Elâ Bentleri : 40 Bend Tekmili Birden
Ethem Erdoğan ismiyle tanışmamız Kütahya’nın puslu aylarının birinde olmuştu. Şehrin o kasvetli ve soğuk havalarına dostluğun sıcaklığı ve dostane yaklaşımıyla şiiri hayatına sindirebilmiş bu ismin Kütahya’da olması bizi ziyadesiyle sevindirmişti. O günden bu güne sanırım 3 yıldan fazla zaman geçti. Ara ara görüşür, çay içer, şiir konuşur, yeni yazılanlar hakkında istişare eder, kitaplar alır, kitaplar veririz birbirimize. Bu alışverişimiz belirli aralıklarla bahanemiz olur, asıl amaç kurduğumuz bu dostluğun şiir rengine boyanması ve şiirin hayatın bir yerlerinde dostluğun pekiştireci olması idi.
Şiir ile temaşanız nasılsa, şair ile seyriniz de öyledir. Ethem Erdoğan, şiirini Kütahya’dan dünyaya yayan bir şair olarak uzun dönem şiirle temaşa etmiş ve uzun süreli bu yolculuğunu Elâ Bentleri adlı eser ile süslemiş bir isimdir. Merkez/taşra ayrımında şiirin yayımı merkeze yakın yerlerde daha fazla iken taşrada ikamet eden yazar ve şairlerin yayım noktasında işleri maalesef daha zor ve çetrefillidir. Bu bakımdan Elâ Bentleri, 1995 yılından beri edebiyatla hemhal olan bir ismin çok gecikmiş ilk eseridir.
Şiirle Yoğrulan Yıllar ve Zor Şiir
“Şiir emek işidir” diye klişelere sığınmadan denilebilir ki; onda isyanın farklı tezahürleri mevcuttur ve her şiir, şairin bir şekilde haykırmak istediklerinin toplamıdır. Elâ Bentleri, şiirle yoğrulmuş bir hayatın yansıması ve haykırışıdır. Onda mevsimlerin tüm renkleri görülebildiği gibi kelimelerin farklı mevsimlerde nasıl örüldüğünü de okumak mümkündür. “Her mevsimi dönenceden evvel şerh ettim” (s.9) ifadesiyle Ethem Erdoğan, bu eserinde hem bir arayışın hem de anlamlandırmanın peşine düşmüştür.
Bu arayış ve anlamlandırma, onun şiirinde bir nevi dünyadaki tüm insanların itirafı gibidir: aslında bir nevi itiraf eder gibi aktarır: “Bir tekke garibi, dünya ibaresiydim/Anlamdan geçmeyendim” (s.9).
Her insan, bu dünyaya kendi anlamına vâkıf olabilmek için gelmişken, çok insan bunun farkındalığına vararak bu anlamlandırmayı yapamaz, bunun farkında olamaz hatta bu doğrultuda dünyaya geliş amacını unutarak farklı eylemlere bürünmektedir. Sanatın burada direkt olarak “anlamlandırma süreci” olduğunu belirtmemiz lazım. Bu anlamlandırma sürecindeki bir kol olan sanatın birçok dalında insan ediminin ve eyleminin yansımalarını farklı biçimlerde okumak mümkündür. Kimisi görmüş olduğu bir karede dünyanın farklı bir rengi üzerinden insanlara çağrılarda bulunurken, kimisi de evrendeki o muhteşem sessizliğin içerisindeki ritmi derleyerek sunar, bir başkası ise tuvaline dünyanın farklı bir coğrafyasındaki yüzleri konuk eder, diğeri ise kelimelerle işler kendini, yani insanı, yani o rahatsız ruhu. Konuk edilen sayfalarda içerisinde biriktirdiği anıları, hayalleri, muhayyileleri, sessiz çığlıklarını ısmarlar. Ta ki içinin fırtınaları dinene kadar. Bu bakımdan sanat, bir nevi fırtınaya yakalanmış insanın kendine bir sığınak arama telaşıdır. Bu hem kolaydır hem de zordur.
