Eros’un Istırabı’ndan Fuzuli’nin Istırabına
Mehmet ÖZGER yazdı...
Eros'un Istırabı kitabında Chul Han, Eros miti üzerinde kapitalizm, neoliberalizm gibi günümüzün insanı sömüren ideolojilerini, tüketim kültürünün insan hayatının her boyutunu nasıl etkilediğini ele almış. Kitabı okurken yazarın Eros ile tüketim kültürü arasında nasıl bir bağlantı kuracağını merak ediyoruz. Descartes'in kartezyen felsefesinden bu yana gerek Batı, gerekse Doğulu zihinler bütüncül bakış açısını yitirdiği için toplumsal ve bireysel sorunların içiçe girişini çözümlemekte sorun yaşıyor. Tam da burada Chul Han'ın Batı'nın eğitim formasyonundan geçen bir Doğulu düşünür olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Çünkü bildiğimiz, konuştuğumuz konuları Batı'da yetişmiş birinin söylüyor olması, bizi doğrulaması açısından mutlu ediyor insanı.
Chul Han, Eros'un Istırabı kitabında "Melancholia", "Becerememeyi Becermek", "Çıplak Yaşam", "Porno", "Fantezi", "Eros'un Siyaseti" ve "Teorinin Sonu" başlıklarında her ne kadar Batılı bir bakışla Eros'u anlatsa da anlattığı konu aşk'tır. Chul Han sadece bu kitabında değil, Şeffaflık Toplumu, Güzeli Kurtarmak ve hemen diğer kitaplarında da tüketim toplumunun sömürü anlayışını, tekniklerini ele alır. Chul Han, kitaplarında özellikle porno ve erotizm ayrımına gider. Ancak her iki kavram da salt cinsel sorunları ele alan kelimeler olarak değil, bir bakış açısı olarak birçok konuda "görünmek", "göstermek" üzerine kurulu bir tüketim kültürünün insanı yönlendiren politikasını anlatmak üzere kullanılmıştır. Mesele ne erotizmdir ne de porno. Asıl mesele; kültürün, edebiyatın, yaşam biçiminin pornografikleşmesidir. Çünkü tüketim kültürü, günümüz insanının önüne paket yaşam biçimleri sunmaktadır. Foucault'nun tabiriyle söylersek yaşamın her alanı suçlu-masum, iyi-kötü, normal-anormal, deli-akıllı gibi normatif adlandırmalarla hizaya sokulur. Burada bedenlerin daha fazla ön planda olduğu bir beden sosyolojisinden söz etmek gerekir. Toplumun önüne sürülen beden tipleri, güzellik tipleri insanın doğal yaşamının dışına çıkmasını önermektedir. Chul Han, bu durumu pürüzsüz bedenler, pürüzsüz yüzeyler olarak ifade eder. Ve sadece nesneler ve bedenler değil, aynı zamanda duyguların da pürüzsüzleşmesi önerilmektedir. Erotizm ile pornografi arasındaki fark da burada ortaya çıkmaktadır. Her türlü olumsuzluğu, arzu nesnesine ulaşmak için aradaki engeli kaldıran tüketim kültürünün yaptığı, sosyolojik anlamda pürüzsüzleştirme ve pornografikleştirmedir. Erotizmde arada engeller vardır (örtü ya da sevgilinin iradesi gibi) ve erotik bir film ya da edebiyat ürünü sanat eseri olarak kabul edilir buna karşın pornografik filmler ya da romanlar sanat olarak kabul edilmez. Meseleye sadece edebiyat ya da cinsellik boyutuyla bakmak, tüketim kültürünün bu tekniklerini hafife almak anlamına gelir. Çünkü din bile hiçbir engel olmadan topluma sunulan ve pornografikleşen bir kuruma dönüşebilir. Medya ve özelde sosyal medya aracılığıyla insanlara sunulan bir yaşam biçimi vardır. Bu yaşam biçimi bir öneriden daha fazlasıdır. Öneri, seçme hakkını ve bireyin iradesini gerektirir ancak iktidar tarafından öne sürülen ve ideal yaşam biçimini kişilere dayatan bir sistemde öneri değil ancak zorlamadan söz edilebilir. İvan İllich, Okulsuz Toplum'da kapitalizmin kişileri tüketim kültürüne ve söz konusu yaşam biçimine itenlerin eskinin din adamlarının yerini tutan öğretmen, doktor vb. kurumsal yapılarda otoriteyi elinde bulunduran ve dini kurumlar gibi sorgulanamaz olan otoriteler olduğunu ileri sürer. Nitekim günümüzde tüketim kültürünü topluma önerenler profesyonellerdir. İllich, okulsuzlaşma ile sadece okulları kastetmez, toplumsal yaşam içinde yer alan kurumsal yapıların hepsini kasteder. Kurumsal yapıların her biri yaşamın bir yönü hakkında bireylere normlar dayatır. Bu normlar kişinin iyiliği eksen alınarak oluşturulmamış, sistemin birbirini tamamlayan yapıları için oluşturulmuştur. Doktor, ideal insan bedeni ve sağlığını savunurken, ilaç firmalarından ve modern hayatı oluşturan diğer kurumsal yapılardan bağımsız değildir.
