Eros’un Istırabı ve Aşkın Ölümü
Aşk öldü mü? Genel bir anlayışa göre öldü. Sınırsız tercih özgürlüğünün, seçeneklerin çeşitliliğinin ve mükemmellik zorlamasının kurbanı oldu diyenler var. Her şeyin rasyonelleştiği, tüketim nesnesi haline geldiği, ticari akışın hızlanması için farklılıkların ortadan kaldırılıp her şeyin aynılaştığı bir dünyada aşkın ölmesi de kaçınılmazdı. Fakat günümüz filozoflarından Byung Chul Han aşkın ölümüne dair yazdığı ''Eros'un Istırabı'' isimli kitabında yukarıda sayılanların yanında erosun (aşkın) yaşadığı ıstırabı anlamak için çok önemli bir sebebin daha bilinmesi gerektiğini iddia ediyor: Başka'nın aşınması, Başka'nın ortadan kaybolmasıdır asıl aşkı öldüren sebep. Çünkü eros(aşk) tam anlamıyla Başka'yla ilgilidir. Başka'sının olmadığı, aynılık cehenneminin hâkim olduğu günümüz performans toplumunda eros büyük bir ıstırap yaşıyor diyebiliriz.
Peki nedir bu Başka? Başka, bu dünyada olmayan, üstüne konuşulamayan, dile getirilemeyen, mekânı olmayan bir negatiflik halidir. Bizim dışımızda, bize yabancı olan, bizimle aynı olmayan Başka bir benliğin alanıdır. Aşkın (transandantal), sarsıcı, öldürücü, dönüştürücü bir güçtür Başka… Her şeyin sayılar ve veriler aracılığıyla aynılaştığı günümüzde tecrübe edilemeyen, ele geçiremeyen aşkın bir olguya yer kalmamıştır maalesef. Tüketim toplumunda her şeyin tüketilebilir olması gereklidir. Bu yüzden her şey düzleştirilir ve pürüzsüzleştirilir. Yani aynılaştırılır. Bu da depresyona, bir aynılık cehennemine yol açar. Halbuki narsist özneyi kendi benliği içinde boğulup depresyona düşmekten kurtaran, Başka'yla kurduğu ilişkidir. Her şeyin aynı olduğu bir yerde Başkalık kalmadığından dünya narsist birey için hep bir kendiliktir. Nereye gitse hep kendisiyle karşılaşır. Adeta dünyada tek başına kalır, Başka tarafından terk edilir.
Eros (aşk) depresyonu alt eder, depresyonun karşıtıdır der Byung Chul Han. Aynılık cehenneminden kurtulmak ancak erosun gücüyle mümkündür. Eros insanı kendi benliğinden dışarı atarak bir başkasının benliğinde öldürür. Bu ölüm simgesel bir ölümdür. Bu selamet getiren bir felakettir. Ölümle birlikte eski benlik yok olur. Yeni bir benlik doğar. Bütün kadim mitlerde var olan bir motiftir bu. Leyla ile Mecnun hikâyesinde Leyla'nın peşinde yıllarca acı çeken Mecnun'un simgesel olarak ölüp yeni bir insan olarak doğduktan sonra Leyla'yı tanımaması ve İlahi aşka ulaşması çekilen çilenin (acının) sonunda yeni bir benliğin doğuşuna işaret eder. Yazar, kitabında, Melancholia filminden örnek verir. Filmde Justine, âşık olamayan, performans toplumunda sürekli iş peşinde koşturan, depresif narsistik bir bireydir. Melancholia isimli bir gezegen dünyaya hızla yaklaşmakta ve dünyanın sonunu getirmek üzeredir. Tam da bu sırada Justine depresif bir kişilikten seven bir insana dönüşür. Çünkü yaklaşan kıyamet aynı zamanda simgesel bir ölümü temsil eder. Justine'i narsistik bataklıktan çıkararak atopik Başka'nın dünyasına açar. Bu, yukarıda da belirtiğimiz gibi selamet getiren bir ölümdür. Burada hemen yine Fuzuli'nin Leyla vü Mecnun eserinde, delilik halinden kurtulması için babasının kabeye götürdüğü sırada Mecnun'un ettiği dua akla gelir:
Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beni
Evet, aşk belası selamet getiren bir beladır. Bundan dolayı aşık, bu beladan hiç kurtulmak istemez.
Yazara göre Eros'un ortaya çıkması için performans yani başarı toplumu uygun değildir. Çünkü performans toplumunda yapabilirsin yani becerebilirsin baskısı vardır. Modern özne, başarı ve performans baskısı altındadır. Halbuki eros, Başka'yla başarının ve becerebiliyor olmanın dışında kurulan ilişkidir. (s.19) Aşkın olduğu yerde beceri yoktur, becerisizlik/başarısızlık vardır. Aşk bir imkân değildir, bir imkânsızlıktır. Bilinçli, rasyonel bir tercihin sonucu olarak ortaya çıkmaz. O, bilinçdışı arzuların, irrasyonalitenin, aşkın olanın, atoposun alanıdır. Bir anda gelir, çarpar, incitir, sarsar ve yaralar: "Aşk bir imkân değildir, bizim inisiyatifimize bağlı değildir, bir temeli yoktur, bize aniden gelir ve bizi incitir." (s.21) Başarı toplumunda performans öznesi başarıya odaklı olduğundan onun böyle ağır, sarsıcı, derin mevzularla ilgilenecek vakti yoktur. Çünkü bunlar birer duygusallık yani zayıflık belirtileridir. Performansı düşürür.