Şiir nedir sorusuna verilen cevaplar şair sayısıncadır. Bu bakımdan şiirin ne olduğundan ziyade onun nasıl olması gerektiğini belirlemek bana göre daha kolay bir açıklama olabilir. Biçim ve içerik kapsamında ele alınan şiirin nasıl olması gerektiğine dair poetikaların şairin dünya/evren görüşü doğrultusunda olması şiirin kapsadığı alanın ne derece geniş olduğunun göstergesidir. Şairler, savunmuş olduğu mefkûre doğrultusunda şiirlerini örer, ona anlamlar yükler ve şiirin kurgusuna bu mefkûreyi yerleştirirler. İnsanlığın ortak duygularından hareket eden bu mefkûreler insana insanı anlattığı için önemli metinlerdir. Bu metinlerin örülüş biçimi; sanatçının sanat algısıyla daha farklı boyutlarla da ele alınabilmektedir.
Ethem Erdoğan’ın Elâ Bentleri, bir mefkûrenin hakikate yaslanarak insana insanı anlattığı zor metinlerdir. Açıkça belirtmem gerekirse; Erdoğan’ın şiiri zor, kapalı ve her şiir okurunun nemalanacağı şiirlerden değildir. Elâ Bentlerini anlamak, ondan anlamlar devşirmek için şiire eğilip tekrar tekrar bentler arasında yolculuk etmek gerekmektedir.
Şiir, Anlam ve Hakikat Ekseninde Bir “Ölüm” Okuması
“Biraz insan çokça hoyrat yakışmadım dünyaya” (s.10) ifadesinde olduğu gibi birçok cümlede Erdoğan, “nefsini hor görme”, kendi arayışını tamamlayamamanın vermiş olduğu huzursuzluğu aktarmaktadır. Özellikle her bendin sonunda tekrarladığı “Sessizce öptüm kederi, bir öfke edindim kendime” (s.10) ifadesi onun bir biçimde çığlığı hükmündedir. Hem dünya karşısındaki bunalımı ve yılmışlığını aktarırken hem de öfkesini yitirmemek bir tür mücadeleden vazgeçmediğinin göstergesi olarak okunabilmektedir. Bu okumaya en yoğun biçimde yaklaşım “ölüm” teması üzerinden yapılabilir. Ethem Erdoğan, Elâ Bentleri adlı eserinde “Ölüm” konusunu defalarca işleyerek hem ölüme bir tanım, hem insanın ölüme karşı bakışını, hem de kendisinin ölüm karşısındaki durumunu ayrıntılı ve yoğun bir biçimde işlemiştir. Şiirlerindeki “ölüm” geçen ifadeleri ortaya koyduğumuzda şu ifadeler rastladık:
“Anlamdan geçmeyendim, körpe kuşlar ölmedi
Eti yenmez zira” (s.9)
“Örtü koyu, küfür koyu,
derviş ölümü dağ gibi olsun istedim” s.12
“Bir ölümün içinden yürüdüm gönül İskitçe rehin” s.13
“Tel Tel tövbeden seken
mermiler gibi şüphesiz ölüyüm” s.15
“Ölsem isim verirdim böylesi bir nihayete
Uyarak ulu ağaçların çağrısına, ayakta ölürdüm
Her girilen harbin gediklisi, dilim neştere istiare” s.16
“Aklımı tuttum her gece ayine oldu, insan öldü” s.20
“Gömdükçe bedene türabı, kan damladı toprak” s.20
“ Ben deyince incelen yerlerimden feryatlar
Fena heykelleri ölümüne sakin” s.21
“Gemide deliktim, öldürülen erenliktim” s.22
“Etlerimde kibirden ölünen günler gördüm” s.23
“Sarıldığım bir kaleydi belki, boşluğa bıraktım ölümü” s.25
“Şiirin yöresinde bir listeden geride ölüm” s.26
“Kilden heykeller gibi bir çeşit öldüğümü” s.27
“Çocukla kıyam bıraktım, ölmekle zedelendim
Yaşamak putsa aldım kellesini,
aslen ölümün kendisiydim” s.28
“Güzellikten dökülünce geçtiğin dizeler ölgün” s.29
“Ölümü demledim emip devrime merkezledim” s.29
“Hüzünden bir fer edindin, şehirler öldü” s.32
“Ölümün kenarına gömsek gerekti şiiri” s.35
“Ölümün kenarında olmalı esasen
kapılar kadar mısralar
Hayat kadar ıssız orda, anlam kadar insan,
Gülmese ölecek” s.36
“Ekmek ses ve bir miktar ölüyüm” s.37
