Edebiyat Sosyolojisi Açısından İnsan, Sanat ve Edebiyat
Edebiyatta eser-nesne ayrışması artık bariz hale gelmiştir ve edebiyatın en önemli sorunu durumundadır. Bu duruma sebep teşkil eden etkenler de Edebiyat Sosyolojisi konusudur. Malumunuz, edebiyat dergilerinde hacim ve form olarak az yer kaplayan şiir, hikâye gibi edebî metinler yer alır. Çünkü sınırlı alan daha fazlasına müsaade edemez. Bu ürünleri yayınlayan gazete de kalmadı. Dolayısıyla, edebiyatın başat ürünü kitaptır. Ondan, çok kıymetlidir. Dijital yayınlar umalım ki elimizden kitabı almasın!..
Mesele olan husus, edebi eserle, esere konuşlanmış olan nesne arasındaki nitelik ilişkisidir. Bir kitabın aslında ve sadece üretildiği malzemeye dokunmak malullüğünden söz ediyorum. Oysa kâğıt gibi bir malzemenin içerikle hiçbir ilgisi yoktur. Kapaktaki yazılar da içeriğe dair sadece bir göstergedir, ötesi değil. Alımlayıcı çeşitliliği, genelin kabukta kalması açısından önemini kaybediyor. Kapağı beğenip kitabı almak, arka kapak yazısını okuyup almak gibi gerçeklikler var. Ancak bunlar kitapla alımlayıcının, özne-nesne ilişkisini başlatmış olmuyor.
Eserle müessir ilişkisi, ilk metnin okunmasıyla oluşmaya başlıyor. Ancak son metnin okunmasıyla ilişkinin kurulumu gerçekleşiyor ama tamamlanamıyor. Bu ilişkinin sıhhati, okurun metin üzerinden kendini gerçekleştirmesi, inşa etmesini de gerektiriyor. Hatta kitapta yazarın açık bıraktığı, eksik bıraktığı alanların tamamlanması, eleştiri ve değerlendirme yazılması gibi süreçler başlıyor. Bu inşa ve gerçekleşme nitelikli okur işidir. Bunun çok cüzi olduğunu da teessüfle ifade edeceğiz. Çünkü ilk metinden sonra o kitaba devam edenlerin oranı yarı yarıya düşüyor. Özellikle gençlerde bu bir realitedir artık. Bu da edebiyat sosyolojinsin konusu. Oysa alımlama kitabın tamamının okunmasıyla sağlanabilir. Hatta kitabın tamamını okumak da yetmez. Çünkü anlam, sayfaların ve sayfalarda bulunan kelimelerin bileşkesi değildir. Gönderi kitabın tamamına yedirilmiş, dağıtılmış hatta özellikle gizlenmiştir. Bu iki çıkarımın alımlayıcı tarafından içselleştirilmesi gerekir. Sonrası kolaydır. Bazı kitapları her sene mutlaka bir kez yeniden okuma isteğimizin kendimize bile izah edemediğimiz sebebi budur. Bunun başka bir açıklaması da güzel sanat dallarına ait bütün eserlerde olduğu gibi edebi olan bütün iyi metinlerde, kolayca kabuğun kırılmaması, yorum gerektirmesidir. Bunca kapalılığın yazar açısından gerekçeleri nelerdir? Birisi, yazarın tüketilmeye karşı önlem almasıdır. Hele günümüzde her şey tüketime yönelik olduğu için, edebi olanın da bu çılgınlıkla karşı karşıya olduğunu, korunmak için de, kalıcı olmak için de kapalılık şartı olduğunu görmemiz gerekir.
"İnsan, Sanat Ve Edebiyat" Kitabına Dair Notlar
Edebiyatın teorik kısmıyla ilgilenen insanların camia içinde hep bir adım önde olduğunu düşünürüm. Özellikle de yakın dönemi çalışan, aynı zamanda güncel edebi birikimin içinde kalmaya çalışan akademisyen ve yazarları takip etmeye çalışırım. Bu başlı başına önemli bireysel bir çabadır. Bütün akademik çalışmalar, idari görevler ve yüklü ders programları, üstüne aile fertlerinden gelen sorumluluk gereği işlere rağmen, hala cari edebi sistemin içinde ürünler ortaya koyan, dergiler çıkaran, kitap yayınlayan insanlar saygıyı hak ediyor. Ayrıca D Mehmet Doğan'ın "akademisinde en kalabalık dilci barındıran ülke, muhtemelen Türkiye" (Doğan, 2021) şeklinde haklı olarak, istihza ettiği "kalabalık" dışında kalmak az şey değildir!