Chul Han, Eros'un Istırabı'nda diğer kitaplarında söylediği pürüzsüzlük meselesini aşk kavramı etrafında yeniden ele alır. Aşk, bugün pornografikleşerek aradaki engeller (aşk için çekilmesi gereken acılar, sevgilinin nazı, sevgilinin uzaklığı, biricikliği) kaldırılmıştır. Ortaya çıkan yeni durumda her şeyden önce sevgili kavramı ortadan kaldırılmıştır. Sevgilinin başkalığı ve Chul Han'ın tabiriyle atopik olma durumu (biricikliği) ortadan kalkınca, âşık olan kişiyi olgunlaştıracak süreç de ortadan kalkmış; aşk, bir tüketim nesnesi haline gelmiştir. Sevgili, biricik ve ulaşılmaz olsa âşık kendi varoluşunu onda yaşayacak; Jung'un eserlerinde ele alınan bireyleşme/olgunlaşma kavramında olduğu gibi kişi kendi varoluşunu başkasında idrak edecektir. Chul Han, "Eros özneyi kendinden çıkarıp Başka'ya yönlendirir" (s. 11) diyor. Başka'ya yönelmeyen kişilik, depresyona girecek; kendi içine düşecek, zamanla narsistleşecektir. Chul Han, neoliberal sistemin "performans özneleri" yaratarak bir başka sömürene gerek duymadan, kişinin "Becerebilirsin" sloganıyla kendi kendini sömürdüğünü, bunun dışsal bir sömürüden daha güçlü olduğunu, kişinin kendine engel koymadığını söyler. Becerebilmek; sahip olmak, bilmek gibi kavramları içkindir. Aşkta bir sahiplik duygusu yoktur, sevgilinin yolunda çekilen acılar ve ödenen bedeller vardır. Cinsellik, sahip olma duygusunu içerir. Her an ulaşılabilir olan çabayı gerektirmez. Tüketim toplumu, cinselliği bile normatif hale getirmiştir oysa aşk asimetriktir. Aşkta, âşık kendini feda edebilir. Sevgilide ölerek yeniden doğar, buna karşın tüketim kültürünün bireye sunduğu aşk pürüzsüzdür. Kolayca ulaşılabilir, yumuşaktır, rahat terk edilebilir, evcilleştirilmiş ve negatif yönleri alınmıştır.
Aşk, bir terk etme sanatıdır. Kişi, kendi konforunu, hayat felsefesini, her şeyden önce benliğini terk etmelidir ki ötekinde var olabilsin. Kapitalist sistemde özne, çoğu zaman sadece "çıplak yaşam" adına köle olmaya razıdır. "Çıplak yaşam" kavramını salt yaşama, ölmemek için yaşama ya da köleliğe razı olacak kadar yaşamayı isteme olarak adlandırmak mümkündür.
