Semerkandî, İbrahim b. İsmail el-Malatî, Ata b. Ali Muhammed el-Cürcânî (v.687/1288) tarafından da şerh edilmiştir.
3-el-Müsned:
İmam Ebu Hanife'nin rivayetlerinin sonradan derlenmesi sonucu oluşturulmuş bir eserdir. Dünyanın değişik kütüphanelerinde İmam'a nispet edilen on beş adet müsned bulunmaktadır. Bunların tamamına yakınını Ebü'l-Müeyyed el- Hârizmî (v.655/1257), 'Câmiu mesânîdi Ebî Hanife' adlı eserde toplamıştır.
4-el-Âlim ve'l-Müteallim:
Bu eserin ravisi Ebu Mukâtil Hafs b. Selem es-Semerkandî (v.208/823) dir. İnanç esasları konusundadır. Eser soru-cevap şeklinde hazırlanmıştır. Eserdeki âlim, İmam-ı 'Azam Ebu Hanife, öğrenci de Ebu Mukâtil'dir.
5-Risâle ilâ Osmân el-Bettî:
Ebu Hanife Basra'da bulunan arkadaşı fakih Osman el-Bettî (v.143/760)'ye yazdığı akaidle ilgili küçük bir risalesidir.
6-el-Vasıyye:
Konusu akaid olan bu eser, Ebu Hanife'nin oğlu Hammad ve İmam Ebu Yusuf tarafından rivayet edilmiştir. "[12]
Dipnotlar:
[1] TDV İslam ansiklopedisi
[2] Murat Şimşek, Ehli Rey ekolünün temsilcisi Ebu Hanife, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 19, 2012, s. 45-67
[3] İshak Emin Aktepe, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi
[4] Hülya Terzioğlu, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi
[5] Seyyid Bahçıvan, Selçuk üniversitesi İlahiyat fakültesi dergisi, Yıl: 1998
[6] İsa Doğan, Mürcie ve Ebu Hanife, Samsun 1992
[7] M. Ebu Zehra, Ebu Hanife
[8] Ebu Bekir Ahmed b. Ali er-Razi el-Cassas, el-Fusat Fi'l-Usiil, Kuveyt 1994, c. IV, s. 234.
[9] el-Alim ve'l-Müteallim, Ebu Hanife
[10] Galip Türcan, Ebu Hanife ve Ehli Sünnet kelamının oluşumuna katkıları, S.D.Ü. Sempozyum bildirisi
[11] Temel Yeşilyurt, KELAM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ 2:1 (2004), SS.47-56.
[12] Ali Pekcan, İslam Hukuku Araştırmaları Dergi s i, s y. 19, 2012, s. 11-43
Yazar: Ferhat ÖZBADEM - Yayın Tarihi: 09.10.2020 09:00 - Güncelleme Tarihi: 24.11.2021 15:49