Türk edebiyatındaki değişimleri ve bu değişimlerin sosyal değişmelerle koşut olması gerektiği de bilimsel bir meseledir. Tıpkı her edebi eserin sosyal bir olgu, her sosyal olgunun da edebiyatta karşılık bulması gibi. Elbette olay ve olguların yazı hayatındaki karşılığı, yazarın gördüğü, yaşadığı ve önemsediği kadardır. Bu mesele fazlaca önemlidir. Çünkü bunca akademisyenin varlığına rağmen, yaşayan-cari edebiyatla ilgilenen hoca sayısının azlığı ve buna bağlı olarak liselerdeki edebiyat hocalarının yaşayan-cari edebiyatla ilgilerinin asgari düzeyde oluşu sorunlar zincirinin benzer ve birbirinden kaynaklı halkalarıdır. Bu bağlamda Salih Uçak hocanın İnsan, Sanat ve Edebiyat (Uçak, 2022) adlı eseri önemli bir kitap. Bu kitap Ay Vakti Kitap yayını olarak bu yılın Ocak ayında çıktı. Bağlamı ortaya koyabilmek adına "içindekiler" kısmından bir buket sunmak gerekiyor. Sanatın İnsanla İmtihanı, Yazı(n) Çürüdü(mü), Laedri Meselesi, Türk Şiir Poetikasına Bütüncül Bir Bakış, Kudüs Mısra-ı Bercestedir, Nizar Kabbani'nin Şiirlerinde Ortadoğu, Pakdil'i Notlarından Okumak bağlama örnek olabilecek yazılardan bir kısmı.
İlk not olarak Salih hocanın yazılarını açarken iddialı ve paradigma yıkıcı bir cümle ile başladığını, bu cümle ile okurun dikkatini yazıya toplama amacı olduğunu söylemeliyiz. İlk yazı şu iddialı cümle ile başlıyor: "Modern insanın ruhsal sefaletiyle yozlaşan sanat, derinliğini kaybetti." (Sanatın İnsanla İmtihanı). "Tuz koktu, su çürüdü…" (Yazı(n) Çürüdü(mü)). "Geçmişin dünle yoğrulan zihniyeti, nisyanla malul insanın var olma gayretinin bütüncül mirasını yansıtır."( Laedri Meselesi). "Şiir, hiç şüphesiz bütün zamanların en gözde sanatıdır." (Türk Şiir Poetikasına Bütüncül Bir Bakış). "Kudüs, mümin yüreklerin ebedi şiiri, yeryüzü şehirlerinin mısra-ı bercestesidir." (Kudüs Mısra-ı Bercestedir). Vb.
İkinci not olarak modernizmle birlikte oluşan ve her olumlu değer için kullanılan "batı" ile geleneksel olanı sürekli karşılaştırdığını söyleyebiliriz. (Aynı zamanda, hem bilim-teknik, hem de sanat algısının paradigma olarak genel kabulünün "batı" olduğunu da ifade etmek gerekiyor.) "Batı, çoğunlukla kuşatılmış kimliğin bencilliğiyle yapay yaşam koşullarında kendini var kılanla kalıcı olmanın peşindedir. Doğu ise, asli olanla anlam kazanmanın erdemine inanır. Batı, didaktik olanı öncelerken doğu, hikmetli olanı tercih eder." (Uçak, 2022, s. 22). "Batı medeniyeti teknik bakımdan önceye oranla muazzam olsa da 'insani boyut' itibariyle acımasız ve vahşi bir geri gidişi temsil etmektedir. Batı makineyi kutsallaştırmış, "çelik tanrısına" boyun eğmiştir. Buna karşın doğu, teknik bakımdan zayıf olsa da göğsünde taşıdığı imanla hala insani bir görünüm arz etmektedir." (Uçak, 2022, s. 36, 37). Buradaki "çelik" imgesi bendenize çocukluğumda okuduğum bir çizgi romanı hatırlattı. "Barbar Conan" çizgi romanında pagan inançları tartışma konusu olduğunda sözünü ettiğimiz barbar kılıcını göstererek şöyle diyordu: "Ben çeliğe tapıyorum!" Akif "Didaktizmi Üzerine Birkaç Not" adlı yazıda da edebiyat tarihimiz açısından önemli bir husus, doğu-batı çatışması ekseninde anlatılıyor: "Batıcılık fikrini benimseyen ve neslin geleceğini batının pozitif bilimlere atfettiği değerde bulan Tevfik Fikret'le bu konuda çok sert polemikler yaşamıştır." (Uçak, 2022, s. 41). "Kudüs Mısra-ı Bercestedir" adlı yazıda da farklı bir tarihsel perspektifte doğu-batı ikilemi değerlendiriliyor: "İbrahim'in Yakup'un Musa'nın şehri, 'hüzünler evi' şimdi. Babil'in asmalarında siyah üzümler göz göz olmuş küçük esmer yüzlerinde çocukların. Roma'nın Asur'un kadim güzellikleri bürünüş örtüsüne karanlığın… Suskun ruhlar tekkesine bağdaş kurmuş dervişin intizarı hakikati kaldırmaz düştüğü yerden…" (Uçak, 2022, s. 53). Nizar Kabbâni'nin Şiirlerinde Ortadoğu adlı metinde de farklı ve sosyolojik bir açıyla ama benzer bir analojiyle doğu-batı ikilemini irdeliyor. "Şam'ı terk eden Halid, Suzan / Meryem, Mervan oldu." Bu söyleyiş tıpkı Üstad Sezai Karakoç'un "Masal" şiirindeki yitimi çağrıştırıyor. Yazıda sonraki bir paragrafta duruma açıklık getiriyor Salih Uçak: "Bugün yaşananlar kaybedilen 'haysiyetin' bir sonucu değil mi? Şam'ı Halep'i Bağdat'ı bırakıp batı bulvarlarında sefil olan Mervan'ın Meryemleşmesi'nden başka ne denebilir ki?"