Son dönem düşünürlerinden Chul Han'ın yaşadığımız çağ ile ilgili fikirlerinden Fuzuli'ye geldiğimizde şunları söyleyebiliriz. Bizim köklü bir medeniyetimiz var. Bu medeniyetin önemli ayaklarından birini edebiyat ve özelde şiir oluşturur. Bu şiir, kendiliğinden oluşmamış, bir medeniyet birikiminin tezahürü olarak oluşmuştur. Örnek olarak Fuzuli'yi almamızın nedeni şairle ilgili yazılmış bazı metinlerde şairin sevgiliye ulaşma gayreti için mazoşist ifadesinin kullanılmış olmasıdır. Chul Han Eros'un Istırabı'nda bilerek veya bilmeyerek baştan sona Fuzuli'nin ıstırabını anlatmakta aslında. Varlığını sevgilinin varlığına bağlayan, o yolda kendi varlığını terk eden bir şairdir Fuzuli.
"Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever
Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever"
beytinde benliğinden vaz geçerek sevgilide var olmayı önerir Fuzuli. Bir başka şiirinde ise sevgilinin kendisine acı çektirmesini, sevgiliden gelen acıyı, belayı yüceltir:
"Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beniAz eyleme inayetini ehl-i dertten
Yani ki çoh belâlara kıl müptelâ beniOldukça ben götürme belâdan iradetim
Ben isterim belâyı çü ister belâ beniGittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et müptelâ beniÖyle zâîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beniNahvet kılıp nasîb Fuzûlî gibi bana
Yâ Râb mukayyed eyleme mutlak bana beni. "
Fuzuli, başka bir gazelinde de dermanının derdinde olduğunu ve eğer iyileşirse asıl o zaman gerçek hasta olacağını söyler:
"Âşiyân-ı murg-i dil zülf-i perîşânundadur
Kande olsam ey perî gönlüm senün yanundadır
Aşk derdiyle hôşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur"
Fuzuli Divanı'nı okuyunca bu minvalde yüzlerce beyte rastlamak mümkün.
Sadece bizim medeniyetin edebî verimlerinde değil, dünya edebiyatının ilk örneklerinden başlayarak günümüze kadar gelen örneklerinde de bireyin olgunlaşması için kendi varlığından vazgeçme, başka'da ölerek yeniden var olma düşüncesi hâkimdir. Aradaki engeller kimi zaman dağ, çöl, cin, peri olur; kimi zaman ateşten denizler, kimi zaman Kaf Dağı. Hangisi olursa olsun Joseph Campbell'in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı kitabında anlattığı gibi kahraman, yolun sonunda toy kimliğinden sıyrılıp olgunlaşmış olur. Fuzuli, sevgilinin kahrını da lütfunu da kıymetli bulur. Sevgiliyi anımsatan her şey kıymetlidir, onun yolunda çekilen dert bile kıymetlidir. Bu şekilde ancak kişi kendi depresif, melankolik halinden çıkarak başka'nın lütfuyla kendini/kendiliğini bulur/kurar. Öyle bir ruh haline girer ki dünyanın kuru kavgasından da kendi benliğinin önüne attığı çer çöpten de kurtulma imkânına kavuşur. Ahmet Paşa'nın şu dizelerinde olduğu gibi gözü başkasını görmez:
"Cânıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yâr
Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim!"
Sevgilinin merhabası ile kendinden geçen âşık başkalarının meselelerini terk eder. Âşık, varlığın bütün boyutlarını terk ederek ancak sevgilide var olabilir.
Onun için derler ki Nakşibendi yolunda:
"Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk
Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk."
Sonuç olarak modern zamanların bireyi; hiçbir şey vermeden, hiçbir bedel ödemeden konfor içinde yaşamayı istiyor. Bu, bireyin olgunlaşmadan sadece tüketim nesnesi olmasına hizmet eden bir yaklaşımdır. Chul Han'ın eserlerinde vurguladığı da tüketim kültürünün pasif bir parçası olan kişinin, etkin bir özne olamayışı ve kapitalist sistemin önüne sürdüğü zokayı yutarak nesneleşmesidir.
not: bu yazı, Mehmet ÖZGER'in yeni çıkan Büyük Gündem isimli eserinden iktibas edilmiştir.
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 24.02.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 23.02.2023 23:38