Aşkın içine düştüğü bir başka handikap da onun bir haz formülüne dönüştürülerek pozitifleştirilmesidir. Ondan her şeyden önce haz verici duygular uyandırması beklenir. O, bir anlatıya ve drama sahip olmayan, insanda hoş duygular uyandıran, haz verici bir uyarım olmalıdır sadece. Pozitifleştirilmiş aşk, yaralanmanın, aniden gelişin veya düşüsün negatifliğinden yoksundur. Oysa gerçek aşka düşmek fazlasıyla negatiftir. Böyle bir zamanda pornografinin yaygın olması çok manidardır. Pornografi gösterime açılan çıplak yaşamdır. Eros'un hasmıdır. (s.35) Anlatısallığı ve gizemi öldürür. Dolayısıyla aşkı da öldürür. Kapitalizm, her şeyi metalaştırıp onları sergilediği ölçüde toplumun pornografikleşmesi sürecini hızlandırır. Eros'u (aşkı) pornoya dönüştürerek kutsallığını bozar.
Aşk (eros) imgeleme dayanır. O yüzden enformasyondan yana kıt olmalıdır. Halbuki bugün bunun tam tersidir. Byung Chul Han güzel bir tespitte bulunarak şöyle der: ''Enformasyon eksikliği birine abartılı bir şekilde değer vermeye, bir artı değer atfetmeye veya onu idealleştirmeye yol açıyordu. Buna karşın bugün hayaller, dijital iletişim teknolojisi sayesinde enformasyon yüklü bir hal almıştır.'' (s.41) Yani diyor ki hazret, enformasyon yüklü imgeler aşkı öldürür. İmgelem/muhayyile kısıtlılık/mahrumiyet durumunda ortaya çıkar. Her şeyin bilinebilir, hesaplanabilir, ulaşılabilir olduğu yerde aşkın gizeminden ve büyüsünden söz edilemez. Ayrıca yazara göre, imgelem olmazsa arzu da ölür. Çünkü arzu bilinçdışından kaynaklanır. Rasyonelleştirilmiş bir arzu yapaydır. Tercihlerin sınırsızlığı ve bilinçli seçimin olduğu bir dünyada birey artık arzu etmemeye başlar.
Günümüzde hayal gücü her şeyden önce tüketim malları piyasası ve kitle kültürü tarafından belirleniyor diyor Byung Chul Han ve ekliyor: Modern benlik arzularını ve duygularını giderek daha hayali yollardan, metalar ve medya imgeleri üzerinden algılamaktadır. (s.42) Yani modern benlik özlemini çektiği şeyleri ve yaşam biçimlerini sanal ortamlarda deneyimliyor. Halbuki sanal ortam, bireye gerçek bir deneyim sunmaz. Hatta bu iletişim mecralarının sunduğu imgelem, fanteziyi coşturmaz. Hiper görünürlüğün hüküm sürdüğü böyle yerlerde gerçek hayal gücü ölür. Çünkü der Han:
"Şeylerin iç müziği ancak, gözlerimizi kapatıp onlarda oyalanmaya kapı aralandığında işitilebilir… Bugün ise, hiper-görünürlük sahibi imgeler yığınına gözleri kapatmak mümkün değildir. İmgelerin hızla değişmesi zaten buna zaman tanımaz. Gözleri kapatmak bugünün hızlanma toplumunun pozitifliği ve hiperaktivitesiyle uyumsuz kaçan bir negatifliktir. Hiper uyanık olma zorlaması gözleri kapatmayı güçleştirmektedir.'' (s.46)
Günümüzde yaşanan muhayyilenin ölümü ve körleşme krizinin sebepleri de daha anlaşılır hale geldi sanırım. Her şeyin enformasyonun ve şeffaflığın etkisi altına girdiği günümüzde böyle sonuçlarla karşılaşmak kaçınılmazdı. Daha da kötüsü kriz sadece bunlarla da sınırlı kalmaz. Erosun ölümüyle birlikte yaratıcılık da ölür düşünce de. Hesaplayan ve veri güdümlü düşünce, gerçek düşünceyi de yaratıcılığı da öldürür. Çünkü verileri analiz ederek, veriler arasında tespit edilen ilgi veya bağıntılardan yola çıkarak belli örüntüler elde etmek gerçek düşünce olamaz. Enformasyon sadece malumat verir, hakikat üretmez. Hiçbir şeyi değiştirmez, açıklamaz, yaşantı üretmez, sarsmaz, değiştirmez, herhangi bir sonuca götürmez. Enformasyon, gerçek düşünceyi yani ayak basılmamış olan atopik Başka'yı öldürür. Bu yüzden Başka olmayınca aynılık cehenneminde debelenip durur modern benlik. Aşkı modern dünyaya tekrar nasıl getiririz? Bilemiyorum. Ama bir süre daha aynılık cehenneminde yanacağımız kesin!
Eros'un Istırabı
Byung Chul Han
Çev: Şeyda Öztürk
Metis Yayınları
İstanbul 2020
62 sayfa
Yazar: Mustafa BUĞAZ - Yayın Tarihi: 30.01.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 01.02.2023 10:09