Üçüncü not olarak Salih Uçak'ın bu kitapta Türk edebiyatının önemli ve hâlihazırda bile tartışmalı konularına getirdiği yaklaşımları göstermeye çalışacağım. Bu yaklaşımlarda bulunan, genel sanat algısı, edebiyattaki değişimler, tarihsel perspektif gibi konularda Salih hocanın bakış açısını örneklemeye çalışacağım. İlk olarak, sanat-toplum bağlamı. Bu hususta "Sanatın İnsanla İmtihanı" başlıklı yazıda; "Etiğin ve estetiğin elini eteğini çektiği bir toplumda sanat adına icra edilen her işte hedonist bir çirkinlik tezahür etmeye başlar../.. Hedonist sergide teşhir edilen sözde sanatçının icra ettiği şeyin sanat olmadığı aşikardır. Zira 'beğeni' değil 'beğendirme' kaygısının ağır bastığı dışsal görüngelerin sanat eseri üretme ihtimali yoktur. Çünkü sanat, içselliğin estetik değer üretme eylemidir." (Uçak, 2022, s. 7) Diyor. Sanat eserinin biricik olma özelliği üzerinden de şu cümleleri kuruyor: "Biçem, sanatçının özgünlüğünü koruyan yegane niteliktir. Sanatçının orijinal ifade, dokunuş ve duruşu bir bakıma onun sanatsal namusudur." (Uçak, 2022, s. 9) "Yazı(n) Çürüdü(mü?)" adlı yazıda ise sanatın endüstrileş(tiril)mesini çağrıştıran cümleler kuruyor Uçak. Bu cümleleri de modernitenin akıl, bilim ve red ekseninde görüyoruz. "Modernite, sanata ve sanatçıya belli kıstaslar üzerinden eleştiriler yöneltip kendi değerler sistemini oluşturdu../.. Post-modern zamanda ise; sanatın metalaşıp ticarileşmesi ve post-sanayi ürünü günlük tüketim malzemesi haline gelmiş olması itibariyle tuzun kokması ve suyun çürümesi…" Aynı yazıda sanatın dili ve amacı üzerinden, sanat ve iktidar tartışmalarından rahatsızlığını ifade ediyor. "Sanat yegane güzelliğin ve varlığın özü itibariyle sıradan olana muhalifliğin dilidir. Ne yazık ki bu dil artık; siyasal propaganda, hazzın mottosu ve sembolik sermaye değeri olarak işlev görmektedir. İhya etmesi gereken sanatın imha edici rol üstlenmesi, elbette tesadüfi değildir." (Uçak, 2022, s. 11)
Sonuç
Özelde şiirin, genelde edebiyatın sosyal ve kültürel değişimler karşısındaki durumu, ideolojinin sanattaki yeri, şiirin ideolojik ve politik yaklaşımlardan görev kabul edip etmeyeceği gibi konularda önemli tespitler yapılıyor. Salih Uçak hocanın bu metinleri hazırlarken, şiire-sanata, edebiyattaki değişime bir şekilde etki etmiş olan kuramları ve tarihsel gerçekleri de temel aldığını söylemeliyiz. Bu meseleler şiir-sanat açısından olduğu kadar, eğitim açısından da önemlidir.
Pek çok kişinin bu meseleler üzerine yazdığı malum. Bu kitabın farkını ortaya koymak gerekiyor. Bu anlamda kitaptan seçtiğimiz meseleler ve çözümlere değinmeye çalıştık. Kitabın çok daha geniş olduğunu bu vesileyle not etmiş olalım. Salih hoca; işleyeceği sorunla ilgili sert bir çıkarımla meseleye başlıyor. Okurun ilgisini mercekleyerek ateşin çıkmasına sebep oluyor. Sonra o sorunun çıkışını, yol açtığı kırılmaları ve nasıl yok edileceğini açıklıyor. Kitabın tanıtımında kullanılan şu cümleyi yukarıdaki sonuca örneklik için alıntılamak istiyorum: "Modern insanın ruhsal sefaletiyle yozlaşan sanat, derinliğini kaybetti." Bu kapsam tersinden işleyen bir sistem gibi. Önce çıkarım, sonra açıklama, en son çözüm şeklindedir.
Kaynakça
Doğan, D. M. (2021). Türkçe Düşünmek, Türkçeyi Düşünmek. Ankara: Yazar.
Uçak, S. (2022). İnsan, Sanat ve Edebiyat. İstanbul: Ay Vakti.
Yazar: Ethem ERDOĞAN - Yayın Tarihi: 28.03.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 21.03.2022 22:43