“yeniden ölmem gerek” s.39
“Ölmeden önce, bildiğimin zirvesi” s.39
“Ölümden ötesine cevap bilirdik”s.41
“Ölmeyi yine de beceremedik
Ölümü sevdik,
Şükür” s.41
“Kandillerde büyük ölümlere gererdik kendimizi” s.44
“Ölüydü ölümlerin en ince tebessümü” s.46
“ölüme gücenmez gönüller” s.46
“Ölümü bin kere seyretmek kirpiklerin ucunda” s.47
“Ölmekten güzel tek güzel şeye şiir denir, böyle bildim” s.47
“Ölmekle kirlenen bir merkeze ekilir benlik” s.52
“devretti sevgisiz ölümleri devler” s.53
“Kil gibi temiz ölüm
Dilden seğirir ölüm
Bir eskizdir, denenir ölüm” s.54
“dil ölümden gölgedir” s.54
“Söylenmeli ölümden önce” s.54
“Ölmek dilde anlam kazanır” s.54
“Düşündüm ölmesem ölemezdim” s.54
“Bir gün gibi yükselen öfke değilse ölümdür” s.58
Ölümün ertesi cennetse ölüm ölümdür” s.58
“Ölümü bilmemek dedim, güldüm” s.63
“Ölmeyi bilmeyenlere özgü hevesler gördüm bir de” s.63
“Bir İngiliz sömüreni, açık yarada tufeylî
Gibidir ölümün keskin firarileri” s.63
“Yine bir cinnetten geçeceğiz demek ölümün kenarı” s.63
İnsanlık tarihi boyunca ölüm konusu hemen hemen sanat dalında en yoğun işlenen temalardan biri olmuştur. Ölüm; kimi zaman sakınılan, korkulan, sır olarak anılan, bazen iştiyakla istenilen, vuslatı sona erdiren, hesaplaşma olarak görülen bir durum/kavram olarak işlenilegelmiştir.
Pozitivist düşünceye göre metafiziksel bir olgu olan ölüme yaklaşımlar da metafiziksel anlayışa göre olmuş, bu konuyla ilgilenenlerin hemen hemen tamamı “ölümün” bireydeki etkisi üzerine yönelmiştir. Fakat sanatçıyı ölüm konusuna iten mevzunun arkeolojisine çok değinilmemiş, bir tür saplantı olarak anılıp geçilmiştir. Ancak, ölüm konusu, bir tür saplantıdan ziyade toplumsal olay ve olgular sonucunda da ulaşılabilecek bir konudur. Özellikle modernizm getirmiş olduğu “bireyselliğin” neticesinde insanoğlu “yalnızlığıyla” boğuşmaya başlamış, kalabalıklar içerisinde sesini duyurmak isteyen bir “garip” haline bürünmüştür. Modern insanın çıkmazlarının bir sonucu olarak yansıtılan “ölüm” Müslüman için ise “yeni bir başlangıç” olarak, ebedi mutluluk veyahut ebedi azabın başlangıcıdır. Bu yüzden erdemli bir yaşantı sergilemenin gerekliliği Müslüman bireyin temel hayat felsefelerinden biridir.
Ölümün sanat eserlerinde yoğun bir şekilde irdelenmesi psikanalitik yaklaşımla da açıklanabilir. Freud’un psikanalitik yaklaşımı iki unsur üzerinden şekillenmektedir. Freud’a göre ölüm içgüdüsü insanın yıkıma yönelik yanıdır ve bu enerjisine “destrudo” denilmektedir. Bu bağlamda denilebilir ki, sanatın bir tür hakikati yansıtma ve hakikati farklı biçimlerde ifade etme gücü dolayısıyla insan, sanatla hakikatin ona yasladığı gerçeklikler yüzleşmektedir. Bu yüzleşme kimi zaman bir hesaplaşma, kimi zaman ağır bile olsa normalleştirip tahammül edilebilir seviyeye indirgeme sürecine sürükler. İşte bu noktada Ethem Erdoğan'ın şiiri, ölümü insanlığın bir dirilişi, ölmemek için ölmenin gerekliliğine olan inanca ve ölüme hazırlıklı olmaya yönlendirmektedir. Tıpkı Necip Fazıl'ın ifade ettiği üzere: "Ölüm güzel şey budur perde ardından haber/hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber"
Not: Yolcu Dergisi 85. Sayısında Yayınlanmıştır.
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 02.06.2020 13:57 - Güncelleme Tarihi: 02.06.2020 13:57